Yayın sekreterliği yaptığım günlerde bir gün elime çok meşhur bir cerrahi kitabının çevirisi geçti. Bir hevesle alıp okumaya başladım. Birkaç paragraftan sonra başımı kaldırıp tavana baktım. Ne anladım diye sordum kendi kendime. Cevap: “Hiçbir şey!”
Kısa bir süre sonra ben bir çeviri kitap işine başladım. Göz hastalıkları üzerine olan kitabımı yoğun bir gayret sonucu kısa sürede tamamladım. O zamanlar hazırladığımız metinleri kalemle yazıp öyle teslim ediyorduk yayınevine. Metinleri teslim ettim, dizgisi yapıldı ve basıldı.
El yazısı bilgisayara geçirilince çok sayıda hata oluyor. Daha yeni nişanlanmıştım. Haftada bir kere nişanlımla bir araya gelirdik ve o görüşmelerimizde de bu kitabın işleriyle uğraşırdık. Sağ olsun bana hiç kızmazdı. Oturur, saatlerce o basılan kâğıtlar üzerinde düzeltme çalışması yapardık.
Sanırım bu düzeltmeleri tüm kitap için birkaç defa yapmışızdır. Dizgi konusunda hata kalmadığından emin olunca kitabı sanki basılmış gibi aldım elime ve okumaya başladım. Biraz okuduktan sonra sordum kendime, “Ne anladım?” Cevap: “Hiçbir şey!”
Çeviri konusunda tecrübesiz değildim. Daha önce çok sayıda makale çevirmiş, hatta çeviri kitap bile yayınlamıştım. Buna rağmen yaptığım çeviriyi beğenmedim.
Baştan yeniden çevirmeye başladım. Bu sefer orijinal kitaptan değil ama. Kendi çevirimi, yani Türkçe olan çevirimi Türkçe’ye çeviriyordum.
Bu durum ilginç görünüyor olsa da bence doğrusunu yaptım. Zira yukarıda bahsettiğim cerrahi kitabının sorunu buydu. Motamot çevrilmişti ve her ne kadar kelimeler ve cümleler yerli yerinde de olsa anlaşılmıyordu. Çevirmenin yaptığı çeviriyi belki paragraf belki konu bütünlüğü içinde yeniden değerlendirmesi gerekiyordu ve benim yaptığım iş, işte buydu.
Yıllar sonra doçentliğin sözlü sınavına hazırlanırken çok kullandığımız bir kitabın yeni piyasaya çıkmış çevirisi geçti elime. Konuya hakim olduğum için anlamakta pek zorlanmıyordum, ama daha ilk bir iki sayfada onlarca tashih ve çeviri hatasıyla karşılaşmıştım. Kitabı sonuna kadar okudum ve tüm düzeltmeleri yaptım. Yaptığım düzeltmeleri bilgisayara geçirdiğimde A4 kağıtla tam dört sayfa tutmuştu.
İncelediğim başka çevirilerde de çok sayıda hatayla karşılaşıyordum. Bu bahsettiğim kitap bardağı taşıran son damla oldu. Çok sinirlenmiştim. Kitap yazma ve çeviri yapma üzerine bir makale kaleme alarak bahsettiğim kitabın hatalarını iliştirip Türkiye’nin göz bilimindeki en yetkin kurumuna gönderdim. Amacım bu konuda kurumun bir çalışma yaparak bu işe bir düzen verilmesiydi. Belki zorlayıcı kararlar alamazdı, ama hiç olmazsa tavsiye kararları olabilirdi. Hiçbir şey yapmadılar. Gönderdiğim metinleri aynen iade ettiler.
Kitap yazma ve çeviri yapmakla ilgili makalemi neyse ki başka bir dergide yayınlama şansım oldu. Bu işe girişenlere bir faydam olduysa ne mutlu bana! Olmadıysa da zerime düşen vazifeyi yerine getirmenin mutluluğunu yaşıyorum.
Başlığı ‘Çeviri Yapma Sanatı’ olarak koydum. “Bu işin sanatı mı olurmuş, bir kişi yabancı dili biliyorsa oturup çeviriyi de yapar” demeyin. İngilizce hazırlık sınıfı okuyunca çeviri yapabileceğini sanan bir çok kişiyle bir arada bulundum. İngilizce hazırlık sınıfında okuyunca kolayca çeviri yapabileceğini düşünerek asistanlarına çeviri görevi veren çok sayıda hocalar gördüm. Öyle ki, bu çeviriyi yayına gönderirken asistanına olan güveni yüzünden metni hiç okumayan hocalarla karşılaştım.
Bilimsel yayın sektöründe günümüzde çok sayıda çeviri kitap bulunuyor. Başka alanları bilemem, ama kendi alanımla ilgili olarak azalsa da sorunların devam ettiğini söyleyebilirim. İnsan hayatıyla doğrudan ilişkili olan Tıp Bilimi’yle ilgili bu tür işlere girişenlerin konuya biraz daha fazla hassasiyet göstermelerini istirham ediyor, okuyucunun da tıptaki çeviri kitaplara temkinli olarak yaklaşmasının iyi olacağını düşünüyorum.