Öyle sanıyorum ki varlığın, var oluşun, hayatın anlamı konusu her insanın hayatında belli zamanlarda kendini gösteriyordur. Yerine göre bazı insanlarda açıklanması şart olan bir soruna dönüşüyor; açıklama getirebilenler yollarına devam ediyor, açıklama getiremeyenler çöküntüye giriyorlardır. Bu konuyu düşünmeyenler ise sanırım en mutlu olanlar.
Varlığın anlamını varlığın amacı konusuyla karıştırmamak gerekir. Bu konular bazen çakışabilirler, ama aynı değildirler. Bir hayvan için, bir bitki veya cansız bir varlık için aynı olabilirler; insan için ise tamamen farklıdırlar. Bir genelleme yapacak olursak bilinç ve düşünmenin olmadığı canlı veya cansız her yapı için anlam ve amaç yaklaşık olarak aynıdır. Bunları yaratıcı bir amaç uğruna yaratmıştır ve bunların o amaç dışında izleyebilecekleri bir yol yoktur. Oysa insan farklıdır. O düşünür ve hayatında farklı yollar izleyebilir.
İnsan ve diğer varlıklar arasındaki bu farktan hareketle bazı felsefeciler varlığın sadece insan için bir anlamı olduğunu ya da insan dışındaki varlıklar için bunun önceden belirlenmiş olduğunu, insanın ise yaşantısı esnasında bunu kendisinin belirlediğini ifade ederler. Burada da aslında büyük bir hata vardır. İnsanın yaşantısındaki tercihler ancak amaçlarıyla açıklanabilir, bunlar yine varlığını anlamlandıramaz.
Varlığın anlamına açıklama getirmek bireysel çabaların ilgi odağı olmasının yanı sıra daha çok dinler ve felsefenin alanına girmektedir. Bunların ortaya koyduğu açıklamalar da yeterince tatmin edici olmamış olacak ki insanlar hâlâ arayış içindedirler.
Bu konu üzerine küçük bir araştırma yaptığımda aslında çok tatmin edici açıklamaların yapıldığını görüyorum. Anlam arayışımızdaki sorun, çözümü bulamamamızda değil, belki cehaletimizde, belki anlayışsızlığımızda, belki tatminsizliğimizde, belki kabullenemeyişimizde, belki de aklımızın bazı şeyleri almayışında yatıyor.
Gördüğüm kadarıyla varlığı anlamlandırabilmenin temel yolu Tanrı-tanımaktan geçmektedir. Onu tanımazsanız her şeyi bir tesadüften ibaret görürsünüz. Bir tesadüf olarak yaratılmışsınızdır, istediğiniz gibi yaşar ve çekip gidersiniz bu dünyadan.
Açıklanması zor bir durumdur Tanrıtanımamazlık. Tanrıtanırlar eli, kolu, gözü, kulağı tarif edilmiş, her şeye güç yetiren bir varlıktan bahsetmezler. Cisminin tam olarak ne olduğunu bilmedikleri bir varlığın sıfatlarından bahsederler. Bunu yaparken kainata ve hayata baktıkları gibi dinlerin yapmış olduğu tanımlamalardan da istifade ederler. Burada bu sıfatlardan sadece birine yer vereyim istiyorum. Yukarıda dikkat ettiyseniz ‘yaratılmışsınızdır’ ifadesini kullandım. Yüz yıl önce var mıydınız? Yoktunuz. Yaratılmak ne demek peki? Bir şeyin ya yoktan ya da vardan değişerek var edilmesi olayı değil mi? Yok iken var edildiğinize, yani yaratıldığınıza göre bir yaratıcı olduğunu düşünmek akıllıca olmaz mı? İşte ‘Tanrı var’ diyenler tutup size A veya B gibi bir cisim göstermiyorlar; diyorlar ki “Tanrı vardır, o her şeyi yaratandır.” Bunu ‘Tanrı yaratandır’ diye okuyabileceğiniz gibi ‘Yaratan varlık Tanrı’dır’ diye de okuyabilirsiniz.
Yapmış olduğum okumalar içinde varlığın anlamıyla ilgili en tatmin edici cevapları İslam’da bulduğumu söyleyebilirim. Peki İslam ne diyor bu konuda?..
Kur’an-ı Kerim’de bir ayette “Ben cinleri ve insanları, başka değil, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım” buyruluyor. Yani yaratan, yani Allah böyle buyuruyor. Sonra şöyle devam ediyor: “Onlardan bir rızık istemiyorum, beni doyurmalarını da istiyor değilim. Şüphesiz rızkı veren, sarsılmaz gücün sahibi olan yalnızca Allah’tır.”
Bu ayetler çoğu Müslüman için yeterli bir cevap oluşturuyor, ancak felsefeciler, Tanrıtanımazlar ve hatta biraz daha bu işe kafa yoran Müslümanlar için arayış devam ediyor. Hepsi de haklı olarak soruyorlar: “Allah, rızık istemiyorsa, doyurulmayı beklemiyorsa ve hiçbir şeye ihtiyacı yoksa niçin yaratmıştır insanı ve insan için olduğu öne sürülen kainatı?”
Başka bir ayette “Andolsun biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık” denilmektedir.
Ve yine soruyoruz:
“O, ibadetlerimizden veya günahlarımızdan etkilenmiyorsa neden bizden kulluk bekliyor? Neden cinlerin ve insanların çoğunu cehennem için yarattığını bildiriyor?”
Bu ayetlerle varlığın anlamını tam olarak çözemeyen bazı kimseler Kur’an’ın ‘Ben niçin yaratıldım?’ sorusuna cevap vermediğini düşünüyorlar.
Bir ayet daha vermek istiyorum: “Yedi göğü ve yerden de onların benzerlerini yaratan Allah’tır. Allah’ın gücünün her şeye yettiğini ve yine Allah’ın ilminin her şeyi kuşattığını bilesiniz diye O’nun buyruğu gelip, bunlar arasında sürekli gerçekleşir.”
Amacım bir tefsir işine girişmek değil. Konuyla doğrudan ilgili olduğu için bu ayetleri verdim. Kur’an’a varlığın anlamı kapsamında bakarsanız çok daha fazla bilgi bulabilirsiniz. Ancak bulduğunuz bilgilere bakış açınız sizi tatmin eder veya etmez.
Kur’an’ın değişik yerlerinde ‘halık, fatır, bedi’ gibi doğrudan yaratmakla ilgili, bazen de yaratmakla dolaylı ilişkisi olan başka terimler geçer. Yaratmaya bu kadar temas edilmesi, hatta yaratmayla ilgili terimlerin defalarca kullanılmasının bir anlamı yok mudur? Ya da bu terimlerden O’nun yaratıcı olduğu konusunun durmadan kafanıza vurulmasının mı amaçlandığını anlamalıyız?
Allah kelimesi ne kadar önemliyse yaratıcı anlamına gelen terimler de o kadar önemlidir ve hayatın anlamı işte tam burada yatmaktadır. Şimdi şu soruyu soralım: “Allah, yaratıcı olduğu için mi yaratmıştır yoksa yarattığı için mi yaratıcıdır?”
İnsan üzerinden örneklerle bu sorunun cevabını vermeye çalışalım…
Bir ressam düşünün. Her karşılaştığınız kişi diyor ki “İşte bu şöyle bir ressamdır, işte bu böyle bir ressamdır.”
“Madem ki bu kişi bir ressam, eserlerini bir göreyim” demez misiniz?
Eserlerini görünce onun bir ressam olduğunu anlarsınız. Sizce o kişi ressam olduğu için mi çizmiştir, çizdiği için mi ressam olmuştur?
Veya bir doktor düşünün. Doktor olduğu için mi hastalara bakar, hastalara baktığı için mi doktordur o?
Öncelikle sizde bir vasfın, sıfatın, yeteneğin olması gerekir. Bunların bilinmesi için de ortaya eser koymanız gerekir. Koyduğunuz esere bakarak kişiler sizin hakkınızda bir fikre sahip olurlar.
Allah da yaratıcıdır. Bu onun ayrılmaz bir vasfıdır. Yaratıcılık vasfı ancak yaratmasıyla kendini belli eder. Bazıları “yaratmasaydı da izzet ve kemalinden hiçbir noksanlık olmazdı” derler. Şüphesiz olmazdı, ama akla uygun olmayan bir durum ortaya çıkardı… Hiç resim çizmemiş bir ressam, hiç hasta bakmamış bir doktor ve hiç yaratmamış bir yaratıcı.
Allah’ın varlığı nasıl bir zorunluluk, yokluğu imkansız ise yaratıcılık vasfı da bir zorunluluktur, olmazsa olmaz bir vasıftır ve yaratmaması mümkün görünmemektedir.
Allah’ın yaratmasının ona ait bir vasfı ortaya çıkarması dışında O’nun için, sıfatlarının kemalinde bir artma veya tersi durumda noksanlık ortaya çıkarması düşünülemez.
Bu sözlerden onun yaratmasının hariçten gelen bir zorunluluk olduğu anlamı çıkarılmamalıdır. Sonuçta bu doğal bir sıfat-eylem bütünlüğüdür. Nitekim O daima yaratmıştır ve halen de yaratmaktadır. Kainatı yarattığı gibi belki bilmediğimiz daha pekçok şey de yaratmış olabilir. Bizim ilmimiz kısıtlıdır; biz ancak ilmin bize açılan kısmı kadar görebiliyor, bilebiliyoruz. Şunu da biliyoruz ki Allah yarattıkları içinde insana ayrı bir değer vermiş ve “İnsanları beni tanımakla şereflenmeleri için yarattım” buyurmuştur.
Sonuç olarak diyebiliriz ki ‘şunun için, bunun için’ gibi ifadeler varlığın anlamını değil amaç, görev ve sorumluluklarını ifade etmektedirler. Taşların, bitkilerin, suyun, ateşin, hayvanların nasıl ki belli görevleri varsa insandan da istenen görevler vardır. Aradaki fark bilinçtir, düşünmektir. İnsan dışındaki varlıklar sorgu sual edemezler, öylece görevlerini yaparlar. İnsanların ise istenen yükümlülükleri yerine getirmek kendi iradelerine bırakılmıştır, böylece bir imtihan ortamı oluşturulmuştur.