Yorumcu paradigmanın temelinde eğitimi insanileştirmek yatar. Bunu da yalınızca akıl yoluyla gerçekleştirmek ister.
Pozitivist paradigma tabi bilgi akışına izin vermeyen kapalı ve parçalanmış bir sistemdir. Dünyasını parçacıklar üzerine bina eder. En küçük parçalar haline gelmiş olan bilim konuları olabildiğince kompartmanlaşır. Bütün/gerçek ve hakikat hakkında fikir verebilmekten uzaklaşır.
İnşacı/yorumcu paradigmaya göre mutlak gerçeklik yoktur. Çok sayıda gerçeklik vardır. İnşacı paradigmaya göre gerçeklik görünen, hissedilen ve algılanana indirgenip parçalanır. Bugünkü beş duyunun teorik temellerini burada görebiliriz. Kişinin anlamaya ve ulaşmaya çalıştığı belirli bir gerçeklik yoktur.
İster geleneksel ister alternatif olsun var olan tüm paradigmalar parçalara ayrılmıştır. Sosyal nitelikli paradigmalar aşkın nitelikleri hesaba katmadığı için görünmeyen, fizikötesi alanı ve ahiret konularını ele almıyor.
İslami Paradigma bütüncül bir bakış açısına sahiptir. Bütüncül, kapsayıcı, mutlak, sabit, fiziki dünyayı hem de göreli, geçici, esnek ve maddi görünen dünyayı kapsar. Burada islamî paradigma pozitivizm gibi genel ya da yorumcu paradigma gibi özel alanlara sıkışmayan bir bakış açısına sahiptir.
İslami bakış açısında gerçeklik hem görünen fiziki boyuta hem de aşkın ve metafizik bir boyuta sahiptir.
İslami paradigma daha kapsamlı ve tutarlı bir dönüşümü gerçekleştirme kapasitesine sahiptir.
Platon’dan bu yana batı, düşüncelerimizi meydana getiren rasyonellik ve analitik kuralları vurgulamıştır. Bu tarz düşünce metodunun bedeli ise insanın bilgisinin ve deneyiminin bir başka cephesini görmezden gelmeye sebebiyet vermiştir. Bu bakış açısı ile insanın akıl, hayal gücü ve yaratıcılıktan beslenen tarafı yani sezgi gücü gözardı edilmiştir. Oysa bütünleşik düşünce olmadan tümüyle hakikate ulaşmak mümkün değildir.
Zamanın getirdiği bir düzenleme, pozitivist çağın bir eseri olarak; aklımızın işleri ile ilgilenirken ruhumuzla bağ kurmayı ihmal etmekteyiz. Ruhumuzla bağ kurmaya ihtiyacımız var. Eğitim sistemi, medya ve batının tahrip edici düşünme ve hayat tercihleri ki bunların en önemlilerinden biri de başarı illüzyonudur, insan benliğinden koparılmıştır. İnsanlığın yeniden toparlanmaya ihtiyacı var.
Pozitivizm keskin bir kılıç gibi akılla ruhu katiyetle birbirinden ayırır. Çünkü gözle görülüp elle tutulmayan şeyleri araştırılmaya değer görmez, pozitivistler. Pozitivizm insanı akıl ve ruh olarak ele alır ve sadece akıl yönüyle inceler. İnşacı paradigma da gerçekliği parçalar ve onu bu dünyadaki gerçekliğe indirger. Sonuçta her iki görüşte indirgemeci bakar insana.
Geliştiren ilişki parçaların toplamının bütünden daha fazla olduğu bir ilişkidir. Sinerjiktir ve yayılmacı bir yapı gibi dünyaya açıktır.
Kendimizi ve başkalarını anlamaya çalışırken belagatin, anlatının ve diyalogun gücünü fark ederiz. Tefekkür öğrenciyi iç benliklerine bağlayarak maneviyatlarını yükseltir. Meydana gelecek fikri zihni akışla kendilerini tanır, keşfeder ve potansiyellerini harekete geçirirler. Kendisi ile iletişim kurmasını öğrenmeyen insanlar çevresi ile ahenkli bir iletişim kuramazlar.
Günümüz batı orjinli eğitimi rasyonellik ve bilimi tek başına insanlığa sunmakta. Bu yaklaşım, insanı ve insanlığı keşiften mahrumiyet anlamına gelmektedir. Tek kanatlı kuş misaline benzetebiliriz. İnsanın bu yolla hakikate ulaşması mümkün değildir. Maneviyat ve sezgiler bir kuşun ikinci kanadı gibi hayatına değer katacak şekilde yön vermeli. İnsanın hakikate ve ahirete ulaşması için nefsin arındırılması eğitim dünyamızda yükseltici bir değer olarak ele alınmalıdır.
Sonuç olarak dönüştürücü ve geliştirici bir ivmeye sahip olan İslami Paradigma bireyin yaşadığı uyumsuzlukları kriz ve felaket olarak görmez, bunları gerekli ve hayatında kendisini geliştirici aşamalar olarak görmeyi öğrenir.
İnancı ve diyalektiği birlikte geliştirerek özellikle yükseköğretimde bireyi İslam yolunda yürümeye kanalize eder. Fowler’in ‘’dönüşmemiş dünya, dönüşen görüş ve bağlılık’’ görüşünün görünen paradoks ilahi birlik ilkelerinin anlaşılmasına hizmet eder. İnsanda fiziki olandan manevi olana tabi bir olgunlaşma sürecidir. Olgunlaşma merdivenlerinde tırmandıkça insan, belli ekollerinin kalıp düşüncelerinden sıyrılarak kendinin farkına varma konusunda daha istekli olurlar. Tevhit diyalektiği insandaki potansiyel zekayı, fıtratı, ilahi düşünceyi ve Allah’ı daha iyi anlamasını sağlayarak bireyi olgunluk mertebelerinin en üstlerine doğru taşır.
Bahreyn’li maarif yazarı Zehra ez Zîre’nin benliğinde kaynayan volkan, oluşturduğu basınç ve model/paradigma ekseninde yaşadığı sancılar Eğitim ve Maneviyat adlı bu eseri doğurmuş.
Ben bu kitabı birden çok kereler okuyunca ilmi, felsefi batı/doğu tahlilleri eşliğinde yukarıdaki düşünceleri yazmak geldi içimden…
Eğitimde teorik alanlara içten açılmış pencerelerden bakmak isteyenlere iyi bir kaynak.
Sağlıcakla kalın.