Sene bin dokuz yüz yetmiş bilmem kaç
Yemen’e gider gibi
sefere gider gibi
yurdun dört bir yanından
yola düşüp geldiler
aylarca saçları okşanmayacak
oğlan çocukları
on bir on iki yaşında
köy çocukları.
kimi iki saatlik yoldan
şuracıktan geldi
kimi iki günde o zaman
taa Muş’tan
Kars’tan, Edirne’den, Urfa’dan
çoğu Kırşehir’den
ve ille de Yozgat’tan
ihtimal saçları yıllarca okşanmamış
ve okşanmayacak olan
yurt çocukları bir de
yetişip geldiler
Yozgat Saray Kasabası
Yetiştirme Yurdu’ndan
kardeş bilerek yoklukta bir birini
anasız, babasız
on bir on iki yaşında
köy çocukları
II
Bakışlar ürkek
dudakları titrek
ellerinde valizler
gönülde memleket
önlerinde
kendilerinin planlamadığı
vaadedilen gelecek
ellerinde valizler
geride memleket
karşısında müdür
yanında babası
babasının başında değil
önünde birleştirdiği ellerinin arasında
sekiz köşeli şapkası
dokunsan ağlayacak oğlan
“ha” desen dönüp gidecek geldiği yere
sene bin dokuz yüz yetmiş bilmem kaç
bugün ilk günü yatılı okulun
daha gitmedi
O’nu kayda getiren babası
ama gitti gidecek
“emaneti Allah’a” deyip içinden
gene de üst sınıflardan
yaşça biraz büyük
bulup “insan evladı” bir abi
oğlunu emanet edip ona
yanağını okşadı oğlunun
“iyi oku oğlum,
derslerine iyi çalış,
iyi kullan / sana verdiği
bu imkanı devletin” derken
elini öpen oğlunun
yanağından öpüp / yola koyuldu
buruk adımlarla babası
saçları aylarca okşanmayacak
on bir on iki yaşında
köy çocuğu
boğazında bir yumruk
içinde volkan
giden babasının ardından
öksüz kalıyor
terk ediliyor,
ölüyor gibi,
babası değil,
dünya gidiyor gibi
bakakaldı öylece
kırgın ve küskün.
o anda eğer
üç beş damla yaş
süzülmezse yanağından
o yumruk
küçücük boğazında
epeyce bir duracak
kaypak bir rüzgar gibi gurbet
her yanından vuracak
on bir on iki yaşında
köy çocuğu
anladı ki saçları
aylarca okşanmayacak
akşam olup anacığı düşünce içine
ekine ateş
ateşe su düşer gibi
evde anası
burada kendi yanacak
III
Sene bin dokuz yüz yetmiş bilmem kaç
yarın miladın ilk günü
ders başlayacak
her sınıfta kırk kişi
üçü dördü kız
her kız her birinin sevgilisi
-külahıma anlat onu sen
rivayet o ki :
bu okuldan sadece Abdullah evlendi
neredeyse okulun gerçek sahibi sanılan
rahmetli Kazım Usta’nın kızı Aydan’la
yani Abdullah ve Aydan
gerisi yalan-
her sınıfta evet
oğlanlı kızlı
yaklaşık kırk kişi
yarısından azı sınıfın
ve bütün kızlar gündüzlü
gündüzlü:
yani her akşam olmasa da
evlerine gidebilenler hafta sonları
gömleklerini annelerinin yıkadığı çocuklar yani
babaları değilse de
arada bir annelerinin
saçlarını okşadığı oğlan çocukları
ve arada bir babalarının da
saçlarını okşadığı kız çocukları
on bir on iki yaşında
köy çocukları
yani ellerinde valiz yok
gönüllerinde değil
ayaklarının altında zaten memleket
oğlanlı kızlı
bunlar gündüzlü
IV
Sene bin dokuz yüz yetmiş bilmem kaç
her gün biraz daha gevşiyor
akşam olup
karanlıkla birlikte odaya hüzün,
yüreğine hasret çökünce,
darma duman olan küçük oğlan çocuklarının
yüreklerini sıkan mengeneler.
eskisi gibi dağlanmıyor yürekleri, tenleri
serde erkeklik var
küçük de olsalar
gurbette de kalsalar
her gün her gün ağlanmıyor
olmasa da arayan soran
gelen gidenleri
öğreniyor
sıra arkadaşına yaslanmayı
O’nunla keyiflenip
O’nunla yaslanmayı
öğrenmeli arkadaş nedir
dost kimdir
bilme zamanı çünkü zaman
hele mekan
bilme mekanı
burada boy atıp, burada büyüyecekler
genç olacaklar birlikte
sıkı dostluklar kurup
birlikte yaşlanacaklar
saçları aylarca okşanmayacak
oğlan çocukları
on bir on iki yaşında
köy çocukları
V
Sene bin dokuz yüz yetmiş bilmem kaç
ne bilgisayar var
ne şimdiki gibi her evde
her cepte bir telefon
akşamın saat yedisinde
İstiklal Marşı’yla açılıp
on ikisinde gecenin
gene marşla kapanan
Necefli maşrapasıyla maruf
tek kanallı
siyah beyaz televizyon
-çocuklara anlatsan şimdi
şaka sanır veletler-
taa şehirde gazeteler
iletişimde daha
dumandan hemen sonraki aşama
mektup devri yani devir
on bir on iki yaşında köy çocuğu
yazıp özene bezene
koşar adım postaya verir
kar kış yoksa
bir ayda varır adresine
lütfedip cevap da yazarsa
on beş yirmi günde babası
kampananın altında
“at abi at” diyerek
mutluluktan kanat takıp
uçmaya hazırdır
seksen günün sonunda
saçları aylarca okşanmayacak
oğlan çocuğu
bir sonraki mektup
gidip gelene kadar
tedavülde kalıp eskisi
yetmiş iki kere okunmazsa
uğursuzluk sayılır
kiminin kısmeti kesilir
kiminin mektubu bu yüzden
kimi sınıfta kalır
şaka bir yana
mektup bir yana
öyle değerli mübarek
VI
Sene bin dokuz yüz yetmiş bilmem kaç
kiminin elinde, kiminin ağzında
Aniden verilen komutla
ayakta okunurken yemek duası
kimin boğazında son lokması
yarı aç yarı yok
soğuktan ayakları şişerek
soğuk suyla yarım yamalak
kendisinin yıkadığı
yarı temiz elbiseler giyerek
iki öğünün birinde
soğumuş makarna yiyerek
metal sürahilerle çalıp
krom bardakla fazladan içtiği çayı
kahvaltı keyfi bilerek
hünkar yemeği diyerek
kuru fasulyeye
büyüyüp gidiyor
on bir on iki yaşında
köy çocuğu
öğrendi teneffüse çıkıp
derse girmeyi kampana sesiyle
koşa koşa yemeğe
yavaşça uykuya varmayı
-kampana dediğin
sesi devasa bir zil
kendi orta halli çan
bir çaldı mı
uyanır derin uykusundan
bin metre ötede sağır sultan
VII
Sene bin dokuz yüz yetmiş bilmem kaç
Okul açılıp gidince evden
Saçları aylarca okşanmayacak
On bir on iki yaşında köy çocuğu
Babasına göre
Bir boğaz eksilir sofradan
Kafası çalışıp, kendiliğinden okuyan
Defterini kalemini
yemini suyunu bedavadan
devletin verdiği oğlan
Yaz gelip eve döndüğü zaman
Yılkıdan dönmüş at gibi
fazladan bir ırgat gibi
Bir elde tırmık, öbüründe nacak
Bağ bahçede koşturacak,
Annesi ancak
Kocasından gizli uğruna
gözyaşı döktüğü ciğerparesi sever diye
geldiği her seferinde oğluna
Börek yapıp yedirir
Oğlanın bütün elbiselerini de
Yırtık sökük kirlidir
Diyerek elden geçirir
Kaç çocuğu olursa olsun
Yanında olmayan
Kendisinin bir tanesi
Hele bir de “takdir”liyse karnesi
Geldiği gün O’na
börek yapar annesi
VIII
Sene bin dokuz yüz seksen bilmem kaç
En zoru yılların
geride kaldı
hava aydınlandı
kasvet dağıldı
Bir birine yaslanıp
Çoğaldıkça çoğaldı
Uzunca bir zamandır
saçları okşanmayan
köy çocukları
Kötü günler de oldu arada
Kimi sağcı oldu mesela
Kimi solcu bir ara
Kıyasıya kapıştılar
Aynı merkezden yönetildiğini bilmeden
Birbirinin gırtlağına yapıştılar
-yurdun her yanı böyleydi
ne gelir elden-
Sonra bir sabah
Sert bir düdük çalınca asker
Hep beraber apıştılar
-yurdun her yanı böyleydi
ne gelir elden-
Kaybolup gitti bazısı
İçinde bu hengamenin
Bazısı getirdiği çocuğu
Mezun edip köyüne götürdü
Fazla şey katmadan
Çoğu erken olgunlaşıp
koca bir adam oldu
Doğan günden saklanıp
kuytulara sinmeden
Meydanlarda her gün
Yüzleşe yüzleşe korkularla
Yoldaş, ülküdaş, gardaş satmadan
Hayata diş tırnak tutunup
Yaşamayı öğrendiler
Zor zamanlar için
para saklar gibi bir kenarda
Yanaklarında saklı bir tebessüm
İçlerinde saklı bir çocukla
Geldikleri gibi dağıldılar
yurdun dört bir yanına
-Çoğu belki bilmez ama
içlerinde saklı duran
o haşarı çocuk;
küçücük omuzlarına
erkenden alınca sorumluluk
önce içlerine atıp
sonra orada unuttukları
çocuğun ta kendisidir-
hemen hepsi bilir ama
“Köylü milletin efendisidir”
Mezun olup okuldan
Memur olmalı ki bir yerde
Neredeyse tamamı
Köylü olan millete
Hizmetkar da gerektir
IX
Hayatta en hakiki mürşit
kendi deneyimidir insanın
Annesi ne kadar “cıs” derse desin
Çocuk sobaya değince
Önce “cıs”ın anlamını öğrenir
sonra ateşin yakıcılığını
hayatla erken yüzleşip
kendi sorumluluğunu kendi bakıcılığını
on bir on iki yaşında alıp
“Devletin kendilerine tanıdığı
imkanı iyi kullanıp”
Çok şey öğrendiler büyüyorken burada
On bir on iki yaşında
köy çocukları
Matematik, kimya
Okşamak, dilbilgisi, sevmek
Özgüven, tarih, coğrafya
Dik durmak, yalnız dosta yaslanmak,
Derste kopya çekmek ama
hayatta özgün olmak
Sorumluluk, saygı, fizik
Say say bitmeyecek
O’na emek verenlerin
İçi rahat etmeyecek
Aldığını verip, ışığı yansıtmazsa
Güzel olan bir şeye de
kendi imza atmazsa
X
Sene bin dokuz yüz kırklardan beri
Her yıl biraz
biraz daha çoğaldılar
Çocuk yaşta devşirilip köylerinden
Eğitilip, büyütülüp
Başka köylere yollandılar
Sene bin dokuz yüz kırklardan beri
her ilde
her meslekte
Yarısından çok fazlası
daha ilk günden
göz koyduğu öğretmenlikte
Şimdi nerde sahipsiz bir mum görsem
karanlığa yakılmış
Saçları aylarca okşanmamış
Oğlan çocukları gelir aklıma
köy çocukları
Ve bilirim
Yaşları yetmiş olsun isterse
Saçları okşandığında
hala içleri ısınır
Uyanır içindeki haşarı oğlan çocuğu
Ve onlar okşarlarsa
Bir oğlanı, bir kızı
bir kadını saçından
Merak ederim
Nasıl okşarlar acaba
Meraklısına not: Bu Garip Yolcu da Avukat Musa Şahin’in anlattığı “köy çocukları”ndan biridir. 1976-1982 yılları arasında yolu Pazarören’den geçti. O günleri andıkça burnunun direği sızlar hâlâ. Nihat Çelebi’nin videosunu izlerken odasında tek başına hıçkıra hıçkıra ağladı. Gariplik böyle bir şey demek ki.
Vesselam…