Hani demokrasi? İnsan hakları! Bilime inanç! Bilimin tarafsızlığı! Başkasına, emeğine, fikrine saygı!
Yapılan doğrudan ve pür bir bilimsel çalışmanın sadece 30 dakikalık bir tanıtımı. Bunların çoğu da oryantalistlerin çalışmalarına dayanılarak hazırlanmıştır. Aynen Hunke örneğinde olduğu gibi. Dolayısiyle gösterilen ürünlerin, yapılan yorumların övülüp taktir edilmesi, hatta yanlışlıklar, eksiklikler varsa tenkit edilmesi gerekirken zorbalık, ölümle tehdit!
Tüm batılılar, içimizdeki batıcılar bir daha kendilerini bu örnekler karşısında sigaya çekmeliler. Tabii bunu yapabilecek kadar bir vicdanları kaldıysa.
Müsaade edilmez çünkü, yalanla, bir takım sahtekârlıklarla, hırsızlıklarla attıkları temeller, medeniyetlerinin temelleri sarsılacaktır. Metinin bir yerinde ifade edildiği gibi tanrıları ellerinden kayıp gidecektir. Bu efsane önemli bir yönüyle de Rönesans mitine dayanır. Bakın! O mit Sezgin tarafından nasıl alaşağı edilmektedir:
Muhtemelen 18. yyılın ortalarında Rönesans adı altında bir bilimler tarihi görüşü ortaya atılır. Aslında bu görüşün kimin tarafından, ne zaman ortaya atıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Aslı şu: Avrupa’daki bilimsel gelişmenin temelini, Yunan bilminin, eserlerinin Latince’ye tercüme edilmesi, aktarılması, bunların bilinmesi, işlenip geliştirilmesi oluşturur. 12. yyıldan itibaren Avrupa bilminde başlayan ve 16. yyıla kadar devam eden gelişmelerin, izahının dibinde böyle bir görüş yer alır. Böyle bir anlayış Avrupalı entelektüellerce benimsenir, paylaşılır ve günümüze kadar devam eder. Bu görüş, gücünü, İslâm Medeniyeti’nin, kültürünün 17. yyıldan itibaren önderlik durumunu kaybetmiş olmasından alır. Ne hazindir ki, Avrupalılar bir kenara, Müslümanlar dahi bu görüşe inanmaktadırlar. Çünkü onlar 9. yyıldan 16. yyıla kadar süren İslâm kültürünün yaratıcılığından, İslâm bilminin harika buluşlarından, keşiflerinden haberdar değillerdir. Halbuki az da olsa bazı Batılı filozoflar gerek Rönesans mitinin, gerekse İslâmî bilimlerin bilimler tarihindeki yerini iyi bilmektedirler. Mesela Fransız filozofu Etien Gilson (1884-1978) 1924’te yazdığı bir kitabında bu görüşle alay eder. Dalga geçer. Buna, “La Renaissance des Professeurs”, yani “Profesörlerin Rönesansı” der. Çünkü bu görüşün gerçekle hiçbir ilgisi yoktur (Sezgin, 2017, s. 87-88).
Bir yerde ifade edilmişti: Maruz kaldığı haksızlıkların, hukuk dışı muamelelerin ancak bir kısmına değinilecektir diye.
Bunlar öyle muamelelerdir ki ne hukukla ne ahlâkla ne de insaniyetle bağdaşır. Kızı Hilal Sezgin, Almanya’da yayınladığı (Almanca) basın bildirisinde bunları mufassal bir şekilde dile getirir.
Son zamanlarda Hoca’nın çalışma masasına ulaşması dahi engellenir (12 Mayıs 2017’de). Önemli çalışmalarının bazı kısımları başkalarına mal edilmeye çalışılır. Kendi el yazmasıyla üzerinde çalıştığı Ortaçağ’da Arap Felsefesi Tarihi konulu kitap çalışmasıyla ilgili tüm notları, elinden alınır. Ölünceye kadar da iade edilmez. Yazdığı kitapların kendisine ait olduğu bile inkâr edilir. Bunlarla ilgili olarak açılan mahkemelerde aile mağdur ve mutazarrır edilir.
Bu örneklerde bütün çıplaklığıyla Avrupa’nın gerçek yüzü aksediyor. Bunu itiraf edecek kadar yüreklilik gösterelim: Bu küfrün yüzüdür. Haç’ın, haçlı zihniyetinin yüzüdür. Böyle bir anlayışın Doğu’ya, İslâm’a ve özellikle Müslüman Türk’e bakışıdır. Umarım üç asırdır süregelen Batılı olma sevdamız yeniden ve derinliğine Sezgin örneğinde muhasebe edilir.