Zihinlerimizi sömürenler, kendilerine özgü bilincimizi oluşturanlar, yarılmış düşünme biçimimizi inşa edenler bizim eğitimimizin içinde bulunduğu hal üzere kalmasından yarar sağlıyorlar. Çünkü burada yetişen insanlar, tam da çağın istediği türden. Zira biz ancak bu hal içre kaldığımız müddetçe Kudüs için en büyük eylemimiz starbucks boykotundan öteye gidemeyecektir. İnsanın bu türden boykota dâhil olması, elde edilecek en büyük başarıdır, zira bir şeyler yapmış olmak en durdurucu histir. Avrupalılardan ayrılamayan gönlümüzle Yahudilere söz söyleyemeyen beynimiz, bizi sömürge deryasında boğmaya devam ediyor.
Evet, bugünkü eğitimimiz batılı zihinleri insanımıza yüklemek bakımından başarılı. Başarılı olduğu için; hümanizm güzergâhında ilerlerken bizler Yahudilere değil Siyonistlere kızıyoruz, Kudüs meselesi önce Filistin meselesine, ardından Gazze meselesine indirgeniyor, bir süre sonra Refah kapısı meselesine indirgenecektir. Çünkü biz bu eğitimi önce “vatandaş” yetiştirmeye, ardından “başarılı vatandaş” yetiştirmeye, bir süre sonra da “çok başarılı vatandaş” yetiştirmeye indirgemiştik.
Dünyanın her yerinde eğitimi İngilizlerle Yahudiler belirliyor. Çünkü Kudüs kimin elindeyse eğitim de onun güdümündedir. Evet, bizim de zihnimiz bu sömürgecilerin ürünü. İş yapma biçimimizden evlerimizin düzenine kadar olan tüm güzeller, doğrular ve iyiler Avrupalı sömürgeciler tarafından belirlenmekte. Bunun nedeni sadece Avrupalıların zorbalığı, seçeneksiz bırakması, çeşitli manipüle taktikleri değil, aynı zamanda bizim sömürülmeye alışmış zihnimizdir de. Artık bir sömürülme potansiyelimiz var. Bu alışkanlığımız, bu potansiyelimiz nedeniyle kıytırık bir meselede bile Avrupalıları taklit etmekten kendimizi alamıyoruz. Mesela eğitimimizi ifsat eden öğrenci merkezli eğitim modelini terk etmek bir yana, onu savunmadan, ona methiyeler dizmeden duramıyoruz. Değerler eğitimi adı altında Amerika’dan devşirdiğimiz modelin içine Siyer dersleri koyarak şark kurnazlığı yapıyoruz. Sonra da neden her şeyi yapıyoruz da eğitimde başarıyı bir türlü sağlayamıyoruz deyip hayıflanıyoruz. Her gün “Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar, “Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?”ı haykırıyoruz ama Gazze’nin müşahhas bir imanla savaştığını göremiyoruz.
Beklenen oldu: Gazze’den Müslümanların aldığı ders imanın gücü değil, Avrupalıların aldatan hümanizmi, insanlığı oldu. İnsanlık imanın önüne geçti. Ne kadar acı. Bizim sömürülme potansiyelimiz tahmin edilenden daha fazla. Netanyahu gitse sorunların çözüleceğine inanan yığınla oruç tutan insan var bu ülkede. Meselenin dönüp dolaşıp demokratik bir seçim yanlışına kilitlenmesi ne tuhaf.
Bizim Gazze katliamı karşısındaki tavrımızla eğitime yönelik tavrımız arasında paralellik var. Gazze konusunda bir şeyler yapıyor görünmekle eğitim konusunda medeniyet inşa edici faaliyetler sergiliyor görünmek aynı duygu durumunun sonuçları. Bir Yahudi uydurması olan Siyonist-Yahudi ayrımı tuzağına düşmekle eğitim-öğretim ayrımı tuzağına düşmek aynı menzili hedefleyen taktikler. Medeniyet olarak yükselmenin yolunun ekonomik gelişmeden geçtiğine inanmakla eğitim sistemini teknolojinin merkezi yapmak, sömürgecilerin bizi düşürdüğü tuzaklardır. Biz, biz olmak istemiyoruz. Başkalarının inşa ettiği dünyada yaşamanın tuhaf hazzından hoşlanıyoruz. Biz, bize yazık ediyoruz.
Eğitimde önceliğin insanımızın zihinsel, kültürel ve ahlaki olarak yetiştirmek olduğunu kabul etmekten başka, meselelere bu tasavvurdan bakmaktan başka ve buna göre devrimsel kararlar, yöntemler veya stratejiler oluşturmaktan başka seçeneğimiz yok bizim. Aksi takdirde, şimdilerde olduğu gibi, yaşlarını akıtmaya alışmış gözlerimiz ağlayacak Gazzeler aramaya devam edecektir. Bizim ağlamaya, sızlanmaya, ağıtlar yakmaya veya rasyonel bahaneler üretmeye değil ciddiyete ve samimiyete ihtiyacımız var. Hem eğitimde hem de Kudüs meselesinde.