Bir önceki yazıda kimilerinin “küreselciler” diye başlayan eleştirileri artık alaycılıkla karşıladığından bahsetmiştik. Bu kesim insanlar, komplo teorilerinin basitliği ve bu teorilere karşı çıkmanın dayanılmaz hafifiliği eşliğinde düşünerek, küreselcilerin günah keçisi makamına çıkarıldıkları sonucuna varmaktadırlar. Yine daha önce dediğimiz gibi bu grubun diyesi şudur ki “her türlü problemin ardında küreselcileri görmek kolaycılık ve sorumluluktan kaçmaktır” Elbette bu saptama en az haklı olduğu derecede yanlış bir yargıdır.
İdeal işleyiş yanılgısı olarak adlandırmış olduğumuz türden bir hatanın ürünü olsa gerektir olayların zihnimizdeki ideal doğaları gereğince akıp gittiğini düşünmek. Sanki toplumlar ve ülkeler olabildiğince doğal bir zeminde kendi başlarına devinip durmaktadır. Oysa son birkaç yüzyıldır Amin Maalouf’un deyimiyle “dünyanın çivisi çıkmış”, bırakın toplumları ve ülkeleri toplulukların ve bireylerin bile kendilerine özgü doğal hallerinde yaşayıp gitmelerinin imkanı kalmamıştır.
Bilimsel gelişmelerinin taç giydirmiş olduğu teknolojinin egemenliğinde dünyayı rayından çıkaranların mirasyedileri bugünün küreselcilerinin yönetici sınıfıdır elbette. Kim bu küreselciler sorusunun cevabı açıktır. Aslında çoğu zaman en aşikar şekilde ortada olandır en gizlenmiş zannedilen. Teoman Duralı hocanın adını kamil bir nitelikte koyduğu üzere “çağdaş İngiliz-Yahudi mediniyetine” mensuplardır onlar. Hoca, Çağdaş Küresel Medeniyet başlıklı büyük eserinde çok açık seçik tarif etmiştir küreselcileri ve yapıp ettiklerini. Tarihte topyekun insanlığa hükmetmiş bir büyük birader şekliyle hiç karşılaşmadık diyor Duralı hoca. Taki bu zamana dek!
Küreselciler olarak tarif edilen bu kesim, ekonomi-politiğin fetvalarıyla yeni bir düzen inşa ederken bitmek bilmez para biriktirme heveslerini gidermek için siyasi ve kültürel mekanizmaları da devreye soktular. Emperyalizm ve sömürgecilik, hammadde ve ucuz işgücü ihtiyacını karşılarken tüketime ve iştihaya dayalı yeni yaşam tarzının benimsetilmesi de bütün geleneksel bağlarından koparılmış müşteri-insan tipini yaratıyordu.
Bütün o aydınlanma, ilerleme, hümanizm fikriyatının gide gele çokça tüketen ve arzuları piyasa tarafından şekillendirilen müşteri-insanın imaline dayanması ne kadar da gariptir. Binlerce yıl boyunca kendine özgü doğal bir seyir halinde yaşayan insan artık o yoldan kenara çıkmış dahası o yolu tahrip etmiştir. Söz konusu olan bir yoldan sapma durumundan daha çok başkaca bir yol, oldukça haz veren yenice bir yol açmadır. Ancak bunun için dövünmenin de anlamı yoktur. Geleneksel bilgelikler penceresinden baktığımızda bu olması gerektiği için olmuştur. Önemli olan bizim ne yapıyor olduğumuzdur.
Küreselciler, artan iletişim ve ulaşım teknolojilerinin marifetiyle yarattıkları bu yeni dünyada hepimize dünyanın bir küre olduğunu yeniden ve çok farklıı bir nitelikte benimsetiyorlar. Esasen insanlar çok eski devirlerden beri dünyanın bir küreye benzediğine ilişkin fikirlere sahip olmuştur. Bugünkü kadar açık seçik ve yaygın olmasa da bu böyledir. Elbette eskiler dünyanın bir düzlük ve evrenin merkezi olduğuna inanıyorlardı. Fakat bu sonradan, Teoman Hoca’nın “Dindışı Yeniçağ Avrupa Medeniyeti” olarak tarif ettiği modern dünyanın hurafeleştirildiği ya da eğip büküldüğü haliyle yalınkat coğrafi ya da fiziki bilimsel bir görüş değildi. Daha çok niteliğe ilişkin ilkesel bir şeydi. Elbette ilkelerin ve niteliğe ilişkin inançların hep başına geldiği üzere bunları asıl bağlamlarından koplarılıp fiziki düzeye indirgeyen topluluklar da olmuştur. Ortaçağ Avrupa’sında kilisenin dünyanın düzlüğü ve evrenin merkezi olması konusundaki katı tutumu bunun örneğidir. Aslında eskiler insanı merkeze aldıklarının bir ifadesi olarak dünyayı evrenin merkezi görmüşler, bir düzlem olarak deneyimledikleri için dünyanın küre oluşuyla ilgilenmemişlerdi. Fiziki olarak dünyanın güneş etrafında dönen sıradan bir küre olmasının o devirlerde yaşayanlar için hayatları bakımındanbir anlamı olmamıştır. Her neyse bu temelde bir bahs-i diger.
Konumuza dönecek olursak küreselcilerin bize yeni baştan öğrettiği kürre-i arz onda meydana getirilen küreselleşme yekten başka bir şeydir. Burada küreselleşmiş olan da iletişim, ulaşım, para akışları, ticaret, belirli bir yaşam tarzı, eğitim sistemleri ve yönetim anlayışıdır. Tüm bunların dayatıldığı küre de coğrafi yerküre değil bizatihi insanların hayatlarıdır. Böylece yaygınlaşan ve bütün küreyi kaplayan ise tüketim çılgınlığına dayalı hazcı bir hayat tarzının ehlileştirdiği insanları tek bir kültür içinde birleştiren küresel bir iktidar olmuştur.
Küresel iktidar, eğitimde, sağlıkta, medyada, politik alanda kendisine hizmet eden bilgiyi egemen kılarak yeni bir düzeni toplumlara dayatmıştır. Bu dayatma savaşla değil ayartma ile olmuştur. Ayartılanlardan başkası değildir “ama herşeyi de küreselcilere bağlamayın”cılar. Bırakın toplumları ve ülkeleri kendi hayatlarımızda, ailelerimizin hayatlarında bile gözlemleyebildiğimiz dönüşümlere bir bakın. Nasıl da malum küresel kültürle örtüşen hallere büründüğümüzü rahatlıkla görebiliriz.
Güya geleneksel, yerli ya da muhafazakar olanlarımız bile mesela eğitimde temel amacın ekonomik kalkınma olduğunu şevkle savunuyor, tekonolojileri sınıflara doluşturmayı yüceltiyor, standardize testlerle ölçüp biçmeyi marifet sanıyor. İşte salgın sürecinde ölümcül bir virüs marifetiyle yaratılan kaygıların kullanılması yoluyla nasıl da tanış oluyoruz küresel tek devletin ayak seslerine. İki yüz yıldır ilerleme kaygısı ve geri kalma korkusu ile eğitimde küresel eğilimlere olan rızamızın adım adım imal edilişinde olduğu gibi.
Sorumuza dönelim, kim bu küreselciler ya Hu demiştik, evet elbette cevap açıktır
İşte biziz, sizsiniz ya Hu.