İçerisinde yaşadığımız dünya sistemi Batılı değerler üzerine bina edilmiş bir sistemdir. Pek çok yazar çağı karakterize eden hususlara değişik şekillerde vurgu yapar.
Kimine göre çağ bilgi çağıdır. Kimine göre bilim ve teknoloji. Bazıları da üretimi önceler. Ne var ki kaosa, bunalıma işaret edenlerin sayısı da az değildir. Mesela Drucker’a göre çağ, evrensel insan anlayışını, bilimi ve ferdiyetçiliği var etti, ama Tanrı’ya inancı da şüphe sahasına itti.
Bütün bunların tahlili bahsi diğer. Ben, dünya sisteminin iki önemli özelliğine değineceğim: İlki, bu sistem bir “güce” dayanır. Bir “gücü” temsil eder. İkincisi ise, gelişimini büyük ölçüde “sömürü”ye dayar.
Böylece dünya, nereden bakılırsa bakılsın iki ana grupta ele alınabilir:
Gücü temsil edenler ki, “gelişmiş!” ülkeler diye tavsif edilir ve pek tabiî diğer cephede “gelişmemiş!” ülkeler yahut daha az onur kırıcı belirlemeyi kullanırsak “üçüncü dünya” ülkeleri yer alır. Bunların arasındaki fark korkunçtur. Çünkü dibinde gayri insani bir usul, bir yol olan “güç” ve “sömürü” yatar. Bütün bunları dikkatli okuyan dahası yaşayan Garaudy, çağı, “kuvvet”, “şiddet” ve “korku”nun karakterize ettiğine inanır.
Bu güç, çok farklı stratejiler ve usuller kullanır. Meşru yol ve usullerle icrayı faaliyette bulunduğu algısını var eder. Pek çok uluslararası kuruluşlar (NATO, BM, İMF, WB vs.) yoluyla bu algı, bu meşruiyet hukuki bir kılıfta icraya koyulur. Gerekçeleri hazırdır:
-demokrasi,
-barış
-insan hakları
-azınlık hakları ve daha neler
Ama her şey dünyanın gözü önünde olup biter. Buna rağmen her ne hikmetse, (korku ruhları sardığından) mazlumların sesi çıkmaz.
Sadece bir misal ile yetineceğim:
Irak’a, demokrasi götürme adına 42 gün bomba yağdırılır. Her 30 saniyede bir dalış yapılır. Yüzbinlerce bomba boşaltılır. Ve bu ilk hamleler sonucu yüz bin insan ölür.
Arkasından ülke işgal edilir, ambargo konulur. Çoğu çocuk (5 yaş altı) bir buçuk milyon insan ölür. Ama bu “ gücün” Irak’ta ilk yaptığı anlaşma yüz elli (150) milyon dolarlık petrol anlaşmasıdır.
Bağdat’ın bombalanmasını ABD’li CNN spikeri, “dün akşam bombalar atılırken Bağdat, bir noel ağacı gibi ışıl ışıldı” diye geçer.
Sömürüye gelince, bu bir azim davadır. Bunu bütün boyutlarıyla vermek ne mümkün! Cemil Meriç, Alman iktisatçı ve sosyoloğu W. Sombart (1863-1941)’a atfen konuyu ele alır. Sombart, eserinde ( Alman Sosyolojisi, C. 1) ekonomi çağının eleştirisini yapar. Özü şu: “İnsan, insani değerleri terk eder, kutsaldan kopar, tamamen maddeye, maddi hazlara tapar”. Yazar, devam ediyor: Biz bir Babil Kulesi’nde yaşamaktayız. Kule kurulmaya devam ediyor. Modern Çağa (XVII. yyıl) gelinceye kadar milli ekonomiler hâkimdi… Modern düşünce, liberalizm libasıyla başka bir düzlemde bir dünya tasavvur etti. Burada tayin edici güç, ferdi çıkarlardır. Ekonomide Merkez Avrupa’dır (Bugün ABD’dir). Avrupa ( yani güç) diğer tüm ülkeleri yeniden dizayn eder. Her ülkenin neyi üreteceği tayin edilir. Bunun için ülkeler gereken şartların yerine getirilmesine mecbur edilir. Mesela Brezilya kahve, Birmanya pirinç, Kûba şeker kamışı vs. üretecektir.
Kule böylece kurulmaya devam eder. Paranın, faizin, 3. dünya ülkelerinin yer altı ve üstü kaynaklarının aktığı bu ülkeler, bu yolla büyür, zenginleşir ve gelişir (Tozlu, 2016, s. 450-453).
J. M. Hobsen, Batı Medeniyetinin Doğulu Kökenleri (Hobsen, 2011, çev. E. Ermert) adlı eserinde, sömürünün bir medenileştirme aracı olarak kullanıldığına vurgu yapar.
Neticede günümüzde sömürü, Müslüman dünyayı bir daha dirilmemek üzere öldürme usulü ve aracıdır. Savaş alanında Batı karşısında kaybeden bu dünya, ikinci bir yok etme dalgasıyla (zihni sömürüyle) tekrar derlenip toparlanamaması için operasyona tâbi tutulur. Özellikle İslam dünyasının aydınları, zihnen teslim alınır. Batıya, değerlerine, medeniyetine, gücüne tam bir teslimiyete, dahası, bunları müdafaaya has bir zihinsel çevrime uğratılır.
Böylece Müslüman aydın yahut üçüncü dünya aydını kendini tahrip ve Batı’yı yüceltmede, geliştirmede bitmeyen bir kaynak, bir malzeme olarak kullanılır. Zihinsel sömürü Batı’nın geleneğinden kaynaklanır. B. İskender (M.Ö. 356-M.Ö. 323) Pers devletini yendiğinde yanında götürdüğü ilim adamlarına, ki, biri de hocası Aristoteles (M.Ö. 395-322)’in yeğenidir, önemli buldukları bilgileri Yunanca’ya çevirip, kitapların asıllarını yok etmelerini emreder. Hadiseyi özellikle Kutbuddin Şirazi, Şerh Hikmet el-İşrak adlı eserinde felsefe tarihi açısından inceler (Fazlıoğlu, 2016, s. 157-158).
İ. Wallerstein (1930- ), Hindistan’ın, bu usulle Müslüman Babür Türk İmparatorluğunun, 100 yıl içerisinde (1750-1850) sömürgeleştirilerek var edildiğini ifade eder. Bugün Türkiye’nin AB içindeki yeri acaba bizleri ne kadar düşündürebiliyor?