1963 yılında Yozgat'ta doğdu. İlkokulu köyünde okudu. Ortaokul ve liseyi 1982 yılında Kayseri Mimar Sinan Öğretmen Lisesinde tamamladı. 1986 yılında A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesinden mezun oldu. Aynı yıl basın dünyasına adım attı ve TRT'de kameraman olarak çalışmaya başladı. 1990 yılından itibaren özel televizyonlara geçti ve yönetim kadrolarında çalışmaya başladı. Toplumcu bir anlayışla ve eğitimci gözlemleriyle denemeler yazmakta. Cami fotoğrafçılığı ve camileri tasvir eden yazılarına da devam etmektedir.
“Arayan bulur” buyurmuş atalarımız. El hak doğrudur, arayan Leyla’sını da Mevlâ’sını da bulur bir gün. Ama er ama geç. Bir de belâ seçeneği var ki o bahsi hiç açmayalım. Hep birlikte Çinlilerin bedduasına uğradık, “ilginç” zamanda yaşıyoruz, bundan büyük beladan...
Zihni Yıldız’dan Yatılı Okul Günlüğüne Devam: Leyl-i Meccani Yıllarım Sene bin dokuz yüz yetmiş bilmem kaçYemen’e gider gibisefere gider gibiyurdun dört bir yanındanyola düşüp geldileraylarca saçları okşanmayacakoğlan çocuklarıon bir on iki yaşında ...
Acı-tatlı birçok hatırayı birlikte yaşadığın eski bir arkadaşınla yıllar sonra karşılaşman gibi rastlarsın birdenbire leyl-i meccani’ye. Boğazında düğüm olur kalır bir süre bu güzel tamlama: “Leyl-i Meccani” Anlatsan da anlayan çıkmaz. Eski bir şiirin ilk kelimelerini mırıldanmaya başladığını sanırlar. Hüzünlü...
Aslında şu bereketli Ramazan ayında “yazma”ya ara verip “yazılma”ya odaklanmak lazım. Gel gör ki her zamankinden daha fazla yazı girmeye başladım bu günlerde. Bu da Allah’tan. Öyleyse “Dolana ay dolana / Dolana gün dolana” türküsü eşliğinde tatlı tatlı muhabbet edelim. Türkü bitince dertli dolap ilâhisine dikey...
Vefa duygusu sadece insanlara mahsus değildir. Canlı-cansız tüm mevcudat kendi yasası çerçevesinde vefa hasletine sahiptir. Oturduğumuz sandalyenin o şekilde durması, güneşin ışık saçması, elma ağacının meyve vermesi, taşın sert olması, kuşun uçması hep vefaya dâhildir. Ezelde onlara öyle emir buyrulmuş,...
Zihni Yıldız Annemin “Yônis Kitabı”nı her elime alışımda bir hüzün çöküyor bana. Çocukluğuma gidiyorum. Uzun kış gecelerinde anacığım dertli dertli okurken etrafındakiler için için ağlardı. Hey gidi fani dünya! O günlerde annemi dinleyenlerin çoğu gitti azı kaldı. Kitap bile lime lime...
– Ustacığım boş ver artık bu işleri, bula bula kaplumbağaları mı buldun terbiye edecek? Yazık, belin dört büklüm olmuş, çık şu tablodan, gel deniz kenarında kahve ısmarlayayım sana. Bırak artık bu inat kaplumbağaları, ne halleri varsa görsünler. – Git başımdan...
Onunla yollarımız bir akrabamın biricik evladının sünnet düğününde rastlaştı. Yıllar önceydi, Sarıgazi’deki gecekondunun bulunduğu sokağı birkaç saatliğine kapatıp eşi-dostu, konuyu- komşuyu davet etmişti. Sokağa kurulan masalarda misafirlere yemek ikram edilmiş, mevlit okutmuştu. Tabi ki uzun tedaviler sonucu dünyaya gelen yeğenimizin...
Akarsular tarafından derin vadilerle yarılmış düzlüklere plato denilmektedir. Ülkemizde platolar geniş yer kaplamaktadır. Engebeli ve dağlık bir ülke olmamıza rağmen bu kadar çok plato olmasının sebebi, 3. ve 4. jeolojik zamanlarda ülkemizde gerçekleşen toplu yükselmedir. Akarsular derin vadi şeklinde olduğu...
Bir Çin atasözü dolaşıyor ortalıkta. Daha doğrusu atasözünden ziyade bir beddua bu: “İlginç zamanlarda yaşayasın” Türkçeye çevirirken buna bir de “İnşallah” eklemişler. Merak ediyorum, Çinliler bu bedduayı halen kullanıyorlar mıdır acaba? Zira zaten ilginç zamanlardayız. Bundan daha karışık, daha tuhaf...
“Olmayasın üç beldenin birinden / Divriği’den, Darende’den, Gürün’den” diye bir söz duydunuz mu? Duymadıysanız şimdi okudunuz işte. Memlekette “hemşerim memleket nere?” sorusuna bu 3 ilçeden birinden olduğunuzu söylerseniz muhtemelen kalenize tekerlemeli şut gelecektir, dikkatli olun. Nedenini niçinini bana sormayın, vardır mutlaka...
Zihni YILDIZ Kum tepelerinin bile bir gecede aniden kopan fırtına ile yer değiştirdiği uçsuz bucaksız ve ıssız çölün ortasında kurulmuş bir çadır düşünün. “İnsanlar bu çölde ne yerler, ne içerler, nasıl yaşarlar” diye kaygılanmakta haklısınız. Durun daha bitmedi, çadıra yaklaştıkça...
The Salt of the Earth (Toprağın Tuzu) filmini izledikten sonra zihnimde oluşan ve dağınık halde bekleyen düşüncelerimi paylaşmak için huzurunuzdayım bugün. O kadar dağınık ki toparlamak için madde madde sıralayarak işin içinden çıkmaya çalışacağım: – Yazının sonunda kurmam gereken “bu...
Bir önceki yazıda kahramanımız er Feridun’u alıp Payitaht’a gelmiş; Yahudi tüccarı Selanik limanında bırakmıştık hatırlarsanız. Ne dersiniz hazır suyun öte yakasına geçmişken Rumeli coğrafyasında seyahate devam edelim mi? O günün Selanik’inden yola çıkıp bugünün Edirne’sine zaman ve mekânda dikey geçiş...
Birkaç gündür Refik Halit Karay’dan Memleket Hikayeleri dinliyorum. Keşke böyle bir teknoloji olsaydı, ne güzel olurdu değil mi? Kitabını okumak yerine yazarından bizzat dinleyebilseydik keşke. Bizimki boş ve hoş bir hayal işte. Rahmetlik, ben 2 yaşımdayken vefat etmiş. Anlattığı hikâyelerin geçtiği zaman...
– Hayırdır Usta, sabah sabah gene yolculuk nereye böyle? – Adaya gidip geleceğim Evlat. Öğleden sonra dönerim buralar sana emanet. – Adaya gideceksen araba ne iş? Benim bildiğim Usta şuradan 10 dakikada Bostancı’ya kadar yürür, iskelede bekleyen alttan çarklı ada...
Bu mecradaki yazılarımın ilkine, güzel Türkçe’mizdeki bir kelime hakkında hasb-i hâl ederek başlamak istiyorum. Tek heceli, iki harfli “az” kelimesini haddim olmayarak anlatmaya çalışacağım. Lütfen azımı çoğa sayın efendim. Ele avuca sığmayan, dağlar kadar ağır, ovalar kadar engin duygularımızın vefakâr...
İki bin yirmi bir yılının Nisan ayının onuncu gününde; durup dururken -üstelik ülke gündemi ağzına kadar dolup taşmış iken- Chester denen Amerikalı emekli amiralin projesini tarihin tozlu raflarından çıkarmamın elbette bir sebebi var. Çok alametler belirdi zira. İsteyen tarihin cilvesi,...