eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Karla Karışık Yağmurlu
4°C
Ankara
4°C
Karla Karışık Yağmurlu
Cuma Açık
3°C
Cumartesi Çok Bulutlu
6°C
Pazar Yağmurlu
5°C
Pazartesi Az Bulutlu
4°C

Mustafa ÖZCAN

1962 yılında Bolu’da doğdu. Küçük yaşlardan itibaren Arapça ve İslami ilimler öğrenmeye başladı. Eğitimine Kahire el-Ezher Üniversitesinde devam etti. Bazı arkadaşlarının yardımıyla Arapçasını ve İslami ilimlerini ilerletmek maksadıyla Şam'a gitti. Burada bir taraftan Fethü'l-İslam gibi klasik medreselerde İslami ilimler öğrenirken diğer taraftan da Daru's-Selam adlı devlet okulunda modern Arapça eğitimi aldı. 1982 yılına kadar Ezher Üniversitesi bünyesinde şer'i ve dini ilimleri tahsil etti. 1982 yılında Türkiye'ye döndü. Zafer, Girişim, İslam Dergisi, Kodaya Ed-Düveliyye gibi yerli ve yabancı birçok yayın organı ve dergide makaleleri yayınlandı. Milli Gazete, Zaman, Yeni Şafak, ve Yeni Asya gazetelerinde dış haberler servisini yönetti ve makaleler yazdı. Özellikle Ortadoğu konusunda çalışmaları ve yazıları ile tanındı. Yerli ve yabancı onlarca dergi ve gazetede yazıları ve makaleleri yayınlandı. Çeşitli güncel araştırma kitapları kaleme aldı. Yurt içi ve yurt dışında değişik konferanslara, birçok televizyon programlarına katıldı. Evli ve dört çocuk babasıdır.

    İkinci Gladstone,  Keir Starmer 

        Vaktiyle ‘Kur’an Müslümanların elinde kaldıkça, biz onları yönetemeyiz, itaat altına alamayız’ diyen İngiliz Müstemlekeler Bakanı ve bilahare Liberal Partiden Başbakan William Ewart Gladstone sanki  dirildi ve Keir Starmer’in karaltısına ve kisvesine büründü. Ya da bir asır sonraki halefi ete kemiğe büründü Keir Starmer diye göründü. . Yeni Gladstone olan Keir Starmer’e göre İslamiyet kesinlikle doğru bir din.  Aynı oranda mücadele edilmesi ve mukavemet gösterilmesi gereken de bir din olma özelliğini koruyor.  Yayılmacı bir din ve müheymin karakter olarak Mesih’i temsil etse de Batı değerlerini aşındırıyor.  O da George Walker Bush gibi İslamiyet’i hayat tarzlarına aykırı ve onu tehdit eden bir din olarak telakki ediyor.  Seküler Batı medeniyetini doğru bile olsa İslam’a feda edemeyiz diyor. Haklı da olsa İslamiyet’in yenilmesi gerektiğini söylüyor. Böyle dobra düşman nadiru’l vucud olsa gerek. Gazze ile alakalı olarak da şunları söylüyor. Gazze yenilmeli ta ki İslam aleminde umut ışığı olmasın.  Domino etkisi meydana getirmesin. Gerçekten de domino etkisi mücerrep bir husustur.  Kral Fahd ve Hüsnü Mübarek Cezayir’de 1988 ile 1991 arasında yükselen FIS hareketinden ürkmüşler, yankılarının kendi ülkelerinin duvarlarını çalmasından endişe etmişler ve Şadli Bin Cedid’den bu dalgayı durdurmasını istemişlerdi. Yoksa İslamcılarla başa çıkamayacağını söylemişlerdi.   ‘Elini versen kolunu alamazsın’ demeye getirmişlerdi. Cezayir’in Fransızlara karşı  1954 yılında başlattığı Kasım direnişi ve dirilişi Filistin’e de ilham kaynağı olmuştur. 2 Kasım 1917 Balfour Beyannamesi tarihte 2 Ekim 1187 Hittin Savaşının ve Salahaddin Eyyübi’nin zaferinin rövanşı olmuştur.  Afgan cihadı 1987 yılında Birinci İntifadanın kollarından ve ilham kaynaklarından birisi olmuştur.  Gazze meselesinin de İslam aleminin ilham kaynaklarından birisi olabileceği öngörülerek mezalim ve zulüm kuşağı olsa da Gazze’ye yönelik soykırım boyutlarındaki kuralsız savaşın sürdürülmesi istenmektedir. Küçücük Gazze Şeridi’nde yaşananlar  adeta bütün dünyayı dize getirmiştir. Bir nevi hilafetin ayak sesleri olarak algılanmakta ve okunmaktadır.   Batılılar en küçük bir kıpırdamadan bile nem kapmaktadırlar. 

    Hükmeden Batı ile yükselen İslam dünyası kuşağı arasında sıkışıp kalan ve devr-i sabık haline gelmesine ramak kala İsrail’den bahsetmemiz mümkündür. 

     Bu denklem karşısında Gladstone’un haleflerinden birisi olarak İşçi Partili Başbakan Keir Starmer mühim bir makale kaleme almıştır.  İngiliz The Sun gazetesinde yayınlanan makalenin başlığı bile düşmanca duyguları yansıtıyor ve buna tercüman oluyor:  Dünyada Şeytanın Aslı ve Kötülüklerin Kaynağı.  Kısalığına rağmen bu makale bize Neocon zümreden David Frum ile Karanlıklar Prensi Richard Perle’ün ortaklaşa kaleme aldıkları Şeytana Son / Terörde Savaş Nasıl Kazanılır? Kitabının bir başka versiyonunu yansıtıyor veya unvanını hatırlatıyor. 

     Keir Starmer’den bir asır ve küsurat öncesinde bahusus 19. Asrın son çeyreğinde İngiliz Parlamentosunda kürsüye çıkan Müstemlekeler Bakanı Gladstone elindeki Kur’an-ı Kerim’i göstererek şunu söyler: “Bu kitap Müslümanların elinde kaldıkça biz onlara hakim olamayızNe yapıp etmeli, ya Kur’an’ı ortadan kaldırmalıyız veya onları Kur’an’dan soğutmalıyız.”  The Sun gazetesinde yayınlanan makalede Başbakan Keir Starmer İslam, Arap alemi ile Batı arasındaki çapraz ilişkiler noktasında dürüst ve açık olunması gerektiğinden söz ediyor.  Çelişme ve çekişme ortamı doğurmamak için Batı’daki yeni nesillere acı da olsa gerçekleri söylemek gerektiğini de sözlerine ekliyor. Liberal değerlere inanmak ile milli güvenlik ihtiyaçları arasında bir çatışmaya ve çelişkiye meydan vermemek gerektiğini kaydediyor.  Kendince ikisi arasında makasın daha fazla açılmaması için özen gösterilmesini istiyor.  Bu çelişki eninde sonunda epistemolojik devrim ve bilgi teknolojileri nedeniyle korkunç bir biçimde açığa çıkmaktadır.   Küresel zeminde sosyal medya araçları üzerinden dünyanın birbirine açılması geride gizli kapaklı bir şey bırakmıyor. Makalesinde sözlerini şöyle sürdürüyor: “  Anlaşmazlıklarımız Arap ya da Müslüman halklarla bağlantılı değildir. Yine varlığını veya bekasını Batı sistemlerine borçlu egemenlerle veya hakim güçlerle de alakalı değildir. Onlar ki kendi milli güvenliklerini bizim milli güvenliğimize feda ediyorlar.  Kurulu Arap düzenleri bizim eksenimizde, feleğimizde devran ediyorlar bekalarını bizim desteğimize borçlular.  Bizim gündemimizi takip ediyor bizim politikalarımızı taklit ediyor, uyguluyorlar. 

     Öyleyse külli anlamda İslam alemiyle ve onun merkez üssü olan Arap alemiyle ilişkilerimizde kırılma ve kriz nerede düğümleniyor?  Kendi sorusunu şöyle cevap veriyor:” Gerçek sorunumuz kesinlikle İslam ile yani bizzat kendisiyle. İslam Peygamberi Muhammed iledir! İslam son derece medeni bir dindir. Varlık ve medeniyetle alakalı bütün sorulara ve sorunlara mufassal cevaplar verme yeteneğine haizdir. Batı medeniyetinin esnemez, yılmaz bir hasmı veya rakibidir.  Batı medeniyeti ışıltısını kaybederken aksine İslam ve Muhammed her yerde parlamaktadır. Batı toplumları içinde dahi bu böyledir. Batı medeniyeti topluma ve yeni nesillere liberal değerler üzerinden düşünce serbestisi aktardı, getirdi, verdi.  Serbest düşünce Kilisenin otoritesini sarstı, zayıflattı. Bu yalın ve özgür düşünce birçok batılı seçkinin ve gencin İslam’ı benimsemesine yol açtı. Zira onlar aradıkları her soruya orda mukni cevaplar buldular.  Çelişkili medeniyetimizin Batılı toplumları içine düşürdüğü psikolojik dertlere, sosyal, manevi ve ontolojik sıkıntılara çare ve çözüm üretiyor …”   

    Keir Starmer en temel ve gerçek sorunun İslam ile ilişkili olduğunu öyle de kalacağını itiraf ediyor.  Sorunun özünün değişmeyeceğini söylüyor.  ‘Zira birçok yolla yayılmakta olan İslam ile yüzleşmekten başka çaremiz kalmadı’ diyor.  Tek alternatif çözümün İslam’ı kabullenmek ve ona bağlanmak olduğunu ama bunu da yapamayacaklarını  zira bu durumda medeniyet bazında kazanımlarını kaybedeceklerini söylüyor.  Güçlü medeni zeminden güçlü İslam dinine teslim olamayacaklarını söylüyor. Hakikati benimsemenin karşılığında kazanılmış batı medeniyetini feda edemeyeceklerini söylüyor. İslam’ın hak din olduğunu itiraf ediyor ama umdelerini de benimsemeyeceklerini de söylüyor.  Mesih’in ve diğer peygamberlerin dini olmakla beraber İslam’ı kabullenme halinde devlet ile din çekişmesinde yeniden geri döneceklerini savunuyor! Hıristiyan düşüncesindeki ilk kareye geri dönüleceğini tasavvur ediyor. Yine de İslam’la yüzleşmek için az da olsa Hıristiyanlığın devreye sokulmansın yararlı olabileceğini söylemektedir.  İslam ile mücadele etmekten başka seçeneklerinin kalmadığını yazıyor. Batı modernizminin bir parçası olan liberal değerlerden kopma, vazgeçme pahasına olsa da İslam’ dışlama durumunda olduklarını kaydetmektedir.  Milli ya da liberal değerlerden birisinin safra gibi atılması lazım geldiğinde liberal değerlerden taviz vereceklerini, vazgeçebileceklerini yazmaktadır.  Lisan-ı halle liberalizm İslam’a zemin açıyorsa onu da reddetmekte tereddüt göstermeyeceklerini, dağlamaktan geri durmayacaklarını ifade etmektedir.

    Bu, Batıya doğru gelişen yeşil yürüyüşü durdurmak zorundayız demektedir. Bernard Lewis de aynısını düşünüyor ve tavsiye ediyordu.  28 Temmuz 2004’te Alman Die Welt gezetesine verdiği mülâkatta şunları söylemiştir: “Yüzyılın sonuna kadar İslam Avrupa’ya hakim olacaktır. Avrupa Arap batısının, Magreb’in bir parçası haline gelecektir.” 

     Mısırlı Muhammed Gazali’nin İslam ülkelerine yönelik olarak komunist dalganın ilerleyişi karşısında bir uyarı kitabı niteliğinde ‘ Ez-Zahf el Ahmer/Kızıl Yürüyüş’ adıyla bir eser kaleme almıştır.  Keir Starmer ise kızıl yürüyüşün yerine yeşil yürüyüşü koymuştur. Bu eğilim son dönemde daha Thatcher hükümeti döneminde başlamıştır. Soğuk Savaşın finalini bitmeden önce öngören Nixon da bu mealde tavsiyelerde bulunmuş ve komunist bloğun yenik çıkacağı soğuk savaştan sonra İslam alemine karşı Rusya ile birlikte ortak mukabelede bulunacaklarını söylemiştir.  Kısaca kızıl kuşağa karşı yeşil kuşak, yeşil kuşağa karşı da solmuş kızıl kuşak formülüne sarılıyorlar!  

     Müslümanları tercihe zorlamak gerektiğini de söylüyor. Ya Batı medeniyetinde erimek ya da İslam’a olan imanlarına veda etmek!  İkisi de aynı kapıya çıkmıyor mu?  Batı’da uzun yıllardır bir tartışma yaşanmaktadır.  Şarklı toplumların batı’da erimeleri ya da entegre olmaları yani bütünleşmeleri. Onlar entegrasyon deyip asimilasyonu kastediyorlardı veya anlıyorlardı.  İkinci Gladstone olan Keir Starmer baklayı ağzından çıkarmışa benziyor.     

    Sonraki satırlarda İslam ve Arap aleminin merkezinde yeşeren İsrail ve Siyonizm meselesine temas ediyor. Nazi ve faşist eğilimler ortaya koymasına rağmen İsrail’e mutlak destek vermeleri esrarını koruyor. Tarihin sırlı meselelerinden biridir. Haçlılar, Gamalı Haç ve Siyonizme destek vermek Hıristiyanlık içinde sapmalar arasındadır.  325 tarihli İznik Konsili’nden beri yaşanan aykırılıklar arasındadır,   Bu sayede İsrail dünyanın gözü kulağı önünde mezalim ve soykırım irtikap etmektedir. Buna rağmen Batılı mahfiller hiç sıkılmadan arsız bir biçimde İsrail’e sınırsız desteklerini sürdürmektedirler.  7 Ekim 2023 tarihli Aksa Tufanı ile birlikte İsrail dengesini kaybetmiştir. Kendisini varlıksal bir tehdit altında hissetmiştir. İkinci beka mücadelesi içine girmiştir.  Doktriner bir mücadele ile karşı karşıya kalmıştır.  Bu mücadelede zorlanmaktadır. Mutlak vahşet irtikap etmesine rağmen bir yıl zarfında hedeflerine ulaşamamıştır. İsrail eski Savunma Bakanı Galant bu savaşın sanılandan uzun sürebileceğini ve birkaç yıl alabileceğini ifade etmektedir.  

    Hilafetin nüvesini taşıyor! 

      Bu muamma karşısında şunları söylemektedir:” Ne olursa olsun İsrail’i sonuna kadar desteklemek zorundayız. İcraat ve mukabelesi ne kadar sert olursa olsun desteklemek zorundayız. Ta ki Gazze’de bir İslam düzeninin çekirdeği ikame edilmesin. İslam ülkelerinin birleşik kaplar veya domino etkisiyle bu tecrübeyi kendilerine aktarmalarına neden olmasın.  Aksine demokratik ve İslami bir düzene karşı oldukları için İsrail’e destek çıkan Arap rejimleri de bu yönde yüreklendirilmeli ve bu atmosferden yararlanılmalıdır. Bu çok mühim bir noktadır. Bu Arap rejimlerinin,  kurumlarının, ordularının ve muhtelif aygıtlarının, öğretisini kutsal kitapları Kur’an ve Muhammed’in değerlerinden alan ve devşiren bir düzeni engellemesidir. Bu ise İslam’ın Batı’ya daha çok sızmasına engel olacaktır…”  Açıkça yeni İngiltere Başbakanı İslam aleminin Batı tarafından ezilmesini ve içeride ise istibdat rejimlerinin desteklenmesini salık vermektedir. İslam ile baş edebilmek için İçeride ve dışarıda küresel istibdadı tavsiye etmektedir.   Nitekim Bob Woodward’ın  War kitabı üzerinden Muhammed Bin Zayed, Abbas Kamil gibi Arap liderlerinin Filistin ve Gazze konusunda aynı doğrultuda hareket ettiklerini görebiliyoruz.  Batı’ya İslam dünyasından göçmen alınmamasını tavsiye ettiği gibi Batı’daki Müslümanların da geri gönderilmesini talep etmektedir. Eşcinselliğin ve ateizmin özendirilmesini ve değer olarak Müslümanlara dayatılması konusunda İsveç modelinin izlenmesini tavsiye etmektedir.  

         Keir Starmer’in ifadeleri bize Seyyid Kutup’un Arap ordularıyla ilgili ifadelerini hatırlatmaktadır.  

    “ Şu gördüğünüz Arap ordularının varlığı, İslam’ı ve Müslümanları korumak ve onları savunmak için değildir. Tam aksine bu ordular sizi, çocuklarınızı ve kadınlarınızı öldürmek için desteklenen ordulardır. Yahudi ve kafirlere bir tek kurşun dahi asla sıkamazlar.”

    Menderes gibi devrik eski İran Başbakanı Musaddık da şöyle demiştir: İslam devletleri kendi orduları tarafından işgal edildikten sonra Batılılar ülkemizi terk etmiştir.

    Şeyhülislam Mustafa Sabri de Gümülcine’de hilafetin bir nüvesini teşkil etmek istemiş lakin meramına erememiştir. Batılılar ve yerli ortakları hep birlikte İdeal ve numune bir devlet kurulsun istemiyorlar.   

    Sonrasında İngiliz Başbakanı şöyle söylüyor:”  Yaptığımız işin doğru ya da yanlışlığının, yasal olup olmamasının hiçbir önemi yoktur. Biz büyük bir meydan okuma ile karşı karşıya bulunuyoruz. Milli değerlerimiz ve liberal değerlerimiz tehdit altında bulunuyor.  Milli değerler ile liberal değerler karşı karşıya geldiğinde biz milli değerleri tercih ederiz.  Şimdi bütün dünyada diriliş halinde olan ve yayılan İslami yürüyüş ile karşı karşıya bulunuyoruz. Biz İslami değerlerin doğruluğunu veya eğriliğini test edecek değiliz. Bu bizim işimiz değil. Zira bu test bizi İslam’ın kucağına kadar taşır ve Müslüman olmamızı gerektirir.  Çoğumuzu İslam’a çeker. Muhammedi dini değerlerle buluşturur…” Burada Kur’an ve hadislerin temas ettiği küfr-i inadi çeşidiyle karşı karşıya bulunuyoruz. İslam gerçek olsa bile bir kere teslim olmamaya azmetmişler. Bu medeni batılıların Mekke müşriklerinden ne farkı var?  

      Makalesinin kalan bölümlerinden birisinde de şöyle demektedir:” Biz şimdi çelişkili ve korkunç seçenekler karşısındayız. Zira liberal değerler seçeneği kulvarında yürüyecek olursak İslami uyanış ve uzanış karşısında dokunulmazlığımızı kaybedebiliriz. Yeniden liberal değerlerimizi yıkan medeni kazanımlarımızı berheva eden kilisenin böğrüne dönmek zorunda kalabiliriz. Oysaki batı’da Mesih’e inanmayan nesiller yetişti. Sınırsız açılım rüzgarlarından sonra bunlar Kiliseye de geri dönemezler. “

    Halbuki 20’inci yüzyılın son gününde aramızdan ayrılan Ebu’l Hasan en Nedvi ‘yeniden İslam’a’ adlı bir kitap kaleme almıştır. Bizde öze dönüş hem pratik hem de teorik zeminde mümkündür.  Zira İslam kıyamete kadar geçerlidir. Nitekim İmam Malik ümmetin ahiri ve sonu başındaki neslin reçetesiyle salah bulur demiştir. 

    İngiltere Başbakanı Keir Starmer batılı liderlerin sonunda çaresiz kalarak tek seçeneklerini devreye sokacaklarını İslam ülkeleriyle ve diyarlarıyla büyük bir çatışma içine gireceklerini, savaşa tutuşacaklarını ve bunun sonunda özgürlüklerin sınırlandıracağını ve kamusal hayatın da darmadağın edileceğini ifade ediyor. Bunun sonunda bitmeyen fitnelerin baş göstereceğini ve bunun da İslam’ın yayılma ve zafer ortamını ve potansiyelini alıp götüreceğini öngörüyor. İslam dünyasının darmadağın olacağını ve karmaşaya sürükleneceğini öngörmektedir.  Nitekim, bu tezin hilafına Geylani ailesinden Macid Arsan Geylani  ‘Hakeza Zahere Cilu Selahaddin Hakeza Adet el Kuds/ Salahaddin Nesli Böyle Zuhur Etti, Kudüs Böyle Geri Alındı’  adlı eserinde dinginliğin ve sefa halinin yani iç barışın zaferler getireceğini söylemektedir.  Onlar ise iç barışı yıkmak ve kargaşa zemini üretmek istiyorlar. Humeyni fitnesinin nedenlerinden birisi budur. 

    Aksine Keir Starmer, Armageddon ya da Melhame-i Kübra  tarzı savaşları müjdeliyor! 

    Huntington’dan mülhem   

     Batı’ya karşı direnen tek din ve medeniyetin İslam olmasına rağmen plağı tersine çeviren Keir Starmer İslam’ın yayılma istidat ve potansiyeline karşı Batı’nın direniş hattında ve siperinde olduğunu iddia etmektedir. Cezayir’de yayınlanan al Şuruk gazetesinde yazan Nasır Hamdadoş İngiltere Başbakanı Keir Starmer’in kaleminden çıkan bu yazının Huntington’ın medeniyetler çatışması tezine benzediğini ileri sürüyor. Halbuki Huntington Batı medeniyeti karşısında İslam medeniyetinden bahsediyor.  İkisini karşılaştırıyor. İşin özüne ve dini yapıya girmiyor. İslam medeniyetinin tek direnen medeniyet olduğunu savunuyor.  Bu da bize daha önce ‘durdurulan medeniyet’ ifadesiyle Osmanlı ve İslam medeniyetine işaret eden İbni Haldun’un çağdaş muakkiplerinden İngiliz medeniyet tarihçisi Arnold Joseph Toynbee’nin tezini hatırlatıyor.  Huntington’ın analizinin hilafına Starmer batı medeniyeti ile İslam medeniyetini değil İslam dinini karşılaştırıyor. Zaten Batı medeniyeti karşısında halihazırda İslam medeniyeti adına elimizde pek mefharet tablosu kalmış sayılmaz.  Keir Starmer’in tezi bir yönüyle Francis Fukuyama’nın Tarihin Sonu ve Son İnsan tezini hatırlatıyor.  Lakin yazarı bu telden çalmıyor ve bu tezden vazgeçmiştir. Fukuyama çatışmaların fay hatlarının ideolojiden kültür ve dini alana kayacığını haber vermiştir.  Komunizm sonrasında küresel çekişme bu yönde sekmiş ve ilerleme kaydetmiştir. Bu hususta bilhassa İslam’a odaklanmış ve sınırlarının kanlı olduğuna işaret etmiştir.  Nitekim Bakara Suresinde (Ayet: 2017)’Onlar, güç yetirebilseler, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler’ buyrulmaktadır. Sonra Fukuyama, medeniyet savaşının İslam’ın içine salınmasını ve taşınmasını istemiş ve  ‘İslam İçi Savaş’ başlıklı yeni bir eser kaleme almıştır.  Zaten Humeyni ile birlikte bunu İslam’ın içinde yapmaya gayret etmişlerdir. Lakin bunda Saddam Hüseyin’in de Şah’ın da  hataları olmuştur. 

     Ezcümle İslam’a terör töhmeti yapıştırsalar da buna kendileri de inanmıyor. İslam’ı etkisiz hale getirmek için içeriden revize etmek istiyorlar.  Enerjisini kendi içinde tüketmek, harcamak istiyorlar. Bu eğilim uzun dönemden beri devam etmektedir. Hıristiyanlığı tahrif eden Batı, İslam’ı da tahrif etmeden huzur bulamayacaktır.  İçeriden reforma tabi tutmakla İslam’ın modernizmi özümseyeceği ve fikirlerini kabul edeceğini umuyorlar. En temel ilgi alanları devletin laik hale getirilmesidir. Buna mukabil dini alanın ibadetle sınırlı kalması yani dini ritüellerin kul ile Allah arasında sınırlandırılması en temel arzularıdır.  Starmer’in ifadesiyle amaç İslam’ı batı değerlerini kabul edecek şekilde yumuşatmak ve gönüllü hale getirmektir. İslam’ı da teslim alarak Batı’nın güdümünde bir dünya finali hayali kuruyorlar. Dünya hakimiyet mefkureleri devam ediyor. Bunun için İsrail’e ihtiyaçları bitmiyor. Bu suretle içlerinden tarihin sonunu yazmak geçmektedir.

    Keir Starmer açıkça seküler Haçlılığı ve İslamfobiyi savunuyor:  Şöyle diyor:” Duruma hakim olamazsak Avrupa’da minareler ve camiler yükselecektir. Batı’nın fezasına egemen olacaktır.    İslamcılar Avrupa seçimlerinde ve Avrupa parlamentolarında boy göstereceklerdir. Kamuoyunda ve ekonomik  yapılarda ortaya çıkacaklardır.  İslam’ın öğretileri doğrultusunda Avrupa’ya hükmedeceklerdir…” 

    Gazze bütün bunların neresinde? Şüphesiz merkezinde. İsrail yok olmadıkça Batı ile eşitlenemeyiz. Öyle ise küresel kurtuluş hattı Gazze’den başlıyor.

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.