Şüphesiz Dewey üzerine, eğitimi-eğitim felsefesi üzerine söylenecekler ifade edilenlerden ibaret değil[*]. Ne var ki farklı söylenebileceklerin neticeyi değiştireceğini de sanmıyorum. Çünkü Dewey ve çoğu batılı düşünür, felsefeci batılı medeniyetin ve o medeniyetin dayandığı dünya görüşünün, felsefenin mensubu ve müdafiidir. Bu mânada 1924’te Mustafa Kemal’in ricası üzerine Amerikalı iş adamı Crane[†], Türk Maarif sistemi hakkında bir rapor hazırlamak üzere Rockefeller’in kurduğu Chicago Üniversitesi’nden John Dewey’yi gönderir (Bulut, 2017; s. 451).
Dewey, Crane’nin eski bir dostudur ve sadece Türkiye’ye değil Sovyet Rusya’sına, Çin’e ve Japonya’ya da yaptığı seyahatleri de Crane finanse eder (agy).
Bunların çalışmaları sırf maarife mahsus değildir. Toptan ülkeye, ekonomisinden tarihine, sanatından ticaretine, kültür ve medeniyetine kadar bütüne şamildir. Hatta bu halka Ortadoğu’dan başlayarak tüm İslam dünyasını da kapsar. Bu yüzden Bulut’un tartıştığı bahsi biraz geniş alıntılayacağım:
“Aubrey’in manevî âleme doğru bir yolculuğa çıkmasıyla Türkiye büyük bir dostunu kaybetmişti ama Amerikalı işadamı Crane bu boşluğu doldurarak İngiliz Aubrey’in miras bıraktığı misyona sahip çıktı. 1924 Temmuz’unda Mustafa Kemal’in ricâsı üzerine Crane, Türk maarif sistemi hakkında bir rapor hazırlaması için Rockefeller’ın kurduğu Chicago Üniversitesi’nden John Dewey’i gönderdi (Ata, 1924, 201-202; akt. Bulut, 2016; 451). Dewey, Crane’in eski bir dostuydu ve sadece Türkiye’ye değil, Sovyet Rusya’sına, Çin ve Japonya’ya yaptığı seyahatleri de Crane finanse etmişti (Popkewitz, 2013, 125; akt. Bulut, 2016; 451).
Dewey, Viyana üzerinden İstanbul’a geldi. Buradaki bir konuşmasında, “Memleketinizde kız ve erkeklerin bir arada toplu bir halde bir yerde bulunmaktan dolayı çok bahtiyarım” dedi (Ata, 1924, 197; akt. Bulut, 2016; 451). Ağustos ayında Ankara’ya geçerek Mustafa Kemal ile görüştü. Kendisine maarif müsteşarlığı teklif edildiyse de kabul etmedi. Maarif Vekâletine sunduğu rapor, 1939’a kadar ilân edilmedi. Raporda; malûmat ve ihtisas sahibi olmaları için gençlerin ve erkek ve kadın genç muallimlerin ecnebî memleketlere gönderilmesi; Maarif teşkilatının gayesinin Türkiye’nin medenî milletler arasında mükemmel bir uzuv olarak canlı, hür, müstakil ve lâik bir cumhuriyet halinde inkişaf etmiş olması; terbiye ile alakalı eserlerin ecnebi memleket ve mekteplerden alınması, bu eserlerin muallimler arasında revaç bulması ve onlar tarafından temin ve tâkip edilmesi tavsiye ediliyordu. Bilhassa sıhhat ve hifzissihha üzerinde ehemmivetle durulmuştu (Dewey, 1939; akt. Bulut, 2016; 451). Ardından 1928 yılında Rockefeller Vakfi’nın yardımıyla Ankara’da Hıfzıssıhha Enstitüsü kuruldu. Enstitünün girişinin üstüne koyulan fresk heykel, modern Türkiye’nin ilk nü kadın rölyefiydi. Artık eski Türkiye mazide kalmış ve Yeni Türkiye’deki her mektep, ‘aydınlanmış’ bir maarif yolunda hızla ilerliyordu.
Crane, 12 Haziran 1929’da İstanbul Tokatlıyan Otel’de Ayasofya’nın restorasyonu meselesini görüşmek üzere arkeolog Thomas Whittemore’lâ Çekoslovakya’da çalışan oğlu Richard’ın da katıldığı bir toplantı yaptı (Nelson ve Sophia, 2004, 172-173; akt. Bulut, 2016; 452). Arkeolog Whittemore, Crane’in kurduğu Güncel Dünya İşleri Enstitüsü tarafından finanse edilen ve Crane’in Rusya’da insani yardım işlerinde kullandığı biriydi (Saul, 2013, 270; akt. Bulut, 2016; 452). Bu yüzden 1917’deki Şubat ve Mart İhtilâlinde Whittemore, İhtilâlin merkezi Petrograd’da, yani St. Petersburg’daydı (Saul, 2013, 132; akt. Bulut, 2016; 452). Rusya’daki işleri ile uğraşırken İstanbul, Whittemore’un sık sık ziyâret ettiği duraklardan biriydi. 1919 baharında King-Crane Komisyonu yola çıkmadan evvel Crane ile İstanbul’da buluşmuştu. 1920 Temmuzunda tekrar İstanbul’a geldiğinde Ayasofya meselesi Whittemore’un kafasında şekillenmeye başlamıştı.
Bizans târihi ve sanatı, o zamanlar Amerikan sosyetesinde modaydı. Hem Rockefeller hem de Crane ailesi, Bizans’a hususî bir alaka duyuyordu. Bir keresinde Whittemore, John D. Rockefeller’ın karısı Abby’e Bizans sanatı ile alakalı kitapçıklar göndermiş, o da kendisine teşekkür etmişti (Nelson ve Sophia, 2004, 173; akt. Bulut, 2016; 453). Tokatlıyan Otelinde bu toplantıyı yaptıkları sırada Crane ve Whittemore, bir yandan da Moskova’daki Danilov Kilisesinin çanlarını alıp Amerika’da Harvard Üniversitesine takmakla meşgullerdi (Saul, 2013, 227-231; akt. Bulut, 2016; 453).
Toplantının ardından bir sonraki sene, yani Birleşik Devletler ve Türk Hükümetleri arasında Dostluk ve Ticâret Antlaşmasının Amerikan Senatosu tarafından kabul edildiği 1930 yılında, Aya- Sofya’nın kilise olarak restorasyonunu yapmak için Bizans Enstitüsü kuruldu. Rusya’daki çalışmalarında Whittemore’u destekleyen ve Standard Oil’de Rockefeller’ın ortağı olan Charles Pratt’ın oğlu George D. Pratt da Enstitü’nün mâli idarecisi oldu (Nelson ve Sophia, 2004, 175; akt. Bulut, 2016; 453). Whittemore, ressam Osman Hamdi Bey’in kardeşi ve İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürü Halil Edhem Bey ile bu mevzuyu görüştü. Halil Bey de Amerikan sefiri Joseph C. Grew ile görüşerek, Mustafa Kemal ile bu meseleyi konuşmasını istedi (Nelson ve Sophia, 2004, 175-177; akt. Bulut, 2016; 454). 1931 Haziran’ında Mustafa Kemal’den restorasyon için izin alındı ve Whittemore çalışmalara başladı (Nelson ve Sophia, 2004, 155; akt. Bulut, 2016; 454).
Temmuz 1932’de Whittemore, Mustafa Kemal’in evlatlıklarından Amerikan Kız Koleji mezûnu Zehra Kemal ile birlikte Ankara’ya gitti ve Mustafa Kemal’e Ayasofya’daki çalışmalarını anlattı (Nelson ve Sophia, 2004; s. 179). İki yıl sonra, 24 Kasım 1934’te Mustafa Kemal’in arzusu üzerine Ayasofya müzeye çevrildi ve 1 Şubat 1935’te müze olarak halka açıldı. Aynı ay içinde Mustafa Kemal Ayasofya’yı ziyâret etti (Nelson ve Sophia, 2004, 180; akt. Bulut, 2016; 454). Whittemore, Eylül 1936’da Mustafa Kemal’i ziyarete gelen İngiltere Kralı VIII. Edward’a Ayasofyayı gezdirdi. Aubrey’in misyonunun varisi Crane, ölene kadar Bizans Enstitüsünün finansörlerinden oldu ve Ayasofya’nın mozaiklerinin restorasyonu için toplam 100.000 $ bağış yaptı (Saul, 2013, 263, 284; akt. Bulut, 2016; 454). Crane öldükten sonra da ailesi Enstitüye destek olmaya devam etti”.
Bir diğer temel delilimiz, bugün batıyı yapan felsefe ve dünya görüşü, beklenileni vermemiştir. Sanayi devrimiyle yola çıkıldığına artık insanlığın problemlerinin çözüleceğine ve zamanla insanlığın huzura kavuşacağına inanılmıştı. Gelinen noktada hayatî problemlerin hayli ağırlaştığı, çözülme yerine daha da derinleştiği açık. Ne sömürü, ne istila, ne terör, ne açlık ne de insanlığın birliği, huzuru sağlanır. Hele sevgi, merhamet, hak-hukuk neredeyse lügatlarımızdan çıkmış, “güç” dünyamıza hâkim olmuştur.
Siz tüm bunların yaşanır gerçekler olmasında batılı eğitim sistemlerinin, eğitim felsefelerinin, eğitim felsefecilerinin, eğitimcilerin payının olmadığını mı sanıyorsunuz?
Rönesansla birlikte gerçeklik yeryüzüne indirgenir. Görünenin ötesinde herhangi bir realite-gerçeklik yoktur. Bu görüş, Ortaçağ’da hâkim entelektüel görüşün yerine ikame edilir. Ne idi Ortaçağ’da geçerli Hristiyani dünya görüşü? Hakikat burada değil, ötededir. Ve hakikati açıklama otoritelere aittir. Otoriteler şüphesiz papalık ve ekibidir. Hristiyan din adamlarıdır. Bu otoriteler asla sorgulanamaz. Dolayısıyla dünya, görünen gerçeklik ihmal edilir. İnsanî çabalar bir yanlış anlamanın kurbanı olur. İşte hakikatin hakkında aşırıya varan bu anlayış Rönesansla birlikte tamamen terk edilir, yerini tam zıttı bir materyalizm alır. Özgürlük ferdiyetçiliğin, nefsaniliğin adı olur. Ve bu uğurda işlenmedik cinayet kalmaz. Artık peşinden koşulan, ölümüne mücadele edilen değerler önemli ölçüde maddi şeylerdir. İnsanlığın hedeflerinin hepsinde ortak olan her ne varsa dünyevidir: Konfor, güç, biyoloji ve benzeri şeyler. Günümüz toplumlarının benimsediği değerlerin bu temelde değerler olduğu ve sergilediği dünyanın böyle bir dünya olduğu vurgulanmıştı.
Bunların ifadesi zaruridir. Çünkü gerçekliğin algılanışı, anlaşılışı hangi istikamette ise, eğitimin yapılanışı o yöndedir. Bu, bütün çağlar boyunca böyledir (Brumbaugh ve Lawrance, 2005, s. 145).
Hal böyle olunca eğitim yoluyla hakikat çarpıtılmış olur. Eğitim ferdi, toplumu şekillendirmez, yönlendirmez, aksine toplum, siyaset, ideoloji eğitime yön verir. Dewey, “eğitim hayattır” derken kastettiği de bu olmalıdır. Bu, onun gelişen bir içtimai düzen ve yine gelişen insan tabiatı fikrinin bir sonucudur. Gerçi bu toplumsal terakki ve insan tabiatının gelişimi de tenkide açıktır.
Hakikat fikri dolayımında eğitim tarihi boyunca şu soru hep sorulmuş ve irdelenmiştir: İnsan ve insanlığa dair hedeflerimiz var mıdır? Varsa nelerdir? Çocuklarımızı, gelecek nesillerimizi nasıl yetiştirmeliyiz? Bedeni ve zihni olarak kendimizde hissettiğimiz eksiklikleri onlarda geliştirebilecek yol ve usuller bulabilir miyiz?
Dewey, bu ve benzeri konularda felsefenin gündelik meselelere tatbikiyle meşgul olmuş, “herhangi bir eğitim felsefesince cevaplandırılabilecek olan bir dizi soru ortaya koyabilmiştir” (EDF, 150-151). Dewey ve benzerlerinden zaten basit, maddeleştirilmiş ve somut cevaplar da beklenemez. Eğitim fikri, eğitim felsefesi fikri bunu olurlamaz. Çünkü eğitim fikriyatı tarihi gelişimde çok farklı değişkenlerin tesirinde sürekli irdelenen, keşfedilen bir süreç olarak süregelir. Bu yüzden bugün eğitim felsefesi böyle bir dünyada, şartlarda tutarlı, dengeli bir düzen ve değerler skalası oluşturmayı amaçlamalı, zekânın yaratıcı kullanımını bu sahnede gündemden düşürmemelidir (EDF, 152). Elbette insanı içi ve dışıyla, maddesi ve mânevî dünyasıyla bir bütün olarak ele almalı, ona göre sistem va’z etmelidir. Aksi halde Rönesans’tan beri inşa edilen bakış açılarının takipçisi durumunda kalınırr ve sadece bunların başarısızlığına ortak olunur. Nitekim kısmen de olsa insani duyarlılık açısından Dewey ve Whitehead bu hususa eğilir. Farklı tarzda bu iki eğitim felsefecisi ifade edilen bütünlüğe işaret etmeleri açısından zekâ ve duyumsama, özgürlük ve ihtiras, düşünce ve eylem, teori ve pratik arasındaki klasik ayrımları soruşturma konusu yaparlar (EDF., 156).
Yabancı eğitimcilere, eğitimini teslim etmeden önce, şu ifade edilenleri bilmeniz gerekir. Her şeyden önce kendi eğitiminizi derinliğine bilmelisiniz. Bizim hakikatimiz açık: Allah, Yüce Peygamber (s.a.s.) ve Allah’ın gönderdiği Hakikat’e muhtevî kitap, Kur’an. Bunları ihtiva etmeyen, muhteva eğitimez. Belki öğretim yapabilir ama katiyetle eğitemez. Çağdaş toplumun bunalımı, insanî olanı katletmekten başka herhangi bir seçeneğe yer bırakmıyor. Bunun için kendi dünyanızla, değerlerinizle gelişigüzel oynayamazsınız. Eğitiminizi, kültürünüzü, medeniyetinizi yâd ellere teslim edemezsiniz. Çünkü şu araştırmada da ortaya çıktığı gibi eğitim bir felsefe, bir dünya görüşü, bir medeniyet meselesi. Bunlarla varolur, bu temel belirleyiciler çerçevesinde inşa edilir. Nitekim Tanzimat’tan beri yapılagelen de budur. Önce batıyı, batılı sitemleri taklit, taşıma, sonra eğitimi böyle bir dünyanın gölgesinde kurma. Kurma ve işlerlik kazandırma.
Bu yüzden, eğitimimizin yeniden inşası medeniyetimizin inşasıyla mümkün olacaktır. Aksi halde taklitin, taşımanın, medeniyet değiştirmenin telafisi gayri kabildir. İkamesi de mümkün değildir. Bu hal, yol yokluğa açılır. Bunca tahribatın, yıkımın, bunalımın, düşmanlıkların ana sebebi, böyle bir tercih ve hala bunu ısrarla sürdürmedir.
Ey millet! Yeniden “Hakikat”ine dönüp, onu çağa tatbik etmek mecburiyetindesin. Bu, elbette çok zordur ama, varolmak bunca zorlukların, çabaların, bedellerin bir karşılığı olarak vücut bulur.
Kaynaklar
R. S. Brumbaugh, N. M. Lawrance (2005). Eğitime Dair Felsefeler, Çev. N. Tozlu, Van.
M. H. Bulut (2017). İngiliz Derviş: Yeni Türkiye’nin Doğuşu ve Aubrey Herbert, İstanbul.
N. Tozlu (2014). Eğitimden Felsefeye 1, Bayburt Üniversitesi Yayınları.
Thomas S. Popkewitz (2013). Rethinking the history of the education, Palgrave Macmillan, New York.
Bahri Ata (1924). Türk basını ışığında Amerikalı eğitimci John Dewey’in Türkiye seyahati, G. Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 21, Sayı 3, 2001, s. 197.
John Dewey (1939). Türkiye Maarifi Hakkında Rapor, T.C. Maarif Vekilliği, İstanbul Devlet Basımevi.
Robert Nelson, Hagia Sophia (2004). 1850-1950: Holy Wisdom Modern Monument, Unv. of Chicago Press, Chicago.
Norman E. Saul (2013). The Life and Times of Charles R. Crane, 1858-1939, Lexington Books, Birleşik Krallık.
Mayer, F. (1974). Yirminci Asırda Felsefe, (Çev: V. Mutal), İstanbul.
Wells, H. K. (1998). Emperyalizmin Felsefesi Pragmatizm, (Çev: T. Yılmaz), İstanbul.
Good. H.G.- Teller. J.D. (1969). A History of Western Education, London.
Tozlu, N. (1998). Erdemli Toplum Yolunda, Ankara.
[*] Etraflıca bir inceleme için Necmettin Tozlu’nun tercümesine bakılabilir (R. S. Brumbaugh-N. M. Lawrance, Eğitime Dair Felsefeler-Batı Düşüncesinin Temelleri Üzerine. Eser ilk önce teksir halinde yayımlandı, Van, 2005, şimdilerde gözden geçirilerek kitap halinde yayımlanacak).
[†] Zengin kapitalist bir Amerikalı aileden gelme. Güya kendini ezilen halkların hürriyete kavuşması davasına adar. İşe Balkanlar’dan başlar. 1903’te Bulgaristan’a gelir ve Bulgar İhtilali’nin hazırlanışında önemli rol oynar, bol bol paralar dağıtır. Benzer çalışmaları Arnavutluk için de yapar. O, bir casustur, Osmanlı’nın yıkılışında gece gündüz çalışan bir casus. Meşhur ABD’li casus Aubrey Herbert ölünce görev Crane’ne yüklenir (Bulut, 212-214, kitapta konuyla ilgili etraflıca bilgi edinilebilir. Şurası ilginç ki, tüm bu casuslar hem Balkan komitacıları hem de yeni Türkiye’nin inşacılarıyla içiçe).