“Ah! Şu Yunanlılar! Onlar nasıl yaşayacaklarını bilirlerdi. Bunun için gereken, yiğitçe yüzeyde, kıvrımda, tende, deride durmaktır, görünüşleri süslemektir. Görünüş Olympos’unun tümünde biçimlere, tonlara, sözlere inanmaktır. Bu Yunanlılar yüzeyseldi – derinlikten uzaktı.” der Nietzsche “şen bilim”in ön sözünde.
Batı da Yunan’ın bahçesinde yetiştiğinden o da hep yüzeysel kaldı. Yüzeysel yaşamak ve görünüşe hayranlık. Heykel sanatının Yunan’da var olması boşuna değil. Kozmetiğin de batı icadı olması tesadüfe bağlanamaz. Dahası, eğitimin insanın yüzeysel /görünen hayatına odaklanması da Antik Yunan’dan gelen aklın Avrupa’da yeşermesinin sonucudur aslında. Heybetli binaların, bunların üzerindeki mistik /seküler sembollerin dışa yönelik olması, içi boşaltılmış dinin heykeller üzerinden yansıtılması yine Antik Yunan aklı olmaksızın açıklanamaz. Batının her türü Yunan yüzeyselliğinin sergilendiği alandır.
Bu kültürün ortaya koyduğu insan, kendine has yüzeyselliği ile görünüşe çekidüzen vermek için rasyonel bir hayat ortaya koydu ve ardından bunu dikte etti. Kaybolunması imkânsız şehirlerin varlığı da, sırra kapalı insanın eğitimi de bu hayat için elzem olduğundan, ne olunduğu değil ne olunması gerektiği üzerine sistemleştirilen eğitim döngüsü, yaşamak için bir ihtiyaca evrildi.
Yüzeyde, yani iktidarda cesurca kalabilmek için aşağı bakmaktan başka çare yok. Aşağı var olduğu müddetçe eğitim her zaman var olacaktır. Aşağının panzehirinin kulluk olduğunu anlayacak takati bulamayacak derecede eğitiliyor insan artık. Kurtuluş, kuşkusuz, köleliktedir (!). Zor olan kul yani insan olmaktır, evet. Bu da ancak başkalarının bahçesinde gezinerek elde edilemez. İnsanı çıldırttı bu Antik yunanın evlatları. Çıldırttı, çünkü soruların hepsini sordurdu. Her soru aldığı cevapla bir sırrı ifşa etti. Sır bitince kültür de din de toplumun hayatından çekildi. Nietzsche’nin ifadesiyle “Tanrı öldü” ve bunun sonunda insan yalnız başına kaldı. Bu yalnız insanı tekliğin korkusundan alıkoymak için okulları icat etti aynı çocuklar.
Antik Yunan’ın evlatlarının ortaya koyduğu bu hayat, en hafif tabirle, görünüşe mahkûm etti bizi. Batıl olan ne varsa, aslına döndürülemez artık. Kartları yeniden karmak da soruna deva olamaz. Bu nedenle bu yolda çabalar, heba olmaya mahkûmdur.
“Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!
Bir âlem ki, gökler boru içinde!
Akıl, olmazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?”
“Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Belini büken yükünü senden alıp atmadık mı? Senin şânını ve ününü yüceltmedik mi? Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır. Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yönel.” İşte ancak böyle olduğu zaman Antik Yunanın evlatlarının “masumiyeti (!)” ortadan kalkabilecek ve bu İnşirah’la sorular yanıtlanacaktır. Aksisi körlerin döğüşüdür.