“Olmayasın üç beldenin birinden / Divriği’den, Darende’den, Gürün’den” diye bir söz duydunuz mu? Duymadıysanız şimdi okudunuz işte. Memlekette “hemşerim memleket nere?” sorusuna bu 3 ilçeden birinden olduğunuzu söylerseniz muhtemelen kalenize tekerlemeli şut gelecektir, dikkatli olun. Nedenini niçinini bana sormayın, vardır mutlaka bir sebebi. Zamanla bu 3 belde sakinleri “en iyi savunma saldırıdır” diyerek karşı atağa geçmişler “Olamazsın üç beldenin birinden / Divriği‘den, Darende‘den, Gürün’den” şeklinde değiştirmişler bu atasözünü. Ne güzel memleket değil mi? Şakalaşması bile hoş ve latif.
Yolcu’ya sorsalardı, Nasrettin Hoca’ya uyup her iki tarafa “haklısın” derdim. Adamlar kendi aralarında tatlı tatlı şakalaşıyorlar, bir tarafı tutarak dengeyi bozmanın bir anlamı yok. Hem biz, her vesile ile “orta yol”cu olduğumuzu beyan etmedik mi? Niye bu 3 beldenin birinden olmayalım ki? Gürün’de Gölpınar diye harika bir yere gitmiştim yıllar önce. O gölün rengine, berraklığına bayılmıştım. Belediye görevlileri bize Pekin Ördeği ikram etmişlerdi yanlış hatırlamıyorsam. Her şeyi geçtim, ördeğin de mi hatırı yok? Bu nedenle asla kimseye Gürünlü olmayasın da, olamazsın da diyemem arkadaş. Sonra Darende. O güzelim belde. Anadolu’nun ortasında dümdüz bir ova. Yemyeşil. Bu gözler Darende’nin yetiştirdiği son devir velilerinden Hulusi Efendi‘yi (k.s.) bizzat görme şerefine erişti. Nasıl “Darendeli olmayasın” diyebilirim? Divriği’ye gelince. Eğin’e giderken yolumuzu özellikle Divriği’ye uğratmıştım. Maksadımız Divriği Ulu Camii’ni temaşa etmekti ama olmadı. Restorasyon henüz bitmediği için muhteşem kapıları ziyaretle yetinmiştik. Divriği’li olmak için Dünya Kültür Mirası listesindeki eser yeter de artar bile.
Bu noktada halen okumakta olduğum kitaba getireceğim sözü. Rahmetlik Haluk Dursun’un “İstanbul’da Yaşama Sanatı” adlı eseri. Elimdeki nüsha ilk baskılarından biri. Sonraki baskılarında ilaveler oldu mu acaba diye merak ediyorum. İstanbullu olun, olmayın; okumanızı tavsiye ediyorum.
Kitaptan öğrendim ki bir zamanların İstanbul’unun da 3 beldesi varmış. Bunlara “biladi selase” dermiş ecdad. O zaman İstanbul denilince Payitaht, yani sur içi akla gelirmiş. Sur dışında kalan yerler İstanbul’un beldeleri olarak kabul görürmüş. Bu 3 beldenin birincisi Eyüp tarafı imiş. Ceddim/iz Fatih’in, hocası Akşemsettin ile Hz. Halid’in mezarını bulup ihya etmelerinden sonra bu belde cazibe merkezi olmuş. İkinci belde Üsküdar imiş. Ceddimiz, bu yakaya kutsal toprakların devamı kabul etmiş, Üsküdar’a hep saygı duymuş. “Harem” adını vermiş bu topraklara. Üçüncü belde ise Pera tarafı. Orada daha çok gayrimüslim teba’a yaşarmış. Pera tarafından gelenler “İstanbul’a ineceğim” Üsküdar yakasından gelenler ise “İstanbul’a geçeceğim” derlermiş. Bu beldelere sonraları bir belde daha eklenmiş, ona da “Boğaziçi” denmiş. Haluk hoca çok güzel anlatıyor tüm bu beldeleri. Âcizane tavsiyem, hemen temin edin bu kitabı. Uzun kış gecelerinde sindire sindire okuyun, baharla birlikte de bu okuduklarınızın ışığında bir kez daha temaşa edin İstanbul’u. Ben öyle yapacağım.
Vesselam…
Detaylı bir makale olmuş kaleminize sağlık