Ülkemizin neredeyse her köşesinde daha önce misli görülmemiş bir restorasyon faaliyeti göze çarpıyor. Türkiye’nin her tarafında tarihî yapılar ayağa kaldırılıyor, onarılıyor; tekrar kullanılabilir hâle getiriliyor. Bu yaygın onarım faaliyeti şehirlerimizin görünür yüzünü de etkiliyor. Tarih sûreta canlanıyor.
Bu gözle görülür inşa faaliyeti sonucunda yenilenmiş binalara mı sahib oluyoruz, yoksa tarihî yapının muhtevasına uygun, en azından saygılı, bir onarım mı yapıyoruz?
Türkiye’de restorasyon amaçlı faaliyetler yeni değil, en az yüz yıllık geçmişi var. Geçmişte ata yadigârı büyük ve çok bilinen eserleri ayakta tutmak için gösterilen çabalar günümüzde daha geniş bir çerçeve içinde ele alınıyor. Büyük bir bölümü heba edilmiş, ranta kurban verilmiş sivil mimarî yapıları ancak son yıllarda dikkate alınır hâle geldi. Birçok şehrimizde ciddi kaynaklar kullanılarak onarım-restorasyon faaliyetleri yapıldı. Bazı sokaklar, küçük çaplı mahalleler gün yüzüne çıkarıldı. Binalar turizm amaçlı, kültür amaçlı kullanılan yapılar haline dönüştürüldü.
Belediyeler de eskisine göre daha dikkatli tarihî yapılar hususunda. Bir zamanlar eski güzelleri yıkıp yeni çirkinleri dikmek marifet sayılırdı. Son yıllarda güçlenen hassasiyete rağmen, restorasyon faaliyetlerinin tarihî muhtevaya uygunluğu noktasında ciddi tereddütler var. Bu tereddütü besleyen esas itibarıyla kötü örnekler. Bir bakıyorsunuz harabeye yüz tutmuş bir ev, yıkılıp eski halini hatırlatır şekilde betondan yeniden yapılıvermiş. Gerçek bir tarihi eser onarılırken, dönemine yakışmayan unsurlar eklenmiş. Bugün kullanılan tarihi yapılara günümüzün yapı malzemeleri ile eklentiler yapılmış.
Kalecik Ankara’nın tarihî bir ilçesi, memleketim. İsminden anlaşılacağı gibi kalesi olan bir şehir. Bölgede Ankara ile Çankırı arasında kalesi olan başka kasaba yok. Bundan yedi sekiz yıl önce bir süredir yol uğratmadığımız şehrimize gittiğimizde yepyeni ve betondan bir kale ile karşılaşmıştık!
Gazetelere yakın zamanda yansıyan bir örnek, Anamur’daki Mamure kalesi ile ilgili. Geçmişi antik döneme giden kaleye Karamanoğullarının ve Osmanlıların da eli değmiştir. Gazetelere yansıyan haberlere göre, 2012’de UNESCO dünya geçici miras listesine alınan kalenin restorasyonunda gereken hassasiyet gösterilmemiş, beton sıva, pvc pencere gibi unsurlarla tarihî kimliğine zarar verilmiştir.
Restorasyonda esas, binanın tarihî özelliklerini korumak, orijinal malzeme ile yapıyı ayağa kaldırmaktır. Avrupa şehirlerini görenler bu şehirlerde tarihî görünümün titizlikle korunduğuna şahid olurlar. Biz maalesef tarihî şehirlerimizi koruyamadık. Başta İstanbul ve Bursa olmak üzere tarihî medeniyet merkezlerimiz ciddi tahribata maruz kaldı. Elde kalan yapıları yaşatmak, etrafını tarihî görünüme halel getirecek binalardan temizlemek, şehrin tarihî dokusunu iyi kötü koruyan bölgelerini sağlıklılaştırmak ciddi bir mesele olarak önümüzde duruyor.
Tarih kitaplardan okunur elbette. Fakat tarihe şahidlik eden yapılardan okumak da önemsenmeli. Şehirlerimizi tarihî yapılardan arıtarak ve devasa beton binalarla doldurarak birbirinin benzeri kişiliksiz yerler haline getirdik. Bu tür yapılaşmanın aynı zamanda kültürel-manevî arkaplanı tahrib ettiğini dikkate almadık.
Tarihsiz şehir ne kadar talihsizdir!
Tarihi yapıların bakımı, onarımı ve kullanılması hassasiyet ister. Burada Bursa’da yaşayan bir örnek şahsiyetten söz etmek istiyorum. Bursa’da 18. yüzyıldan kalma Numaniye dergâhını ata yadigarı olarak ayakta tutan Safiyüddin Erhan Bey, şehrinde son yıllarda görülen taribattan bilhassa müşteki. Numaniye tekkesinin onarımını bizzat yöneten Safiyüddin beyin menkıbe addedilecek bir tasarrufundan söz edilir. Bursa’nın şiddetli lodosunun kırdığı tekke camının parçalarını eliyle tek tek toplamış, tavada erittirmiş, cam haline getirtmiş ve binadaki yerine taktırmış. Onu şu sorulmuş: “Bunun için harcadığınız paraya kaç k krz;p;p ,atı cam alabilirdiniz, bu masrafa ve zahmete neden girdiniz?” Cevap şuymuş: “O cam yıllardır buraya hizmet ediyor. Bu hizmeti görmezlikten gelmemek lâzım.”
Buna eşyaya da hakkını teslim etmek denir herhalde!
Onarılan tarihî binalara da hakkını vermek zorundayız. Restore edilen tarihî binalar ne yapılıyor? Bazıları ticarî amaçlı kiraya veriliyor. Bir kısmı da kurumlara, dinî yapılara, cemaatlere veriliyor/tahsis ediliyor. Onların çoğu da tabelalarını asıp kapısına kilit vuruyorlar!
Binaların maddesi onarılıyor da, ruhu ne âlemde?
Vaktiyle bu binalarda ne yapılırdı? Şimdi ne yapılıyor veya yapılmıyor?
Geçmişimizin maddesini ayağa kaldırmak için onarım önemli. Bu şöyle veya böyle yapılıyor. Maddî onarımdan sonra manevî ve ruhî bir onarıma da ihtiyaç var. Bu da onarım görmüş tarihî yapının amacına uygun şekilde kullanılması ile olur.