eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Parçalı Bulutlu
29°C
Ankara
29°C
Parçalı Bulutlu
Çarşamba Parçalı Bulutlu
28°C
Perşembe Açık
29°C
Cuma Açık
29°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
29°C

Zihni YILDIZ

1963 yılında Yozgat'ta doğdu. İlkokulu köyünde okudu. Ortaokul ve liseyi 1982 yılında Kayseri Mimar Sinan Öğretmen Lisesinde tamamladı. 1986 yılında A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesinden mezun oldu. Aynı yıl basın dünyasına adım attı ve TRT'de kameraman olarak çalışmaya başladı. 1990 yılından itibaren özel televizyonlara geçti ve yönetim kadrolarında çalışmaya başladı. Toplumcu bir anlayışla ve eğitimci gözlemleriyle denemeler yazmakta. Cami fotoğrafçılığı ve camileri tasvir eden yazılarına da devam etmektedir.

    Zihni Yıldız’dan Yatılı Okul Günlüğüne Devam: Leyl-i Meccani Yıllarım

    Zihni Yıldız’dan Yatılı Okul Günlüğüne Devam: Leyl-i Meccani Yıllarım

    Sene bin dokuz yüz yetmiş bilmem kaç
    Yemen’e gider gibi
    sefere gider gibi
    yurdun dört bir yanından
    yola düşüp geldiler
    aylarca saçları okşanmayacak
    oğlan çocukları
    on bir on iki yaşında
                        köy çocukları.

    kimi iki saatlik yoldan
    şuracıktan geldi
    kimi iki günde o zaman
    taa Muş’tan
    Kars’tan, Edirne’den, Urfa’dan
    çoğu Kırşehir’den
    ve ille de Yozgat’tan
    ihtimal saçları yıllarca okşanmamış
    ve okşanmayacak olan
    yurt çocukları bir de
    yetişip geldiler
    Yozgat Saray Kasabası
    Yetiştirme Yurdu’ndan
    kardeş bilerek yoklukta bir birini
    anasız, babasız
    on bir on iki yaşında
                      köy çocukları

    II

    Bakışlar ürkek
    dudakları titrek
    ellerinde valizler
    gönülde memleket
    önlerinde
    kendilerinin planlamadığı
    vaadedilen gelecek
    ellerinde valizler
    geride memleket
    karşısında müdür
    yanında babası
    babasının başında değil
    önünde birleştirdiği ellerinin arasında
    sekiz köşeli şapkası
    dokunsan ağlayacak oğlan
    “ha” desen dönüp gidecek  geldiği yere

    sene bin dokuz yüz yetmiş bilmem kaç
    bugün  ilk günü yatılı okulun
    daha gitmedi
    O’nu kayda getiren babası
    ama gitti gidecek
    “emaneti Allah’a” deyip içinden
    gene de üst sınıflardan
    yaşça biraz büyük
    bulup “insan evladı” bir abi
    oğlunu emanet edip ona
    yanağını okşadı oğlunun
    “iyi oku oğlum,
    derslerine iyi çalış,
    iyi kullan / sana verdiği
    bu imkanı devletin” derken
    elini öpen oğlunun
    yanağından öpüp / yola koyuldu
    buruk adımlarla babası
    saçları aylarca okşanmayacak
    on bir on iki yaşında
                       köy çocuğu
    boğazında bir yumruk
    içinde volkan
    giden babasının ardından
    öksüz kalıyor
    terk ediliyor,
    ölüyor gibi,
    babası değil,
    dünya gidiyor gibi
    bakakaldı öylece
    kırgın ve küskün.
    o anda eğer
    üç beş damla yaş
    süzülmezse yanağından
    o yumruk
    küçücük boğazında
    epeyce bir duracak
    kaypak bir rüzgar gibi gurbet
    her yanından vuracak
    on bir on iki yaşında
           köy çocuğu
    anladı ki saçları
    aylarca okşanmayacak
    akşam olup  anacığı düşünce içine
    ekine ateş
    ateşe su düşer gibi
    evde anası
    burada kendi yanacak

    III

    Sene bin dokuz yüz yetmiş bilmem kaç
    yarın miladın ilk günü
    ders başlayacak
    her sınıfta kırk kişi
    üçü dördü kız
    her kız her birinin sevgilisi
    -külahıma anlat onu sen
    rivayet o ki :
    bu okuldan sadece Abdullah evlendi
    neredeyse okulun gerçek sahibi sanılan
    rahmetli Kazım Usta’nın kızı Aydan’la
    yani Abdullah ve Aydan
    gerisi yalan-
    her sınıfta evet
    oğlanlı kızlı
    yaklaşık kırk kişi
    yarısından azı sınıfın
    ve bütün kızlar gündüzlü
    gündüzlü:
    yani her akşam olmasa da
    evlerine gidebilenler hafta sonları
    gömleklerini annelerinin yıkadığı çocuklar yani
    babaları değilse de
    arada bir annelerinin
    saçlarını okşadığı oğlan çocukları
    ve arada bir babalarının da
    saçlarını okşadığı kız çocukları
    on bir on iki yaşında
                köy çocukları
    yani ellerinde valiz yok
    gönüllerinde değil
    ayaklarının altında zaten memleket
    oğlanlı kızlı
    bunlar gündüzlü

    IV

    Sene bin dokuz yüz yetmiş bilmem kaç
    her gün biraz daha gevşiyor
    akşam olup
    karanlıkla birlikte odaya hüzün,
    yüreğine hasret çökünce,
    darma duman olan küçük oğlan çocuklarının
    yüreklerini sıkan mengeneler.
    eskisi gibi dağlanmıyor yürekleri, tenleri
    serde erkeklik var
    küçük de olsalar
    gurbette de kalsalar
    her gün her gün ağlanmıyor
    olmasa da arayan soran
    gelen gidenleri
    öğreniyor
    sıra arkadaşına yaslanmayı
    O’nunla keyiflenip
    O’nunla yaslanmayı
    öğrenmeli arkadaş nedir
    dost kimdir
    bilme zamanı çünkü zaman
    hele mekan
    bilme mekanı
    burada boy atıp, burada büyüyecekler
    genç olacaklar birlikte
    sıkı dostluklar kurup
    birlikte yaşlanacaklar
    saçları aylarca okşanmayacak
    oğlan çocukları
    on bir on iki yaşında
                          köy çocukları

     V

    Sene bin dokuz yüz yetmiş bilmem kaç
    ne bilgisayar var
    ne şimdiki gibi her evde
    her cepte bir telefon
    akşamın saat yedisinde
    İstiklal Marşı’yla açılıp
    on ikisinde gecenin
    gene marşla kapanan
    Necefli maşrapasıyla maruf
    tek kanallı
    siyah beyaz televizyon
    -çocuklara anlatsan şimdi
    şaka sanır veletler-
    taa şehirde gazeteler
    iletişimde daha
    dumandan hemen sonraki aşama
    mektup devri yani devir
    on bir on iki yaşında köy çocuğu
    yazıp özene bezene
    koşar adım postaya verir
    kar kış yoksa
    bir ayda varır adresine
    lütfedip cevap da yazarsa
    on beş yirmi günde babası
    kampananın altında
    “at abi at” diyerek
    mutluluktan kanat takıp
    uçmaya hazırdır
    seksen günün sonunda
    saçları aylarca okşanmayacak
    oğlan çocuğu
    bir sonraki mektup
    gidip gelene kadar
    tedavülde kalıp eskisi
    yetmiş iki kere okunmazsa
    uğursuzluk sayılır
    kiminin kısmeti kesilir
    kiminin mektubu bu yüzden
    kimi sınıfta kalır
    şaka bir yana
    mektup bir yana
    öyle değerli mübarek

    VI

    Sene bin dokuz yüz yetmiş bilmem kaç
    kiminin elinde, kiminin ağzında
    Aniden verilen komutla
    ayakta okunurken yemek duası
    kimin boğazında son lokması
    yarı aç yarı yok
    soğuktan ayakları şişerek
    soğuk suyla yarım yamalak
    kendisinin yıkadığı
    yarı temiz elbiseler giyerek
    iki öğünün birinde
    soğumuş makarna yiyerek
    metal  sürahilerle çalıp
    krom bardakla fazladan içtiği çayı
    kahvaltı keyfi bilerek
    hünkar yemeği diyerek
    kuru fasulyeye
    büyüyüp gidiyor
    on bir on iki yaşında
                            köy çocuğu
    öğrendi teneffüse çıkıp
    derse girmeyi kampana sesiyle
    koşa koşa yemeğe
    yavaşça uykuya varmayı
    -kampana dediğin
    sesi devasa bir zil
    kendi orta halli çan
    bir çaldı mı
    uyanır derin uykusundan
    bin metre ötede sağır sultan

     VII

    Sene bin dokuz yüz yetmiş bilmem kaç
    Okul açılıp gidince evden
    Saçları aylarca okşanmayacak
    On bir on iki yaşında köy çocuğu
    Babasına göre
    Bir boğaz eksilir sofradan
    Kafası çalışıp, kendiliğinden okuyan
    Defterini kalemini
    yemini suyunu bedavadan
    devletin verdiği oğlan
    Yaz gelip eve döndüğü zaman
    Yılkıdan dönmüş at gibi
    fazladan bir ırgat gibi
    Bir elde tırmık, öbüründe nacak
    Bağ bahçede koşturacak,

    Annesi ancak
    Kocasından gizli uğruna
    gözyaşı döktüğü ciğerparesi sever diye
    geldiği her seferinde oğluna
    Börek yapıp yedirir
    Oğlanın bütün elbiselerini de
    Yırtık sökük kirlidir
    Diyerek elden geçirir
    Kaç çocuğu olursa olsun
    Yanında olmayan
    Kendisinin bir tanesi
    Hele bir de “takdir”liyse karnesi
    Geldiği gün O’na
    börek yapar annesi

    VIII
    Sene bin dokuz yüz seksen bilmem kaç
    En zoru yılların
    geride kaldı
    hava aydınlandı
    kasvet dağıldı
    Bir birine yaslanıp
    Çoğaldıkça çoğaldı
    Uzunca bir zamandır
    saçları okşanmayan
                 köy çocukları
    Kötü günler de oldu arada
    Kimi sağcı oldu mesela
    Kimi solcu bir ara
    Kıyasıya kapıştılar
    Aynı merkezden yönetildiğini bilmeden
    Birbirinin gırtlağına yapıştılar
    -yurdun her yanı böyleydi
    ne gelir elden-
    Sonra bir sabah
    Sert bir düdük çalınca asker
    Hep beraber apıştılar
    -yurdun her yanı böyleydi
    ne gelir elden-

    Kaybolup gitti bazısı
    İçinde bu hengamenin
    Bazısı getirdiği çocuğu
    Mezun edip köyüne götürdü
    Fazla şey katmadan
    Çoğu erken olgunlaşıp
    koca bir adam oldu
    Doğan günden saklanıp
    kuytulara sinmeden
    Meydanlarda her gün
    Yüzleşe yüzleşe korkularla
    Yoldaş, ülküdaş, gardaş satmadan
    Hayata diş tırnak tutunup
    Yaşamayı öğrendiler
    Zor zamanlar için
    para saklar gibi bir kenarda
    Yanaklarında saklı bir tebessüm
    İçlerinde saklı bir çocukla
    Geldikleri gibi dağıldılar
    yurdun dört bir yanına
    -Çoğu belki bilmez ama
    içlerinde saklı duran
    o haşarı çocuk;
    küçücük omuzlarına
    erkenden alınca sorumluluk
    önce içlerine atıp
    sonra orada unuttukları
    çocuğun ta kendisidir-
    hemen hepsi bilir ama
    “Köylü milletin efendisidir”
    Mezun olup okuldan
    Memur olmalı ki bir yerde
    Neredeyse tamamı
    Köylü olan millete
    Hizmetkar da gerektir

    IX
    Hayatta en hakiki mürşit
    kendi deneyimidir insanın
    Annesi ne kadar “cıs” derse desin
    Çocuk sobaya değince
    Önce “cıs”ın anlamını öğrenir
    sonra ateşin yakıcılığını
    hayatla erken yüzleşip
    kendi sorumluluğunu kendi bakıcılığını
    on bir on iki yaşında alıp
    “Devletin kendilerine tanıdığı
    imkanı iyi kullanıp”
    Çok şey öğrendiler büyüyorken burada
    On bir on iki yaşında
                      köy çocukları

    Matematik, kimya
    Okşamak, dilbilgisi, sevmek
    Özgüven, tarih, coğrafya
    Dik durmak, yalnız dosta yaslanmak,
    Derste kopya çekmek ama
    hayatta özgün olmak
    Sorumluluk, saygı, fizik
    Say say bitmeyecek
    O’na emek verenlerin
    İçi rahat etmeyecek
    Aldığını verip, ışığı yansıtmazsa
    Güzel olan bir şeye de
    kendi imza atmazsa

     X
    Sene bin dokuz yüz kırklardan beri
    Her yıl biraz
    biraz daha çoğaldılar
    Çocuk yaşta devşirilip köylerinden
    Eğitilip, büyütülüp
    Başka köylere yollandılar

    Sene bin dokuz yüz kırklardan beri
    her ilde
    her meslekte
    Yarısından çok fazlası
    daha ilk günden
    göz koyduğu öğretmenlikte

    Şimdi nerde sahipsiz bir mum görsem
    karanlığa yakılmış
    Saçları aylarca okşanmamış
    Oğlan çocukları gelir aklıma
                            köy çocukları
    Ve bilirim
    Yaşları yetmiş olsun isterse
    Saçları okşandığında
    hala içleri ısınır
    Uyanır içindeki haşarı oğlan çocuğu
    Ve onlar okşarlarsa
    Bir oğlanı, bir kızı
    bir kadını saçından
    Merak ederim
    Nasıl okşarlar acaba

    Meraklısına not: Bu Garip Yolcu da Avukat Musa Şahin’in anlattığı “köy çocukları”ndan biridir. 1976-1982 yılları arasında yolu Pazarören’den geçti. O günleri andıkça burnunun direği sızlar hâlâ. Nihat Çelebi’nin videosunu izlerken odasında tek başına hıçkıra hıçkıra ağladı. Gariplik böyle bir şey demek ki.

    Vesselam…

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.