Derin bir soluk alıp verdim patika yolun en dik yamacını tırmandığımda. Tepe üzerindeki kayaları tutan bir ağaç var. Kökleri kayaların arasında ilerliyor, neredeyse hepsi açıkta sarmaşık gibi kayanın çatlakları arasından ilerliyorlar. Gözüme hiç güvenli gelmiyor ve az daha yürüyor sırtımı bir ağaca yaslayıp oturuyorum. Geldiğim yolun bir kısmını görüyorum. Birbirine hiç benzemeyen bu iki yasanın aynı dağın dorukları olduğuna inanası gelmiyor insanın. Eğer ardımda kalan ile önümdeki manzaranın fotoğrafını ayrı ayrı çeksem. Birbirinden çok uzak farklı mevsimlere farklı bir coğrafyaya ait yerler olduğunu düşünürsünüz. Önümde yemyeşil bir vadi. Karşı yamaç bir kaç dağ boyunca orman. Arada kalabalıklaşan ve tek tük ormanın içine ve dışına doğru yayılmış evler var. Toplasan kalabalık bir köy olabilir ama sanırım bu insanlar mesafeli olmayı seviyor. Aşağıda nehirlerin birleştiği yerde başka bir köy daha var. Burada orman içindeki köylerin aksine tek tük ağaçlar ama sıra sıra evler var. Dağın doruklarına doğru kıvrılarak uzanan yol ve yolun kenarına sanki dekor olsun diye sıra sıra dizilmiş evler. Geldiğim yola yukardan bakmak için dönmek istiyorum. Elimi yere koyarak kuvvet almaya çalışıyorum ama nemli çimenlerin altından keskin kenarlı kaya yongaları avucumun içini acıtıyor. Kesildi mi diye bakıyorum. Az kaldı kesilecekmiş. Bu esnada kayaların arasından bir karga havalandı. Küçük bir taşın dengesi bozuldu. Yuvarlandı başka bir kayaya çarptı durdu. Çarpmanın etkisiyle birbiri üzerine dengesizce duran kenarları keskin büyük bir kaya olduğu yerden hafif kaydı ona benzer bir kaçı daha. Kayan taşların sesi yükselirken bir kaç karga daha havalandı bu döngü hareketsiz, kurak, üzeri kına dahi tutmamış kayaların birbirinin üzerinden akıp gitmesine neden oluyordu. Fakat bitanesi keskin kenarları daha az olduğu için sanırım bir hayli hızlanmaya başladı. Kayalığın bitimindeki dere kenarında otlayan bir boğa sesi duyarak başını kaldırdı. Yerinde zıplar gibi bir hareketle ensesini silkeleyip otlamaya devam etti. Eliyle aman boş ver diye hareket eden biri gibi göründü gözüme. Kaya daha da hızlanıyor tam da onun üzerine doğru gidiyordu. Kaçsana diye bağırdım. Hiç oralı olmadı. Kafasını kaldırıp bakmadı bile. “Öküz işte anlamıyor” dedim kendi kendime. Yuvarlanan taş hızla ırmağın göletine düşüp havalandı. Boğa havadaki koca kayaya bakmak için başını kaldırdı. “Şimdi ne yapacaksın” dedim içimden. Düştümü kafasına bitti gitti. Havalanan taş o hızla nehirden sekip karşı yöne aynı hızla çok tırmanmasa da, biraz ilerlemesi gerekiyordu ama öyle olmadı . Suyun içinden havalanıp geldiği yöne geri döndü. Seslenince bana bakmayan boğa şimdi bana bakarak böğürüyordu. Sanki bana bir şey söylemek istiyordu. “Öküz işte ne anlar” dedim içimden tekrar. Neden bu kadar sinirlenmişti ki, ben onun iyiliği için bağırmıştım. Biraz düşününce haklı olabilirdi kızmakta, ben yukarıdaydım ve kaya yukardan yuvarlanmıştı. Benim yaptığımı söylese ona inananlar bile çıkabilir. Buna benzer bir şey yaşamıştım çay dökülmüştü üstelik tavana benim atmadığıma kimseyi inandıramamıştım. Saçmalıklarım yüzünden çayı düdüklü tencerede yaptığımı söyleyemezdim tabii, sonunda olan oldu patladı. “Sen de haklısın” dedim. Sustu kafasını sağa sola eğerek bakıyordu. Aman dedim içimden, ben bu tepeye onca zorlukla aşağıdaki bir öküzü seyretmek için çıkmadım. Sadece seyretmek olsa iyi üstelik bir de onunla konuşuyorum. Çok şükür ki hiç bir dediğimi anlamıyor. Böylesi de lazım yarım yamalak anlayıp, saçma sapan bir şey söyleyip canımı sıkmasından iyidir. Aradaki patika kayan kayalarla kapandığı için yanıma gelmesinin çok zor olduğu düşündüğüm için rahatlıyorum.
Gün batımına çeviriyorum yüzümü.
Güneş dağların ardında bulutlara kızıl mavi renk vermeye başlamış. Sis ormanın içindeki köyün üzerine çökmüş oradan gökyüzüne doğru seyrelerek uzanıyor. Ardımdan bir çıtırtı geliyor. Ürpererek öküz mü geldi yoksa diye düşünüyorum, çıt yok. O kadar aklı ne arar da sessizce gelecek diyorum içimden . Nefesim tıkanıyor. Kendi nefesimde boğulacak gibi oluyorum. Arkamdan biri sessizce neden gelsin. Önüm yüksek bir kaya, sol taraf keskin kenarlı kayalık ve aşağıda kızgın bir boğa var . Sağ patika yokuş aşağı yemyeşil çimenliklerden derelerden geçiyor. Yavaşça kalkıp koşmalıyım. Arkaya bakmaya cesaretim yok. Ardına bakarsan ardında bırakamazsın demişti bana birisi. Sorduğumuz sorular gibi, dönüp bakmak bana ne kazandıracak güneş batmak üzere zaten. Ardımdan bir karga havalandı ve ben nehre doğru koşmaya başladım. Saçlarımın rüzgarda savrulması severim. Böyle olsun istedim zaten karga uçup gitmişti bütün o uğursuz çıtırtılarıyla beraber. Ben koşarken patikanın üzerinde bir kaç böcek telef olacak diye tökezleyecek belki düşeceğim .
Çiğdemler, sümbüller, mavi kantaron ve unutma beni çiçekleriyle bezenmiş çimlerin üzerine.