Oku diye başlar Kur’an. “Yaradan Rabbinin adıyla oku” diye devam eder. Buradaki “Oku”nun manasından birinin âlemde yer alan dört ana varlık olan bitkiler, hayvanlar, maddeler ve insanlar arasındaki her türlü etkileşimin ve bunların birbirinden yararlanmasının Yaradan’ın koyduğu ilkeler bağlamında vuku bulması olsa gerek. Bir ekonomiste “siz eğitimi nasıl okuyorsunuz” diye sorulan sorudaki okumak gibi yani. Burada ekonomist gözüyle eğitime nasıl bakıyorsunuz demek isteniyor. Buradaki “oku”yu da böyle düşünmek mümkün. Ayrıca Dinin okuma biçimi vermesi nedeniyle, dil hükmünde olduğu da söylenebilir.
Dolayısıyla dinler (elbette İslam da) insana, yani kendine tabi olanlara, esasında bir okuma biçimi veriyor. Dinlerden neşet etmiş olan kültür ve medeniyet kavramları da bu okuma biçiminin topluma şamil olmuş halleridir denilebilir. Ahlak ise tüm bunların insana indirgenmiş hali, insandan beklentileri aslında. Dinin tabi olanlarına verdiği okuma biçimi topluma göre değişmez ama şekil değiştirebilir. İslam açısından Türk kültürü ile Arap kültürünün farklılığını yahut Ortodoks Hristiyanlığı açısından Rus kültürü ile Ukrayna kültürünün birbirinden farklılığını böyle anlayabiliriz. Bir başka deyişle kültürden bakınca görülen farklılık Dinden bakınca ortadan kalkar. Özetle Dinler bir okuma biçimi yani bir dil verir, kültürler bu dilin şivesi mesabesindedir.
Böylelikle “Oku”ma biçimi kültürü, medeniyeti ve ahlakı oluşturur. Bunlar dünya görüşü sağlar insana. Bir perspektif verir kişiye. Bu, zifiri karanlıktaki el feneri haline gelir. İnsan ve toplumlar, önünü, bu fenerden aldığı ışıkla görür, bilir, anlamlandırır, ondan yararlanır vb. (Bunu tersinden anlamak da mümkündür: Bir ahlak, kültür yahut medeniyet vadeden paradigma da bir çeşit dindir). Yahut bir dil olduğu için tâbi olanların kendi arasındaki iletişimini, etkileşimini sağlar. Bu da kültürü doğurur.
Bu okuma biçimi, bu dil, hayattaki olayları, fikirleri, bilgileri nasıl değerlendireceğimizi, sınırlarımızı ve alanlarımızı ortaya koyar. Hayatımızın anlamını ve manasını bize öğretir, bizden buna uygun yaşamamızı ister. Bir insan büyük-küçük her ne yapıyorsa, bu okuma biçiminin sınırları içerisinde yapar. Bir insana, onun yapıp ettiklerine; hayvana, bitkiye veya maddeye nasıl bakacağını, onlarla olan her türlü münasebetindeki ilkeleri bu okuma biçimi ortaya koyar. Bunu genişletebiliriz: İnsan nasıl eğitilmeli, öğretmen nasıl olmalı, okul nasıl inşa edilmeli, yönetici nasıl idare etmeli, iletişim nasıl olmalı, nasıl yürünmeli, gülünmeli, ağlamalı vb. Aynı şekilde hayatta karşılaşılan, bizim dışımızda vuku bulan bir olaya (mesela savaşa) nasıl ve nerden bakılmalı, yanlış karşısında nasıl bir tutum sergilenmeli, nasıl araba kullanılmalı hatta nasıl oturmalı-kalkmalı-yatmalı insan?
Bu okuma biçimi insana bilinç sağlar. İrade sahibi olmak ancak bir okuma biçimiyle mümkün olabilir. Din yahut kültürden kaynaklanan okuma biçimi yoksa orada seküler bir bakış açısı, seküler bir okuma biçimi var demektir. Sekülerizm, kültür dışılık demektir çünkü. Kültür dışı olmak, kültürsüz olmak demek değildir; kültürünü, medeniyetini ve ahlakını mistik, metafizik ve aşkın değerlerden değil, aydınlanmacı geleneğin dediği gibi aklından ve tecrübesinden aldığını iddia etmek demektir. Teorik olarak mümkün gözüken sekülerizm (kültür dışılık), uygulamada dinlerden ve dinlerin sonuçları olan kültürden, medeniyetten ve ahlaktan olabildiğince yararlanarak var olur. Mesela kültürünü temel almayan hayata yani kültür dışı hayata seküler hayat; bilime pozitivizm ve devlete laik devlet denir ama hayat da bilim de ve devlet de dinlerden ve dinlerin doğurduğu kültür, medeniyet ve ahlaktan hayati derecede beslenir. İşte bu özgünsüzlüktür. Özgünlük yoksa özgürlük de yoktur. Dolayısıyla esaretliktir. Köle insanlar efendilerinin gözüyle bakarlar her olaya. Bu işin tabiatı böyledir.
Çağdaş seküler batı medeniyeti bu nedenle köle eder insanı, köleyi sever. Onun olumlu bulduğu ne varsa, insanı kendine köle yapmak içindir. Kitap oku der mesela. Kitap okudukça bilinçli insan olunacağını dikte eder. Bir bakışa ve okuma biçimine sahip olmayan insan da gider, çağdaş küresel seküler medeniyeti anlatan kitaplardan birini alır, okur ve inanır orada yazana. Bilinçlendiğini sanır, oysa okudukça köleleşir.
Bu nedenle insana bir bakış ve okuma biçimi veren kültüre yaslanmadan okur-yazar olunmaz. Bir okuma biçimine, bir bakış açısına sahip olmak için kendi kültürümüze, tarihimize, edebiyatımıza hatta bunların da neşvü nema ettiği dine (bizim için İslam’a) yaslanmadan meseleler anlaşılamaz.
Sonuç olarak seküler okuma biçimleri Ukrayna-Rus savaşını ekonomik ve siyasi bir savaş olarak sunsa da savaşın esas nedeni olan Ortodoks-Katolik-Protestan çatışması gözden kaçırılmamalıdır.