Bir zamanlar seyahatlerim esnasında Ürdün’de Türk elçilik veya konsolosluğuna uğradığımda ısrarla dekoder tipi cihazları nereden edinebileceklerini soranlara rastlıyordum. Dikkatimi çekmişti. Cine 5 gibi Türk kanallarını izleyebilmek için şifre çözücü cihazlara ihtiyaç duyuluyordu. Daha doğrusu şifre çözücü aygıt olan dekoderi edinmek istiyorlardı. Özal döneminde özel kanalların devreye ve vizyona girmesiyle özel Türk kanallarını seyretme furyası başlamıştı. Yer yer bu dizilerin tahripkar etkisine de vurgu yapılıyordu. Zamanla Türk dizileri Arap aleminde ve dünyada alışkanlık ve tiryakilik yapmaya başladı. İzleyicilerin Mühenned olarak isimlendirdikleri Kıvanç Tatlıtuğ ismi hatırı sayılır bir şöhret yakaladı. Seyircilerin en azından bir kısmı gayri ihtiyari dizilerden Türkçeye geçiyordu.
Nitekim bir programda Hindistan’ın ortasında bir kız ‘ben dilinizi biliyorum, size Türkçe hitap edebiliyorum’ diye çekim ekibini şaşırtıyordu. Meğerse Hintli göçebe yaşayan bir ailenin kızı olan Saba Türk dizileri sayesinde 5 yıldır Türkçe konuşabiliyormuş (https://www.youtube.com/watch?v=gPiLxz00oAw ). Bu da dizilerin kültürel etkilerini gösteriyor! Görsele hitap eden diziler veya Türk kanalları özendirici oluyor. Geçmişte Brezilya ya da Hindistan dizileri bu sahayı işgal ediyorlardı.
Yumuşak kültürel güç olarak televizyonun etkisi inkar edilemez. Nitekim bir zamanlar Arnavutluk ziyareti sırasında kimi kızların İtalyanca konuştuklarına şahit olmuştuk. Kaynağını da öğrendik. Meğer karşı yakada veya Çizme ve üzerinde yayın yapan kanallar vasıtasıyla İtalyancalarını geliştirmişler. Böylece hem Batı merakını gideriyor hem de bir nebze avarelikten veya yeknesaklıktan kurtuluyorlar. Bu yönüyle tv kanalları veya diziler adeta kültürel misyonerlik yapıyorlar. Milletler arasında köprü görevi ifa ediyorlar. Zevk ve eğlence boyutundan öğrenme boyutuna intikal edebiliyorsunuz. Burası önemli. Dil kurallar bütünü üzerinden değil pratik olarak; konuşarak, dinleyerek öğrenilir. Gerisinde de merak vardır. Bu daha kolay ve kestirme bir yoldur. Kimileri diziler üzerinden merak saikıyla Türkçeyi de öğreniyor. Nitekim Milliyet gazetesinin özel bir haberinde Türk dizilerinin dünyada 800 milyon kişiye hitap ettiği haber veriliyor. Bu devasa bir rakam. Balkanlar’dan Hindistan’a kadar geniş bir yelpazeye yayılıyor. İlgili haberde 170 ülkede Türk dizilerinin izlendiği nazara veriliyor ve dikkatlere sunuluyor. Bu da ister istemez Türkçeye olan ilgiyi körüklüyor. 123 ülkeden binlerce seyirci Türkçe öğrenmenin yollarını arıyor. Dizilerle arasındaki dil engelini böylece aşmak istiyor. Dizilerden etkilenen seyircilerden bir kısmı da turist olarak Türkiye’ye geliyor. Bu ilgiye geçmişte hasmımız olan Sırbistan gibi ülkeler de dahil bulunuyor. Bu da dilin yumuşak güç aracı olduğunu ortaya koşuyor. Yumuşak güç de ülkelerin nüfuz ve etki alanını belirliyor, oluşturuyor.
Geriye içerik ve muhteva meselesi kalıyor. Elbette içerikler sağlıklı bir rol model veya dünya görüşü sunmuyor. Bilakis yer yer bozucu etkiler meydana getiriyor. En azından bunun dengelenmesi lazımdır. Aksi takdirde etkileri bumerang gibi geri dönerek bizi vuracaktır. Nitekim Mehmet Akif Ersoy meselesi gibi meseleler bize bunu göstermektedir. Nefsin dizginlerine tabi olmak, dolu dizgin gitmek hayır getirmez. Nefis çocuk gibidir sütten kesersen, kesilir. Nefsin arzuları ve bedenler kadar insanların çoraklaşmış ruhlarına da hitap etmeliyiz. Kısaca diziler görsel boyuta hitap ediyor. Zevk ve eğlence boyutunu öne çıkartıyor. Bu çekim gücü için gerekli ise de ötesine geçmek ve ruha dokunmak gerekiyor. Bunun için de yumuşak güç araçlarımız var. Mevlana ve Yunus Emre gibi. Bunlar üzerinden insani ortak değerlere vurguda bulunabiliriz.
Mustafa Özcan