Tıp Fakültesi’nde Dönem 3’ü okuyorum. Amfide her ders öncesi hoca beklerken yaşanan olağan bir gürültü mevcut. Hocanın sınıfa girip kürsüsüne geçtiğini fark ettiğimi hiç hatırlamıyorum. Birden yüksek tonlu çirkin bir bağırışla irkildik:
“Ağzınıza …! Kesin sesinizi!”
Birden ortalığı bir sessizlik bürüdü, tam bir ölüm sessizliği. Ağızlar açık, gözler fal taşı gibi. Kimse ne olduğunu anlayamamıştı. Şişman ve de orta yaşlarını kısmen geçmiş, rüküş kıyafetli bir kadın, kürsüden nefret dolu gözlerle öğrencilere bakıyordu. O da susmuştu, zaten sessizliği sağlamak için başka bir şey yapmasına gerek kalmamıştı.
Hikaye yazdığımı sandınız, değil mi? Hayır! Tamamen yaşanmış bir olay. Sonrası pek o kadar renkli değil, ama ben yine de devam edeyim…
Hoca dersini anlattı, iyi veya kötü, önemli değil. Ve dersin sonuna geldik. Hocalarımızın çoğu biz dışarı çıkarken ders materyallerini toplamakla meşgul olurlar, sonra da çıkar giderlerdi. Bu hocamız çıkamadı. Dersin başında hepimize ettiği küfür nedeniyle arkadaşlar hep bir olup hocanın üzerine yürüdüler ve tepesine çullandılar!.. Hayır, hayır, böyle olmadı. Tepesine çullandıkları doğru, ama linç etmek için değil. Her biri bir taraftan hocaya sorular sormak, belki de yalakalık yapmak için. İyi bir pedagoji dersi almıştım! Bir derse girdiğimde sessizliği nasıl sağlayacağımı ve öğrencilerimin saygısını nasıl kazanacağımı öğrenmiştim!
Yıllar sonra askerliğimi yapmak için Samsun’a gittim. Bir sağlık çalışanı olarak yapacaktım askerliğimi ve grup tamamen doktorlardan oluşuyordu. Aralarında yaşını başını almış, çoluk çocuğa karışmış kişiler, hatta artık kalbi teklemeye başlamış kişiler bile vardı. Hepsi de mesleklerinde saygın, hasta veya hasta yakınlarının karşılarında el pençe durdukları, arkasından ‘Hocam, Hocam’ diye koşuşturdukları kişiler.
Askerlik yapanlar bilirler, meşhur bir içtima olgusu vardır. İlkokul çocukları gibi sıraya girersiniz ve her ne yapılacaksa ondan sonra yapılır. Komutanlardan biri gelir, konuşur ve talimatları verir. Bölüklerden birinin ağzı bozuk bir komutanı vardı, ismi lazım değil. Tamamen küfürlerle konuşur, ara sıra aklınca espriler yapardı, belden aşağı. O tonlarca mürekkep yalamış meslektaşlarım ne yaparlardı, düşünebiliyor musunuz? Hakır hakır gülerlerdi ve en çok o komutanı sever, ona ilgi gösterirlerdi. Bir pedagoji dersi daha almıştım!
Nereye varacak bu sözün sonu?..
Ara ara basit taciz suçlamalarıyla çalkalanıyor sanat dünyası. Bazı sanatçılar ‘İşte şurama dokundu”, “Eteğimin altına elini soktu”, “Bir arkadaşıma da aynısını yaptığını görmüştüm” gibi çirkin sözlerle itham ediliyorlar. Belki gerçek belki yalan, bilmiyorum. İsim de vermeyeceğim, zira amacım birilerini savunmak veya başka birilerini aşağılamak değil.
Senelerce bu millet bazı sanatçı kılıklı kişilere yaptığı programları seyrederek acayip bir destek veriyor. Yukarıda bahsettiğim ithamlara maruz kalan kişiler zaten sözleriyle, hâl ve hareketleriyle bu milletin değerlerini rencide ediyorlar, ama nasıl garip bir durum ise programları senelerce reytinglerde en üst sıralarda bulunarak sürüp gidiyor. Okulda ve askerlikte yaşadığım olaylara ne kadar benziyor, değil mi?
Yerine göre o sanatçı kılıklı kişilerin çevresindekiler de ona prim veriyorlar; yaptıklarına, söylediklerine kahkahalarla gülüyorlar.
Sonra bir gün geliyor, ne oluyorsa ipler kopuveriyor. Ve başlıyor ithamlar. Sanki bu ahlaksızlığı yapan insanların bu duruma düşmesinde başta yakınında toplanan güruh olmak üzere hepimizin bir suçu yokmuş gibi. Bu kişi veya kişiler tutup “Yahu, falanca yerde bacağına dokundum, bir şey demedi, filanca yerde dokundum, taciz etmiş oldum” dese veya “Falanca yerde öptüm, sorun olmadı, filanca yerde öpünce taciz etmiş oldum” dese hak vermemezlik edebilir misiniz?
Kimseyi aklama, paklama gibi bir niyetim yok. Ben bir eylemi ahlaksızlık olarak bilirsem, o eylem hangi şart altında yapılırsa yapılsın, benim için bir ahlaksızlıktır. Rol icabı olarak bile olsa, çıkıp bir programı sunarken halkı güldürmek amacıyla bile olsa kimsenin ahlaksız bir sözü söylemeye, ahlaksız bir eylemi yapmaya hakkı yoktur. Böyle ahlaksızlıkları yapanlara alkış tutup göklere çıkardıktan sonra bir gün gelince benzer eylemleri nedeniyle tepelerine vurmaya da kalkamazsınız. Bunu yaparsanız o da karşınıza geçip Nasreddin Hoca’nın hesabı asıl suçlu olan hepinizi kastederek sormaz mı, “Hiç mi hırsızın suçu yok!” diye.