Değerini bulamayan öğretmenin ülkesi de değersizdir. Hazreti Peygamber muallimin hakkını tanımlamak ve hatırlatmak için ‘ neredeyse öğretmen peygamber olacaktı’ buyurmuştur. Buradaki öğretmen mutlak anlamda öğretmendir. Üç kısmı da kapsamaktadır. Muallim, öğretmen, mürebbi ve hoca anlamına da geliyor. Osmanlı’nın son dönemlerinde Fransız Devriminin getirdiği rüzgarlarla birlikte her şey ikileme bürünmüştür. İlmiye kendi içinde ideolojik sınıflara ayrılmıştır. Sarıklı ayrı fesli ayrı dünyaların insanıdır. Mektepte ayrı medresede ayrı, farklı ilimler öğretilmektedir. Hocanın ve öğretmenin branşları ayrı ayrıdır. Öğretmen seküler bilimleri hoca da dini bilimleri öğreten kimseye denmiştir ve ötesinde namaz kıldıran insana da sıfat yapılmıştır. Muallim ile alim veya ilim talebesi arasında da arz edilen suni farklılıklar caridir. Geçmişte seküler bilimler yerine felsefi bilimler ifadesi kullanılır ve karşısında da dini ilimler veya lahut yer alırdı. Zamanla teknik ve fenni ilimlerin gelişmesiyle birlikte dini ilimlerin karşısına fenni ilimler oturtuldu. Halbuki, burada bir yanılsama var. Gazali’nin mantık ilmine yaklaşımında olduğu gibi teknik ilimler veya fenni ilimler, seküler ilimler kapsamında sayılmaz. Fenni ilimler Allah’ın yeryüzündeki yasalarını öğreten ilim dallarıdır. Bu nedenle İsmail Raci Faruki sosyal ilimlerin İslamileştirilmesi kampanyasını açarken bu ayrıma dikkat çekmiştir. Bazen dini ilimlerin de doz itibarıyla İslamileştirilmesi gerekebilir. Gazali ve İbni Recep el Hanbeli gibi alimler İslami ilimleri de süzgeçten geçirmişlerdir. Kur’an ve Sünnet ile mukabele etmişlerdir. Fenni veya teknik ilimlerin İslamileştirilmesi diye bir şey söz konusu değildir. Bu ilimler ilahi dille konuşurlar. Yaratıcılarına işaret ederler. Eski bir ifade bunu ortaya koyar:
Ve fi külli şey’in ayetün tedullu ala ennehu vahid
Kainatta her şey yaratıcınsa işaret ve delalet eder. Her şeyde ona giden yol ve yollar vardır. Sufiler de bu mealde ve paralelde şunu söylemişlerdir:
Et Turuku ile’l lahi biadedi enfasi’l halaik.
Allah’a giden yollar yaratılanların nefesi sayısıncadır. Demek ki her nefes yaratıcısına işaret eder. Istılahlarda veya terimlerde çekişme yoktur. Bu anlamda dünyevi ilimler okutan veya fenni ilimler okutan muallim ile dini ilimler okutan hoca arasında fark yoktur. Herkes kendi zaviyesinden ilahi yasa, kural ve doğruları meşk eder. Bu açıdan İmam Gazali’nin ya da İsmail Raci el Faruki’nin yapmak istediği gibi ilimler ve ilimleri okutanlar arasındaki ayrılık ve gayriliği ortadan kaldırmak gerekir. İlimlerin sınırları belli olduğu zaman aralarındaki niza ortadan kalkar ve uyum da kökleşir. Geçmişte olduğu gibi mead gibi Allah’ın sıfatları gibi dini ilimlerin alanını da felsefe doldurduğunda veya müdahale ettiğinde mesele alabora olur. Pozitif ilimlere dayanarak dini ilimleri dışlayarak üniter bir eğitime ulaşmak sağlıklı olmayacaktır. İlimlerin çeşitliliğini bir araya getirerek onlar arasında bir harmanlama ve kaynaştırma gözetilmelidir. Her ilim kendi dairesinde halkalar halinde birbirine kenetlenerek insanı Allah’a götürür ve sevk eder.
5 Ekim tarihi her yıl öğretmenler günü olarak kutlanır. Öğretmenler hem saygı telkin ederler ve hem de saygıyı hak ederler. Bununla birlikte hayat sekürerleştikçe saygı sınırları da daralıyor. Zira kutsalın ve hürmetin alanı buharlaşıyor. Dolayısıyla kutsalı öğretene de saygı kalmıyor veya azalıyor. Öğretmenlerin, yaptıkları işe ve kendilerine saygısı kalmayınca öğrenciler de saygılarını kaybediyor. İlim günümüzdeki gibi metalaştırılınca öğretmenin de kıymeti azalıyor. Tarih gibi dallar magazinleştirilirken diğer ilim dalları da sadece kazanma dürtüsü üzerine kurulu hale geliyor ve metalaşıyor. Elbette ilim adamları maişetlerini kazanacaklar ama bu amaç değil sonuç olacaktır. Bugün eğitim sektör ve furya haline geldiğinden itibarını kaybediyor. İlim yuvaları ve kurumları öğrenci için tuzak haline geliyor.
Bu durumda güven ve itibar kaybına uğrayan öğretmenler de maddi açıdan beklentilerine kavuşamıyorlar. Eğitimin maddi karşılığı olmakla birlikte en büyük karşılık itkan/kalite ve buna bağlı manevi tatmin hissidir. İnsanın öğrendiklerinden zevk almasıdır. Bu becerilerine de yansıyacaktır.
Eğitimin kaliteli olduğu yerde öğretmenler de muteberdir. O ülke de kalkınmıştır ya da kalkınma seviyesini yakalamak üzeredir, kalkınma yolundadır. Buna dair en çarpıcı misal Japonya’dır. Orada öğretmenler diplomatik dokunulmazlığa haiz olup onun ötesinde bakan seviyesinde maaş almaktadırlar. Aldıklarını da hak etmektedirler. Japon kalkınmasının temelinde öğretmenler vardır. Öğretmenler fedakarlık yaptıkça kıymetlenir.
Yakın geçmişte en güvenilir meslekler arasında ilmiye sınıfı gelirdi. Bu sınıfı dini anlamda alimler dünyevi anlamda da öğretmenler temsil ediyordu. Şimdi ise birlikte irtifa kaybediyorlar. Öğretmenin sefil olduğu yerde toplumlar da sefil olur.
Japonya’da durum böyle. Ya biz de? Mısır’da başarılı bir öğretmeni tebcil için 30 poundluk yani 3 dolarlık bir yatırım sertifikası veriyorlar. Evlere şenlik! Keşke bunun yerine kitap veya şilt gibi manevi değeri bulunan bir şeyle onurlandırsalardı. Biz de ise öğretmenin değeri bir kaymakamın azarıyla ortaya çıkmıştır.
Artvin’in Kemalpaşa ilçesi Kaymakamı Faruk Saygın, okul ziyaretleri kapsamında girdiği bir sınıfta, kendisine hoş geldiniz diyen öğretmeni kapı dışarı etti.
Yakışmadı…
Kaymakam Hababam Sınıfının Mahmut Hocasını da hiç izlememiş anlaşılan. Yazıktır.