M u z a f f e r D o ğ a n
51 yıl evvel tanıdım Necmeddin Tozlu’yu. Ben, Nevşehir Lisesi’nde öğrenciydim. O da, Nevşehir Kız Öğretmen Okulu’nda öğretmenliğe yeni başlamıştı. O yıllarda, komünizm, uyuz hastalığı gibi, aydın geçinenler ve bilhassa üniversitelerde ve liselerde okuyanlar arasında kol gezmekteydi.
Türk Silahlı Kuvvetleri, Süleyman Demirel’i 12 Mart 1971’de bir “muhtıra” ile alaşağı etmişti. Başta felsefe ve tarih öğretmenlerimiz olmak üzere, öğretmenlerin çoğu sosyalistti. Derslerde, her fırsatta bizlere sosyalist-komünist düşünceleri aşılamak için âzamî bir gayretin içindeydiler. Açlıktan, sefâletten, geri kalmışlıktan söz açarak, bizi etkilemek istiyorlardı. Çoğumuz, çevre köy ve kasabalardan gelen işçi ve çiftçi ailelerin çocuklarıydık… Bize, yabancısı olduğumuz bu düşünceleri aşılamak isteyen öğretmenlerin bazı düşüncelerine hak veriyor olsak da, onların millî-islâmî-yerli değerlerimize, mukaddeslerimize dil uzatmaları, bizi tedirgin etmekteydi. Donanımsız olduğumuz için, tepkilerimiz de cılız kalmaktaydı. O günlerde, Nevşehir’de “Genç Ülkücüler Teşkilatı” kuruldu. Ben ve bazı arkadaşlarım, heyecan tarafı ağır basan bu harekete katıldık. “Ülkücü” olduk!.. Yere göğe sığamıyoruz… Ana-baba ocağından çok, “Ülkü Ocağı”nda geçiyor günlerimiz… Çoğumuz, baba ocağında bulamadığımız sıcaklığı, ülkü ocağında buluyoruz… Alparslan Türkeş’in, Hüseyin Nihal Atsız’ın, Necdet Sançar’ın ve benzeri “Türkçü” yazarların kitapları tavsiye ediliyor, okunuyor okutuluyordu… Arif Nihad Asya’nın “Fetih Destanı”, mehter marşları, dilimizden düşmüyor. Sosyalist arkadaşlarla tartışmak, onlara “kurtarıcı yol”u, “doğru yol”u göstermek için, harıl harıl “9 Işık Doktrini”ni okuyorduk… “Ülkücüyüz!” Ayağımız yere basmıyor!.. Televizyon henüz hayatımızda yok. Gazetelerden, “komünistler”in, büyük şehirlerde yaptıklarını okudukça, hınçlanıyoruz. Tercüman ve Bizim Anadolu gazetelerini, Töre Dergisini, Devlet Dergisini okuyoruz. Sık sık, “okuyacağımız” ve “okumayacağımız” kitap listeleri asılıyor ülkü ocağının panosuna. “Okunmayacak kitaplar” listesinden unutamadıklarım, Said Nursî’nin ve Necip FazılKısakürek’in kitapları…”Okunacaklar” listesinde, Adolf Hitler’in “Kavgam” ve Cevat Rifat Atilhan’ın kitapları da yer alıyor.
••
12 Mart darbesiyle ilân edilen sıkıyönetim devam ediyor…Mart soğuğu, buz kesiyor!.. Bir gün, Ülkü ocağında, Necmeddin Tozlu ismi etrafında, hararetli bir konuşmaya şahid oldum. “Ecmainciymiş!” “Şeriatcıymış!” “Büyük Doğucuymuş!” “Necip Fazılcıymış!” “Çok tehlikeli ve tesirliymiş!” “Bu adam derhal cezâlandırılmalıymış!” “Gençlerin, onun evine gidip gelmesine engel olunmalıymış!”
••
Hararetli konuşmaların merkezindeki bu “Necmeddin Tozlu” kimdi? İçimi, dayanılmaz bir merak duygusu kapladı. Bu “tehlikeli” adamı mutlaka görmeli, tanımalıydım!..
••
Birkaç arkadaşla, Necmeddin Beyin görev yaptığı Kız Öğretmen Okulu civarındaki evine gittik, çekine çekine ve tedirginlik içinde… Bir akşamdı…Karşımızda, ağır başlı, kendinden emin, insana güven veren, alçak gönüllü bir insan duruyordu…İçeride, bizim gibi birkaç genç daha vardı. Bizden sonra gelenler de oldu. Çaylar içildi, sohbet koyulaştı…O akşam, Necmeddin Bey, bilge adamlara mahsus bir eda içinde, konuştukça konuştu…Sorular, sorular, sorular ve Hocanın verdiği cevaplar…Biz, güneşin altındaki buzlar gibi, çözüldükçe çözülüyoruz. Ülkü ocağındaki hararetli konuşmalar aklıma geliyor. Bir taraftan Necmeddin Hocayı dinliyor, bir taraftan da o “konuşmalar”ı ölçüp tartıyorum. Ülkü Ocağındaki “konuşmalar” “endişeler” “kaygılar” doğruydu!.. Gerçekten de, Necmeddin Tozlu “tehlikeliydi!” “çok tesirliydi” İşte, ben de, o akşam o “tesir halkası”nın içine gir(iver)miştim!..Necmeddin Bey, o akşam beni de “büyüle(yiver)mişti… Ben, asıl o akşam, Necmeddin Hocayı, o genç bilgeyi dinleyince ”gerçek ülkü”yü kavrar gibi, anlar gibi olmuştum… Gece hayli ilerlemişti… Necmeddin Bey bir çağlayan gibi konuşuyordu…Gece hiç bitmese diyordum…Nihâyet kalktık. Elimize ilk tutuşturulan kitaplar… O kitapların sıcaklığı…İçilen çaylar… Muhabbet…Samimiyet… Dostça yaklaşım…Güven… O akşamı hiç unutamam…
••
Günler günleri kovaladı… Okulda duymadıklarımızı, Necmeddin Tozlu’dan duyduk, ülkü ocağında bulamadığımızı Necmeddin Tozlu’da bulduk… Necmeddin Hoca’nın evi, bizim için bir “Akademi” olmuştu…
••
Liseyi bitirmiştim ve üniversiteye hazırlanıyordum. Üniversiteye başlamadan, “Necmeddin Tozlu Akademisi”nin talebesi olmuştum. İçim içime sığmıyordu. O “Akademi”de, Üstad Necip Fâzıl gibi bir dehâyı tanımıştım. Sezai Karakoç gibi bir şair ve fikir adamını, Fethi Gemuhluoğlu’nu, Nuri Pakdil’i, Erdem Beyazıt’ı, Mehmed Âkif İnan’ı, Cahid Zarifoğlu’nu, Peyami Safa’yı, Nureddin Topçu’yu, Ali Fuad Başgil’i ve daha nicelerini tanıdım. Bu “Akademi”de, kabukta kalmamayı, derin düşünmeyi, sıradanlığın tuzağına düşmemeyi, ufuklu bakmayı, dostluğu, kardeşliği, vefâyı, çileye tâlip olmayı, “İmân ve İslâm”ın en büyük nimet olduğunu, dik durmayı, zulme karşı eğilmemeyi öğrendim. Kâinatın Efendisi Şanlı Peygamberimize aşkla bağlanmanın usûlünü, Sahabî efendilerimizin izini sürme edebini, Allah dostlarını; bu toprakları mayalayan Ahmed Yesevî’leri, Yunus’ları, Mevlânâ’ları, Şah-ı Nakşibendî’leri, İmâm-ı Rabbanî’leri, Seyyid Abdülhakîm Arvasî’leri tanıdım. Bir büyük medeniyetin, İslâm Medeniyeti’nin vârisleri olduğumuzu, bu medeniyete liyâkatten düşünce, başımıza nelerin geldiğini; bu medeniyetin yeniden hayata hâkim olması için, medeniyetimizin “ruh kökü”ne lâyık olmamız gerektiğini öğrendim.
••
Necmeddin Bey, bizim için gönderilmiş bir lütuftu. O, gerçekten bir “Necm”di, bir “Yıldız”dı. Okulda öğrencilerini, akademiye çevirdiği evinde de bizleri aydınlatıyordu.
••
12 Mart sıkıyönetiminin gölgesinde, o zorlu, muhataralı günlerde, Necmeddin Bey’in evi,
aydınlatma görevini hiç aksatmadı. Bir müddet sonra, bu birikim, esere dönüştü ve “Nevşehir Kültür Derneği”ni kurduk. Bu dernek çatısı altında, çok kıymetli insanlar yetişti.
••
Bir Necmeddin Tozlu vardı…Bir “Yıldız”dı O. Vazifeliydi…1970’lerin başında Nevşehir’e geldi. Vazifesini tamamladı. Sonra Trabzon’a gitti. Oradan Erzurum’a ve sonra Van’a… Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanlığına kadar uzanan bir yolculuk… Geçen zaman içinde, Necmeddin Hoca ile münasebetimiz aksamadan devam etti.
••
Necmeddin Tozlu Hoca, ülke çapında, önemli mevkilere gelmiş birçok insan yetiştirdi. Nureddin Topçu’nun şu ifâdelerini hatırladıkça, hep Necmeddin Hoca gözümün önüne gelir:
“Yarınki Türkiye’nin kurucuları, yaşama zevkini bırakıp, yaşatma aşkına gönül veren, sabırlı ve azimli fakat gösterişsiz, nümâyişsiz çalışan, ruh cephesinin maden işçileri olacaktır.” Bu ifâdelerden tüten mânâ, Necmeddin Hoca’da tecessüm etmiştir.
••
Necmeddin Tozlu’ya göre, “insan bozuldu mu, onun elinin değdiği her şey bozulur.” Bu temel paradigmadan hareket eden Hoca’nın bütün faaliyetlerinin merkezinde “insan” vardır. O, bir ömür, Hakk’a ve yeni bir dünya görüşüne bağlı “mükemmel insan”ı, “münevver insan”ı yetiştirmek ve hayatın merkezine yerleştirmek için çalıştı… Allah’a yönelmiş ruh, arınmış gönül, kurtulmuş zihin, yanlışlıklara düşmemiş akıl ve ulvîleşmiş ahlâk sâhibi olan ve “istikâmet üzre” yaşayan insanın yetişeceği zeminin kurulması için bir ömür harcadı. Bu uğurda, 1970 yılından 2022 yılına kadar, yarım asırlık bir emeğin sâhibidir. Onlarca kitap, yüzlerce ilmî makale yazdı. Bir çok ilmî toplantıya katıldı. Çalıştı, didindi, büyük gayretler gösterdi. Parolası, çok sevdiği ve Üstad kabûl ettiği Necip Fâzıl’ın bir “noktalama”sında dile getirdiği gibiydi:
“Garip geldik, gideriz, rafa koy evi-barkı;
Tek, dudaktan dudağa geçsin ölümsüz şarkı”
••
Necmeddin Tozlu, “hocaların hocası” sıfatını tam mânasıyla haketmiş bir imân, ahlâk ve irfan adamıydı. Bugün, Türkiye üniversitelerinde, bürokraside ve eğitim hayatımızda yetiştirdiği o kadar insan var ki; bu insanlar, Necmeddin Tozlu Hoca’dan aldıkları ruhla, ülkemize ve insanımıza hizmet etmektedirler.
••
Necmeddin Hocam, “İnsandan Devlete Eğitim” isimli kitabını, 2007 yılında, bana şu ifâdelerle imzâlamıştı:
“Yıllar sonra, başladığımız ideâlde, aynı şevk ve heyecanla, aynı hız ve istekle, aynı noktalarda olmak, bir nasibtir. Hamd ediyoruz. Dostum Muzaffer’e sevgilerimle.”
Ben de, 50 yılı geçen “dostluğuna” “ağabeyliğine” lâyık olmak için çalıştığım, ebedî vatanına uğurladığımız Necmeddin Hocama, Mevlâ’da rahmet niyaz ediyorum. Mekânı Cennet olsun, makâmı âlî olsun.
Rabbim, bu dünyada “Necmeddin”lerin sayısını çoğaltsın, ebedî âlemde de, o güzel kulunu, Şanlı Peygamberimize komşu eylesin.
••
Necmeddin Tozlu Hocamızı tanımayı bir “nasip” ve hayatımın çok önemli “bahtiyârlık”larından biri olarak görüyor, bu “nasip”ten ve bu ”bahtiyârlık”tan dolayı, Rabbime hamd ve senâlar ediyorum.
Bekle Necmeddin Hocam, biz de yoldayız!