Çalışmasına; bilim-düşünce adamlarından, yani Müslüman aydınlardan önemli bir isteğini ifadeyle geçelim: O, şöyle der:
“Benim çalışma yılım 365 gündür. Haftanın yedi günüdür. Ben Cumartesi, Pazar günü bile sabah saat 7.30’da enstitüdeyim. Bilim adamlarından buna yakın bir çalışma isterim”.
Bu paragraf, aslında olanbiteni bütünüyle ortaya koymaktadır. Bundan sonraki izahlar, misaller bunun detaylandırılması mahiyetinde olacaktır.
Olmazları olur kılmak, yahut imkânsızı başarmak:
İnanç, ideal, gayret, sabır ve ter dökmek (yılın 365 günü ve haftanın yedi günü).
Bu hasletler olmazları olur kılar. İmkânsızı imkân dahiline çeker. Tıpkı Fuat Sezgin’in yaptığı gibi.
Hocası H. Ritter (1892-1971), ihtilal sonrası Almanya’ya gidince Sezgin’e, Her Sezgin, günde kaç saat çalışıyorsun? Diye sorar. 13-14 saat cevabına karşılık Ritter, “bu tempoyla bilgin olamazsın, bilgin olmak istiyorsan buna birkaç saat daha ilave etmelisin. Benim hocam Brockelmann günde 24 saat çalışıyordu. Gün daha uzun olsa daha çok çalışırdı.” der. Bunun üzerine Sezgin “Ben çalışmamı 17 saate çıkarttım ve bu tempoyla 70 yaşıma kadar devam ettim.” karşılığını verir. Ve ilâve eder: “Çalışmamda eşimin bir ayrı yeri var. O da bir bilim kadını. Müslüman olmuş bir Alman hanımefendisi”.
K. Broekelman (1868-1956)’ın Arap Edebiyatı Tarihi (5 cilt) üzerine konuşurken Ritter şöyle der: Broekelman’ın eseri hayli eksik. Bunu birinin tamamlaması gerekir. “Ama dünyada bunu kimse başaramaz.” Ritter, bunları söylerken Sezgin’e bakar. Fuat Sezgin, böyle bir bakışı görev kabul eder. Kararını vermiştir. Azmini, gayretini, inancını kuşanır ve önce Arapça yazmalara girer. Ama aşk derecesinde. Kısa zamanda öyle bir başarıya ulaşır ki, yazmaların tarihlerini doğru tahmin edebilecek bir yetkinlik kazanır. Bu başarı Ritter’i hayli memnun eder. 1956’da başlanan çalışma 1967’de meyvesini verir. Eserin 1. cildi çıkar. Bu koşu ömrünün sonuna kadar sürer. Bugün bu misilsiz gayret İslâm Bilim Tarihi’nin 18 ciltle taçlanmasını getirir. Neticede Ritter, “Hiç kimse böyle bir kitap yazamadı, bunu sizden başka hiç kimse yazamaz” diyerek taktirlerini dile getirir.
Aynı şekilde Ritter, Sezgin’e Arapça öğrenmen gerekir tavsiyesini yaptığında da aynı tabloyla karşılaşır. Sezgin, hummalı bir çalışmayla altı ayda Arapça’yı öğrenir. Öyle ki artık 30 ciltlik Taberi Tefsir’i bitmiştir. Tefsir’i de Gazali’nin İhya’sını da Sezgin, hocasının önünde rahatça okuyup anlatabilmektedir.
Böyle harikulade haller, bu tip zatlardan sürekli görülür. A. Toynbee (1889-1975) de Hatıralar (2005, s. 107-127)’ında özellikle “Niçin ve Nasıl Çalışırım?” bahsinde usulünü anlatırken, durmadan çalışmak, alabildiğine çalışmak, her zaman en önde olmanın endişesini duyarak çalışmaların değerlendirmesini yapar. Böyle bir çalışmayı, “çalışmanın kölesi olmak” diye tavsif eder. Ve ekler, bu, zannederim akıl dışı bir haldir, ama vicdanım bunu emrediyor. Bunun için yapacağım. Hatta bu tempoyu yavaşlatacak olsam suçluluk duyarım. Ve Toynbee, ömrünü çalışmaya, özellikle tarih çalışmalarına vakfeder.
Bu tür önemli düşünür, filozof ve sanatçılardır ki yapıp etmelerinde, hikayelerinde Batı’nın “vahşetten medeniyete” geçişinin yolunu açarlar.
Başarınız, muzafferiyetiniz ömrünüzü idealinize, davanıza, derdinize adamanızla orantılıdır. Kaçımız bu meydana atılabiliyoruz? Ömrümüzü adayabiliyoruz? Böyle bir divaneliği, serdengeçtiliği, kahramanlığı göze alabiliyoruz? Kurtuluş, kuşatılmışlığı kırma, gerçek hürriyet şüphesiz tereddütsüz bir adanmışlığın meyvesi. Ya böyle bir adanmışlığı tercihle fertten ümmete tüm Müslümanlara hürriyetin yolunu açarsınız, yahut köleliğe rıza gösterirsiniz. Bu manada “kendi portremizi kendimiz çiziyoruz”. Başkalarını suçlu ilan etmeye hakkımız yok. Sezgin’in gayreti, başarısı, üretimi ideal bir örnek. Bizler için birer boy aynası. Kendimize derinliğine bakmamızı, tekrar tekrar hesaba çekmemizi, neleri nasıl yaptığımızın bir dökümünü çıkarmamızı, hatalarımıza yoğunlaşmamızı ve dolayısiyle gereken mesuliyeti yüklenmemizi ihtar eden bir endam aynası.
Evet Sezgin Hoca yılın 365 günü ve haftanın yedi günü iş başında. 82 yaşında bile günde 17 saatlik çalışmasından ancak 3-5 saat azaltabilmektedir. Disiplinli, titiz, iradeli, bugünün işini yarına bırakmayan bir çalışma ahlâkı üzere. Hoca, Prof. Dr. Salih Tuğ’la Paris’ten Frankfurt’a doğru seyahat etmektedir. Arabayı Tuğ kullanmaktadır. Ani bir virajın karşılarına çıkmasıyla araba keskin bir dönüş yapar ve geri geri gitmeye başlar. Arabaya Tuğ, zor hakim olur. İşte böyle bir kaza anında bile Sezgin’in düşüncesi çalışmalarındadır, hayatında değil. Aynen şöyle der: “Vah benim çalışmam! Ne olacak şimdi? Vah benim çalışmam!” (Sezgin, 2010, s. 127). Fenafil çalışma! Hoca’nınki çalışmada yok olmak değil, var olmak! Tasavvuftaki karşılığı tam da İbn’ül Vakt, vaktin çocuğu. Yani zamanı en iyi şekilde değerlendiren, yapılması en elzem olan ne ise onu yapan bir anlayış. Ve mesul bir insan. Öyle ki Müslümanların hali, gafleti, boş vermişlikleri, cehaleti onu hayli üzer. Batı’da ve Doğu’da insanların, özellikle bilim adamlarının İslâm’a, Müslümanlara karşı olan önyargılarını kırmanın zorluğuna, İslâm dünyasının bu tembelliği, boşvermişliği, cehaleti vs eklenince insan koyu bir ümitsizliğe düşüyor. Hoca, böyle bir bağlamda oluşan ve takriben üç asırdır devam eden tasavvuru kırmayı düşler. Bütün zorluğuna rağmen bunu değiştirmeye muvaffak olur. Pekçok yeniliğin, icadın, kayıp hazineden keşiflerin yanı sıra bir de bunları somutlamayı hedefler. Böylece bütün bunları deruhte edecek bir merkezin vücut bulması zarureti doğar. Bu yüzden İslâm Bilimler Tarihi Enstitüsü’nü kurar (1982). Kuruluş için gereken maddi desteği de 1978’de verilen Kral Faysal mükafatı dolayısiyle tanıştığı devlet adamlarının (özellikle Arap) bağışlarıyla kurduğu vakıf yoluyla sağlar (Bayhan, s. 70). Bütün bunlar gerçekten çok zordur. Ama Hoca’nın inancı, samimiyeti, gayreti ve iradesi görüldüğü üzere zorluk, engel tanımamakta. Demek ki başarısızlıklara kılıf hazırlamanın, mazeret bulmamın hiçbir anlamı yok.
Sezgin, kendini adayanlara, mesaisini, gayretini, düşünce gücünü insana, insanlığa adayanlara, neticede yeryüzünü imar edenlere saygı duyar. Bu yüzden oryantalistleri, çalışmalarını, başarılarını över, yüceltir, önemli örnekler olarak zikreder. Şüphesiz hatalarını, kasıtlı, önyargılı hükümlerini tenkit ve tahlil ederek. Haliyle Hoca’nın bakış açılarıyla bu güçlü hareketi de anahatlarıyla ele almamız gerekir.