Beyin göçü geri kalmış veya gelişmekte olan devletlerin büyük sorunlarından biridir. Sorunun tek çözümü vardır, o da büyük devlet olmak. Büyük devlet olduğumuz zamanlarda beyin göçü alırdık, şimdilerde ise beyin ihraç eder duruma geldik. Her zaman büyük devlet olma şansına sahip olamayacağımıza göre çözümü olmayan bir sorun olarak bakmak daha akıllıca olur herhalde bu soruna.
Çözüm yoksa konuyu irdelemeyelim mi?..
Bu sorunun ızdırabını çekenler zaman zaman galeyana gelirler; konuşmaya, yazmaya, bazen de sağa sola saldırmaya başlarlar. Bu saldırıların muhatapları çoğunlukla devletin yöneticisi, yönetenleri veya yetkili diğer kişiler olurlar. Şüphesiz bu zümrenin bu konudaki sorumluluğu büyüktür ve ellerinden gelen bir şeyler var da yapmıyorlarsa büyük vebal altındadırlar.
Gelelim tebaanın sorumluluğuna…
İnsan nefsi her şeyin daha güzelini, daha fazlasını istiyor. Beyin itibariyle kapasiteniz varsa ve bu kapasiteyi birileri keşfetmişse, daha iyi bir yaşamın kapıları size aralandığında bu tercihi seçmek hiç de zor olmuyor. Kapasiteyi bazen ülkenizde bazen de bir şeyler öğrenmek için gittiğiniz ülkelerde tespit edebiliyorlar. Bunlar komplo değil, eğer o duruma gelmişseniz sizin için açılan sınavları, teklifleri bir bir buluyorsunuz önünüzde.
Gençler önlerine çıkan seçenekleri daha çok maddi boyut itibariyle analiz ederek bir karar veriyorlar. Maalesef işin milli, dini, ahlaki boyutları pek dikkate alınmıyor. Bazen böyle konularda hassasiyetleri olan ailelerden de o kadar ilginç örneklerle karşılaşıyorum ki şaşıp kalıyorum.
Örnegin anne-baba koyu milliyetçi, çocuklar yurt dışında! “Doğal haklarıdır, gidebilirler ve yurt dışında yaşayabilirler” diyebilirsiniz. Kimsenin yurt dışına gitmesine karşı değilim. Gitsinler, taslarını doldursunlar, geri dönsünler. Ama durum böyle değil. Bize milliyetçi görünen kişiler sanırım çocuklarını o kadar milliyetçi yetiştirmiyorlar olsa gerek ki çocuklar geri dönmemek üzere gidiyorlar.
Sorunun çok ciddi boyutları var, hem ülke için hem de birey için.
İnsanlar genellikle ülke açısından bakarlar bu soruna. Beyin göçünün ülkeye verdiği zararları konuşurlar… Peki bu sorundan ülke zarar görür de göçen beyinler hep kâr mı ederler?..
Yıllar önce eğitim amaçlı olarak bir süre başka bir ülkede kalmıştım. Orada bir aileyle tanıştım. Aile reisi olan abimiz, öğretmen olarak bu ülkeye gitmiş ve orada daimi olarak ikamet etmek zorunda kalmışlar. Sayın hocamla konuşurken söylediği bir iki cümleyi hiç unutamıyorum. Bana demişti ki:
“Neredeyse çocuklarımızı kaybetmekten korkmaya başlamıştık. Allah’a şükürler olsun ki Türk televizyonlarını seyredebilir duruma geldik de hiç olmazsa çocuklarımız Türkçe’den kopmuyorlar.”
O sıralarda Türkiye’de yayın yapan kanallar Avrupa yayınlarını yeni başlatmışlar veya başka bir şekilde Türkiye’deki yayınlara Avrupa’daki Türkler yeni ulaşır hâle gelmişlerdi.
Acı bir gerçeği ne güzel özetlemişti hocam. Din gitmiş, ahlak batının ahlakına dönmüş, yaşam şekli tamamen değişmiş, ama hocam sadece kalan bir dil ile şükretmeye, kendini teselli etmeye çalışıyordu.
Başka bir örnek daha vermek istiyorum…
Bir gün bir büyüğümüzle sohbet ortamında bulunuyorduk. Yurt dışında yaşayan oldukça yaşlı bir kişiden bahsediyordu. Adam onlarca yıl yurt dışında yaşayıp belli dertlere, hastalıklara ve ihtiyarlığa duçar olduktan sonra dert yanmaya başlamış:
“Azizim, buraların hiç tadı tuzu yok. Yaşanacak yer değil buralar. Epeyce birikim yaptım, bir iki yıl daha kaldıktan sonra memleketime dönmeyi düşünüyorum…”
Bizimki sinir olmuş.
“Be adam!” demiş, “Şeker hastalığına yakalanmışsın; tansiyonun almış başını gitmiş; kalbin teklemeye başlamış; ömür geçmiş gidiyor; sen hâlâ bir iki yıl daha kalıp memleketime dönmeyi düşünüyorum diyorsun!”
Beyin göçünün öznesi hâlinde bulunan, beyin göçüne aday bulunan kardeşlerimizin yaşam şeklinden çok yaşamın amacını irdelemeleri gerektiğini düşünüyorum.
Tıp Fakültesi’nde paraya para demeyen bir hocam vardı. Bir arkadaşım bir gün bu hocamla sohbet ederken soruyor:
“Hocam, gece gündüz demiyor, çalışıyorsunuz. Evlenmemişsiniz, çoluk çocuk da yok. Ne yapacaksınız bu kadar parayı?”
Arkadaşın bir çocuğu var ve hoca da bunu biliyor. Diyor ki:
“Bak, senin bir oğlun var ya!”
“Evet, var hocam.”
“Sen onu ne kadar seviyorsun?”
“Çok seviyorum, hocam. Hiçbir şeyle ölçülemeyecek kadar çok seviyorum.”
“İşte sen oğlunu ne kadar seviyorsan ben de bu paraları o kadar seviyorum!”
Geçenlerde ne duysam beğenirsiniz!.. Hoca emekli olmuş… Ve… Emekli olduktan birkaç ay sonra da intihar etmiş. Üzüldüm… O evlat gibi sevdiği milyonlarca, belki de milyarlarca parayı arkada bırakarak çekip gitmiş.
Ne demiştim, yaşamın amacını irdelemek lazım. Senelerce çalışıyor, kazanıyorsun. İyi çalışıp bol kazanmak ve güzel bir hayat geçirmek için yerine göre ülke seçiyorsun. Ve bir an geliyor, bunların hepsi anlamsız hâle geliveriyor.
Evleniyorsun, çoluk çocuğa karışıyorsun, ama tamamen yabancı bir kültürün içinde yaşıyorsun. O hayat seni öyle bir yutuyor ki yutulduğunun farkına bile varmıyorsun. Seni kaybediyoruz, seninle birlikte senin neslini de kaybediyoruz. “Bana bir şey olmaz!” diyerek gidenlerin çok geçmeden o toplumun tam bir parçası olduğunu görüveriyoruz.
Farklı bir kültür içerisinde yaşayıp da o kültürün bir parçası olmayan veya kendine ait değerlerin çoğunu kaybetmeyen insan ya da insan topluluklarına çok az rastlanır.
Hayatı eğer sırf bu dünyadan ibaret görüyorsanız varın istediğiniz yerde istediğiniz gibi yaşayın.
Eğer bir de öbür dünyanın olduğuna ve asıl olarak öbür dünyanın sonsuzluğuna inanıyorsanız yaşamınızı veya yaşam planınızı irdeleyin. “Beynimi alıp bir yerlere gitmesem ülkemde sanki inancımı çok daha iyi mi koruyacağım?” da diyebilirsiniz. Bunu da tartın, gideceğiniz yerlerde kısa veya uzun vadede başınıza gelebilecekleri de tartın. Ona göre verin kararınızı…