Malum olduğu üzere İncil’de müthiş etkileyici, dürüst bir erdemliliğin, ahlakçı ikiyüzlülüğe bulaşmayan bir ahlakîliğin nefis bir anlatımı vardır. Yuhanna Bölüm 8’de şöyle anlatılır: …
“Din bilginleri ve Ferisiler, zina ederken yakalanmış bir kadın getirdiler. Kadını orta yere çıkararak İsa’ya, “Öğretmen, bu kadın tam zina ederken yakalandı” dediler. “Musa, Yasa’da bize böyle kadınların taşlanmasını buyurdu, sen ne dersin?” Bunları İsa’yı denemek amacıyla söylüyorlardı; O’nu suçlayabilmek için bir neden arıyorlardı. İsa eğilmiş, parmağıyla toprağa yazı yazıyordu. Durmadan aynı soruyu sormaları üzerine doğruldu ve, “İçinizde kim günahsızsa, ilk taşı o atsın!” dedi. Sonra yine eğildi, toprağa yazmaya başladı. Bunu işittikleri zaman, başta yaşlılar olmak üzere, birer birer dışarı çıkıp İsa’yı yalnız bıraktılar. Kadın ise orta yerde duruyordu. İsa doğrulup ona, “Kadın, nerede onlar? Hiçbiri seni yargılamadı mı?” diye sordu. Kadın, “Hiçbiri, Efendim” dedi. İsa, “Ben de seni yargılamıyorum” dedi. “Git, artık bundan sonra günah işleme!”
Bizim suçlumuz da eğitim sistemi. Orta yerde duruyor. Hepimiz, herkes eğitim sisitemindeki problemlerden bahsediyoruz. Bunca senedir kimsenin eğitimden memnun olduğunu görmedim açıkçası. Giderek emin olduğum husus ise herkesi memnun edebilecek bir eğitimin asla mümkün olmadığıdır. Dünyanın çivisinin çıktığı bir dönemde ve her bir bireyin kendisini alemin efendisi olarak konumlandırdığı bir zeminde eğitim düzeninde ortaklaşabilmek olabildiğince zorlaşmıştır.
Hepimiz eğitimi taşlamakta hevesli ve becerikliyiz. Aynı zamanda bu birbirimizi taşlamak anlamına da geliyor. Veliye göre öğretmen, öğretmen göre veli, okul yönetimine göre öğretmenler, akademisyenlere göre milli eğitim bürokrasisi, bakanlığa göre eğitimciler ve akademisyenler suçlu ve taşlanmayı hakediyor.
Şurası da bir gerçek ki kimsenin attığı taş kimseye değmiyor. Bunun iki temel nedeni var. İlkin, şikayet edilen eğitim aslında hepimizin ortaklaşa eseri. İkincisi asıl suçlu bu karmaşa perdesinde kaybolup gitmektedir.
Asıl suçlu eğitim anlayışımızdır. Başkaca bir suçlu aramaya gerek de yoktur. Bu suçlu anlayış, eğitimcide, yöneticide, velide, öğrencide, akademisyende, bürokratlarda farklı ve türlü şekillerde tezahür etmektedir. Yine de yukarda alıntıladığımız anlatıda olduğu gibi herkes taş atmaya meraklıdır. Eğitimi taşlamak üzere toplanmışken dönüp sormalıyız kendimize; ilk taşı kim atacak diye.
Yıllardır mevzuat bekçiliği yapan yöneticiler mi? Onları buna zorlayanlar mı?
Eş, dost, akraba torpilliyle bir yerlere çıkanlar, bir yerlerde birikenler ve etraflarını yine böyleleri ile doluşturanlar mı?
Nicel performansçılık saplantısıyla ölçüp biçmeye doyamayanlar mı?
Akademik “titre” peşinde, kotaları doldurmak için fabrikasyon yayınlar imal edip duran, dergiydi, indeksti, atıftı “piyasa” yapan akademisyenler mi?
Okulu, bir fabrika gibi aşırı üretim hedefiyle işletenler mi?
Üniversiteleri, birer şirket birer üretimhane gibi ve oldukça merkezi bir anlayışla “prof. Machiavelliler” olarak çalıştıranlar mı?
İkide bir reform yapan, sınav sistemlerini güçlü eleyiciler olarak tasarlayan bürokratlar mı?
Eğitimi ekonomiye köle yapanlar mı?
Birisi bize seslenmeli artık, “eğitimin bu halinde payı olmayan ilk taşı atsın” diye ve biz de yavaşça dağılmalıyız.
Ve ancak zihnimizi, sahih bir itiraf ve pişmanlıkla temizledikten sonra yeniden düşünmeye başlamalıyız eğitimi.
Şimdiye kadar her ne yaptı isek onu yapmamak üzere yola çıkabilmek için…