Mustafa Özcan
Necip Fazıl Kısakürek’e atfen tekrarlanan bir söz vardır. Bu söz de adanmış adamların neler yapabileceği ve potansiyelleri anlatılmak istenir. Adeta bu ifade Muhammed İkbal’in mümin adama yüklediği sıfatları taşır. Mümin kişi İkbal’in tanımıyla, anlatımıyla yeryüzünde Allah’ın vekili ve ardılıdır. Onu temsil eder. Mümin adam kainatı kucaklayan adamdır. Şah Veliyyullah’ın ifadesiyle kayyumiyet sırrının tecelli ettiği ve kendinde dürüldüğü bir kişidir. Dünyayı kucaklayan kimsedir.
Bediüzzaman da bu hususta şunları söyler. Ahir zaman garibini şu sözlerle tanımlar: İmân hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imânı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imânın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikàtından kurtulabilir.
Hazreti Ali’de bu ruh ve söz şöyle tecelli eder:
“Sen kendini küçük bir cisim sanırsın, ama en büyük âlem sende gizlidir.”
Şeyh Galip de bunu kendi meşrebince şöyle terennüm eder:
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”
Kainatın çekirdeği ve zübdesi olan insan Lahavle ve la kuvvete illa billah sırrına eren insandır. Kainatı Allah ile önüne katar. Necip Fazıl’a atfedilen söz ise şudur: Bana bir minibüs dolusu inanmış adam getirin memleketin nasıl düzeleceğini size söyleyeyim… İnanmış adamlar burada adanmış adamlar kalıbına bürünmüştür. Bir anlamda Hakkın yeryüzündeki fedaileri. Binaenaleyh adanmış adamlarla girilecek herhangi bir savaş, destan hükmüne, kimliğine bürünecektir. Normal bir savaş kapsamını aşacaktır. Hadiste ifade edilen ‘vehen’ illetine yakalanmış yani gevşeklik arız olmuş ve bu surette hareket eden pörsümüş gönüller vücuda kan ve fütüvvet pompalamayacaktır. Oysa ki adanmış adamlarla gerçeküstü bir savaş sahnesi yaşanacaktır. Osmanlılarda Varna Savaşından itibaren Deliler Ocağı olarak tanınan serdengeçtilerden oluşan muharipler zümresi vardır. Savaşların seyrini değiştirmede bunlar ön plandadır. Zaferler burcu onların izini ve damgasın taşır. Perslere karşı kadim Yunanlıların kahramanlığını anlatan 300 Spartalı filmi de farklı boyutlarda olsa da aynı ruha temas etmektedir.
Necip Fazıl Kısakürek gibi Mısırlı jeolojik mühendisi ve İslam alimi Zağlul Neccar da ‘bana 40 genç verin dünyayı değiştireyim, altını üstüne getireyim’ demektedir. Bu istediği gençlerin sıfat ve ahvalinin dökümünü şöyle yapmaktadır: Dini şaibesiz, güzel ve doğru olarak anlasınlar. Ve bu dine bağlılıkları da aynı şekilde dakik, ince, düzgün ve sağlıklı olsun. Ve başkalarına da dini en güzel surette duyursunlar ve kolay ve anlaşılabilir bir dille tebliğ etsinler. Bu durumda ben bu gençlerle iki Amerikan kıtasını birden fethederim. Önümde kimse duramaz ( [https://www.%20youtube.%20com/shorts/nV_epQmt7iA]https://www. youtube. com/shorts/nV_epQmt7iA ).
Zağlül Neccar’ın bu ifadesi bizi doğru İslamiyet kavramına götürmektedir. İslam’ın bir hakikatı bir de algıları vardır. Algılar heva ve ehvadan kaynaklanmakta ve beslenmektedir. Bazen bunlar mezhep suretine de girmektedir. İslamiyet’in hakikatini yakalayarak kendinden geçen serdengeçtiler zümresi, insanlığın dört gözle beklediği fedailerdir. Hazreti İbrahim’in tek başına ümmet olması gibi bir bölük insan da Allah’ın izniyle kainata düzen verebilir, düzen yıkabilir, düzen kurabilir. Şu çılgın Türkler ifadesi şu çılgın müminler kalıbına dökülmelidir. Yoksa bu da yeni bir 300 Spartalı kurgusu ve vurgusu olarak kalabilir.
Demek ki sorun Hasan el Benna gibilerinin de temas ettiği gibi kaht-ı rical sorunudur. Vehen ve gevşekliği üzerimizden attığımızda fütüvvet ruhunu yeniden kuşandığımızda kimse önümüzde duramaz.
Bir avuç bir insan bir mayadır. Göller değil, denizler bile bu maya ile tutar.
Dünyayı değiştirmeye aday inanmış insan kimyası taşıyan gureba nesli, diğer insanlar bozarken o tamir davasındadır. Kendini beşerin ıslahına adamıştır. Çürümenin önü dirilme ile alınır.