Eğitim anlayışımız ve uygulamalarımız müfredata büyük önem verir. Sonradan program demek moda olmuş, müfredat eski ve yetersiz kabul edilmiştir. Ancak bu durum esasen eğitim programlarının gizlemeye çalıştığı hayati önemdeki eksikliği telafi edememektedir. Eğitim programlanabilir bir şey midir sorusu bu noktada düşünmeye değerdir. Bugünün okulunu icat ettiğimizden bu yana insanın eğitimini okula indirgediğimiz ve sınırlandırdığımız için bu sınırlı çerçevede eğitimi programlanabilir kabul ediyoruz ve böylece okul eğitimindeki müfredat sanki herşey anlamına gelmiştir.
İnsanlığın ezeli birikimi ve geleneksel bilgelikler penceresinden bakıldığında mutlak ve tuhaf bir yenilik olarak görülmesi doğal olan modern yani yeni zamanlarda ulus devletin gücü ile şekillenen ve makbul vatandaşın yanısıra esasen endüstri için işgücü yetiştirmek üzere piyasa ile de neredeyse ahlaksız bir ilişkiye giren okullar için müferadat yeni insanı yaratmanın temel programı haline gelmiştir. Bu yeni güç, sahiplenenler tarafından öyle benimsenmiştir ki bu güçten eser kalmadığı zamanlar geldiğinde bile okulun ve müfredatın etkisinin öylece devam ettiğini sanmayı sürdürmüşlerdir. Bu kesimdekilerin kimi zaman saf bir iyimserlikten göremediği ya da inatla kabullenmediği bir hakikat vardır ki bütün eğitim anlayışlarını ve uygulamalarını bir yanılsamaya düçar eylemektedir. Bu hakikat her eğitim çabasının başlangıç noktası olmalıdır oysa. Öz olarak ifade etmek gerekirse bu, insanların sadece okulda eğitilmedikleri hakikatidir.
Okullar, icat edildikleri Batı aleminde kilisenin otoritesini kaybedip sınırlı bir alana çekildiği ve ekonomizmin bütün alanları doldurmaya başladığı zamanlardan itibaren işlevlerini tedricen yitirmiştir. Medyanın gelişimi bu işlevsizleşme sürecinin son ve en güçlü darbelerini vurmuştur. Televizyonun sarsıcı etkisinin ardından olanca hızıyla herkesi işgal eden yeni medya ise işin çivisini çıkarmıştır.
İnsan yetiştirmek için yola çıkan eğitimciler okullar için detaylı ve oldukça güçlü müfredat ya da programlar hazırlarken eğitim sürecini bihakkın temin ettiklerini düşünüyorlardı. Fakat insanı eğiten asıl alanlarda bu programların söylediği hiçbir şey yoktur. Bu alanlar gündelik yaşama ilişkindir ve bu alanların hepsi artık medyanın tasallutu altındadır.
İnsanlığın ürettiği teknolojinin ve buna bağlı olarak iletişim teknolojilerinin bu denli güçlü olmasının sakıncası nedir diye sorulabilir iyimserlikle. Sorun medyanın en seviyesiz olanı yaygınlaştırmadaki maharetindedir öncelikle. Aynı zamanda medyanın insanları olumlu etkileme ya da yetiştirme gibi bir amacının doğası gereği olmayışındadır. Çünkü bu doğa, hiçbir ahlaki kaygı taşımayan bir verimlilik ve maddi kazanç fikrinin çocuğudur.
Günümüzde medya formal eğitimin düşmanı ve informal eğitimin güçlü, rakipsiz temsilcisi olarak hayatları şekillendirmektedir. Okulların yapabildiği ise eğitim yapıyormuş gibi yapmaya çalışmak ve medyatik dünyanın ışıltısıyla yarışmak için karikatürize hallere bürünmekten başka bir şey değil. Bir de medya okuryazarlığı gibi çelimsiz araçlarla medyayla başedilebileceği düşünülmektedir. Oysa günümüzde belirli meslekleri yapmak için şart koşulan belgeleri elde etme işlevi dışında okulların bir anlamı kalmamıştır. Okullar sadece birer diploma temin merkezleridir. Diploma almak için okula gidilirken insanlar ailede, oturdukları sitelerde, caddelerde, televizyonda, sanal medyada eğitilmektedir.
Peki ne yapılmalı denilecektir. Yapılacak pek bir şey kalmamıştır ve yine de yapılabilecek çok şey vardır. Eğitimciler, çoktan ölmüş okullar için müfredat yazmaktan ya da örtük müfredat ile vakit kaybetmekten başını kaldırıp medyaya bir bakabilmelidir. Çünkü medya bütün bir okul müfredatını örtüklükten de öte perdelenmiş ve geçersiz bir programa dönüştürmüştür.
Herşeye rağmen bütün medya unsurlarının bir insan yetiştirme gayesi ve bilinciyle hareket edebilmesini beklemek insanlığın hakkıdır. Bu beklentinin önündeki en önemli engel ise güya özgürlükçü düşüncedir. Bu özgürlükçü düşünce ise aslında yine son birkaç yüzyılın ekonomici dünyasında şekillenmiş bir serbestlik anlayışından başka bir şey değildir. Buna göre medyada herkesin ve herşeyin yer alma hakkı vardır. Bu konudaki en ufak bir düzenleme girişimi bile özgürlük karşıtı ve anti-demokratik kabul edilmektedir. Medyada her çeşit “ürün”ün yer alması normal kabul edilirken
insanların bunlar arasında seçim yapma hürriyeti vurgulanmaktadır sürekli. Gözden kaçırılan en önemli nokta ise insan doğasına ilişkindir. İnsan, doğası gereği hataya ve günaha meyillidir. Böylece özgürlük adı verilerek de olsa snırsız bir başıboşluk içinde yaşadığımız dünya medyaca inşa edilmektedir. Çeşitlilik, herçeşit saçmalığın medyaya doluşması biçiminde tezahür etmektedir.
Müfredat eğitimcilere ait değildir artık ve medya patronları tarafından satın alınmıştır.
Eğitimciler ise okulları medyayla doldurmaktan başka bir şey yapamamaktadır.