Okul öncesi eğitim, mecburi öğrenim çağına gelmeyen 36-72 ay grubundaki çocukların Gelişilmeleri; yaş ve yetenek özellikleri, bedensel, fiziksel, zihinsel ve ruhsal durumları dikkate alınarak, temel eğitim bütünlüğü içinde sunulan planlı eğitim evresi olarak tanımlanmaktadır.
İnsan; akıl, ruh, kalp ve nefis taşıyan, doğumundan itibaren bilgi edinmeye ve terbiye edilmeye muhtaç bir varlık olarak dünyaya gelmektedir. Eğitim doğumla aile de başlayıp, hayat boyu devam eden bir süreç olduğu gibi, eğitim işlerinde eğitilecek varlığın tanınması; biyolojik, psikolojik ve manevi yapısının dikkate alınması önem taşımaktadır. Son yüz yılın insanlığa yaptığı en büyük kötülük insanın etten, kandan ve kemikten ibaret bir varlık kabul edilmesi, O’nun fıtri konumunu ruhi yapısını dikkate almadan uygulanan bir eğitim sistemiyle meşgul edilmesidir.
Mevcut mevzuata göre okul öncesi eğitimi içine alan süreçten önce çocuğun doğumundan itibaren ailenin kontrolünde geçirdiği 36 aylık bir sürecin eğitim kapsam alanı dışında tutulması fıtrat eğitiminin kurallarına aykırı bir durum teşkil etmektedir. Oysaki öğrenme süreci çocuğun doğumu ile hatta anne karnında başlamaktadır. Çocuk hem zihinsel hem duygusal anlamda sosyalleşmeyi, paylaşmayı, bir grup içinde var olmayı, görgü ve adab-ı muaşeret gibi birçok müspet ve menfi davranışları bu süreç içinde başta anne-baba olmak üzere aile içinde gördükleri ve duydukları kazanmakta ve belleğine yerleştirmektedir. Zira çocuğun dünyada ilk gözünü açtığı yer ana kucağı ve baba ocağıdır. Çocuklar isimleri, cisimleri, iyi ve kötü sözleri, olumlu ya da olumsuz davranışları burada öğrenmekte, hayatları burada şekillenmektedir.
Eğitim; insanı fıtrata uygun olarak yönlendiren, yeteneklerini geliştiren, bilgi bakımından Donanımlı, ahlaki açıdan temiz, davranışları bakımından şahsiyetli olmasını sağlayan; dünyada mutlu olmanın, ahirette kurtuluşa ermenin yollarını öğreten süreçler manzumesidir. Eğitim; yetişmiş neslin yetişmekte olan nesle bilgi, görgü ve kültürünü aktarma; davranışlarda istendik değişimler meydana getirme olayıdır.
Eğitim öğretimi menfi yönde etkileyen yüzlerce etkenin hüküm sürdüğü çağımızda,
eğitimde hedeflenen amaca; ancak “eğitimli anne baba”, “nitelikli eğitimci”, “sorumluluk taşıyan devlet bilinci ile ulaşılabilir. Çünkü öğretmen okul çağındaki gençlerin, anne baba ise ailenin öğretmenleridir.
İnsan, fıtrat gereği akıl ve düşünce sahibi bir varlık olsa da doğumundan itibaren
Başkalarından yardım almaya, bilgi edinmeye ve terbiye edilmeye muhtaç olarak dünyaya
gelmektedir. Çevresiyle sosyal ilişkiler kurabilmesi, sorumluluklarını idrak etmesi, Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda kulluk görevini ifa etmesi insanın doğuştan itibaren aldığı eğitim ve terbiye ile doğrudan ilgilidir. Çocukların eğitim ve terbiyesinden istenilen neticenin alınabilmesi; annelerin, babaların, görev ve sorumluluklarını müdrik “rol model” bir yetiştirici gibi yetiştirilmelerine bağlıdır. Buda anne ve babaların çocuklarını ruhsal, biyolojik ve psikolojik olarak tanıyacak onların eğitim-öğretimine katkı sunabilecek şekilde yetiştirilmeleri ile mümkündür.
İslam eğitim literatüründe öğretimin karşılığı olarak talim, eğitimin karşılığı olarak ta
terbiye kavramı kullanılmaktadır. Terbiye ve eğitim birbirine yakın fakat birbirinden farklı
kavramlardır. Korumak, ıslah etmek, sorumluluğunu üzerine almak, yükseltmek anlamındaki
(rabv) kökünden türeyen “terbiye”; insanın bedeni, zihni, ahlaki gelişmesini ve olgunlaşmasını ifade eden bir terimdir. Terbiye edene mürebbi veya mürebbiye denir. Yani özel manada terbiyeci anne ve baba olup, dünyada hiçbir bireyin, cemaatin ve teşkilatın ananın ve babanın yerini alması mümkün değildir.
Geleceğimizin teminatı çocuklarımızdır. Bir milletin gücü topuyla
tankıyla değil, eğitilmiş insanlarının varlığı ile ölçülebilir. Ebeveyn ve millet olarak, güzel terbiye ettiğimiz, eğitimini ve terbiyesini güzel yaptırdığımız çocuklarımız ile güzel yarınları düşleyebiliriz. Zira bilinçli aile bir milletin beka meselesi olduğu gibi eğitilmiş gençlikte bir milletin en önemli güç kaynağıdır.
Son yıllarda ülkemizde okul öncesi eğitime büyük önem verildiği bilinen bir gerçektir. MEB kaynaklarına göre okul öncesi eğitimin ülke genelinde % 94’lere yükseltildiği ve en kısa zamanda % 100’lere çıkarılmasının hedeflendiği de ifade edilmektedir. Ancak okul öncesi okulların sayısal bakımından yeterli hale getirilmesinden ziyade bu kurumlarda nasıl hangi şartlar altında, kimler tarafından neyin öğretildiği de önemlidir.
Çocuklar doğdukları andan itibaren çevrelerinde gördükleri davranışları; iyi ve kötü,
doğru ve yanlış ayırımı yapmadan kopyaladıklarından çocuklar için en etkili terbiye yöntemi
evde, okulda ve çevrede iyi bir model edinmekten geçmektedir. Çünkü çocukların yol haritasını büyüklerin sözlerinden ziyade davranışları belirlemektedir. Hz. Ali’nin: “Anneler, babalar çocukları tarafından takip edildiklerini bilselerdi çocuklarının eğitim ve terbiyesinden çok kendi eğitim ve terbiyeleri ile meşgul olurlardı.” Sözü kulaklara küpe olacak niteliktedir.
Öte yandan çocukların yaşadıkları büyüklerinin yaşadıklarından farklı bir şey değildir.
Anasından temiz fıtratla doğan çocukların kalpleri, zihinleri gereksiz bilgi ve davranışlarla büyükleri tarafından kirletilmektedir. Peygamberimiz (s.a.v) Hadisi şeriflerde; “Her
doğan çocuk İslam fıtratı üzerine doğar. Onu Yahudileştiren, Hıristiyanlaştıran ya da
Mecusi’leştiren anne ve babasıdır.” Çocuklar dünya hayatının süsü olduğu gibi aynı zamanda
analar babalar için bir imtihan vesilesidir.
Aile ocağı çocuklar için bir okul, anneler ve babalar ise bu okulun ilk öğretmenleridir.
Çocukların küçük yaşlarda edindikleri alışkanlar kolay kolay sökülüp atılamayacak şekilde
zihinlere burada yerleşmektedir. Günlük hayatta “huy ve alışkanlık” dediğimiz kişilik özelliklerinin pek çoğunun temeli 3-4 yaşlarına kadar aileler vasıtasıyla atılmaktadır. Rol model ana-babaların yetişmediği ve yetiştirilmediği toplumlarda çocuklar kötü modellerin etkisi altında kalarak kendilerini ya birbirleri ile çatışan aile ortamı içinde, ya da terörün,
şiddetin, savaşın, kaosun ahlaki zafiyetlerle boğuşan bir toplum içinde bulmaktadır.
Bilimsel veriler çocuklarda eğitim ve terbiye temelinin evlilik ile atıldığını, hamilelik ile devam ettiğini ve hayat boyu sürdüğünü, karakterin 0-2 yaş arasında oluştuğunu, hayallerin 3-4 yaşlarında kurulmaya başlandığını, öğrenme temelinin 04-06 yaşlarında atıldığını, dine ve dünyaya ilgilerin bu yaşlarda yoğunlaştığını ortaya koymaktadır.
0-6 yaş döneminin çocukların gelişiminde zihinsel, duygusal ve sosyal açıdan çok önemli izler bıraktığı altın bir çağ olduğu, bu yaşlarda çocuğun alması gereken adabı muaşeret kurallarının, temel dini bilgilerin ve ahlaki değerlerin daha sonraki yaşlarda verilmeye çalışılmasının çocuklar üzerinde tesirinin yetersiz kaldığı, sadece bilgiyi ders olarak öğrenmiş olmaktan öteye geçmediği ifade edilmektedir.
Gazali; çocuk eğitiminin doğumla birlikte başladığını anne ve babanın sahip olduğu
kişiliğin, çocuğun ileride sahip olacağı kişilik üzerinde etkili olduğunu; çocuğun iyi bir kişiliğe
sahip olabilmesi için annesinin veya sütannesinin helâl gıda ile beslenmesinin gerektiğini, haram yolla kazanılan süt veya gıda ile beslenen çocuğun vücut temizliğini kaybettiğini böylelikle kötü işlere meyilli hale geldiğini ifade etmektedir. İbn Haldun’un çocuklarını nasıl terbiye etmesi gerektiğini soran bir babaya; “Ne yaparsanız yapın en sonunda çocuklarınız sizin gibi olacaklardır.” Şeklinde verdiği cevap ta son derece
manidardır.
Çocuklarda görülen iyi ve kötü davranışlar anne ve babaların eseridir. Anne ve babalar nasıl bir çocuğa sahip olmak istediklerine göre davranmalıdır. ” Her
çocuk günahsız ve kötülüklerden arınmış olarak doğar, çocuk kötülüğe meylettirilirse o çocuk
kötülük üzere, hayır ve edep öğretilirse hayır ve edep üzere büyür.” “Çocukların terbiyesiyle
mükellef olan anne ve babalar çocuklarının günahlarına ve sevaplarına da ortak olurlar.”
Bu sorumluktan kurtulmaları, Çocuğunun ismini ve terbiyesini güzel yapmalarına, helal gıda ile beslemelerine, talim ve terbiyesini güzel yaptırmalarına ibadete alıştırmalarına, helalı-haramı öğretmelerine, sanat becerileri kazandırmalarına, argo kötü söz ve davranışlardan uzak tutmalarına bağlıdır. “Ey inananlar, kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır.” (Tahrim, 6)
Bilindiği üzere ülkemizde anne ve babalar için evlilik öncesinde çocuk eğitimi ve terbiyesi konusunda herhangi bir eğitim alma zorunluluğu bulunmamaktadır. Çocuklarımız okul öncesi eğitim dediğimiz kreşlere 3 yaştan, anaokullarına ve ana sınıflarına ise 4-5 yaşlarından itibaren kabul edilmektedir. Durum böyle olunca özellikle dezavantajlı bölgelerde 0-6 yaş arasında ki çocuklarımızın sağlıklı eğitim ve terbiye almaları konusunda tam bir fetret devri yaşanmaktadır.
Evlilik öncesi ana-baba eğitimi zorunlu hale getirilmelidir. Anne baba adaylarına doğumdan itibaren çocuk bakımı, eğitimi ve terbiyesi, yeteneklerinin keşfedilmesi ve geliştirilmesi, güzel dil ve üslup kullanımı, dini bilgilerin, nezaket, adabı muaşeret gibi değerlerin öğretilmesi ve yaşatılması gibi konuları içine alan “evlilik öncesi” eğitim kursları açılmalı ve bu eğitimi alma zorunluluğu getirilmelidir.
Mevcut okul öncesi okullar ise, çocukların hem fiziksel hem bilimsel açıdan becerilerini ve yaratıcı yönlerini ortaya çıkaracak, sosyal birey olarak yetişmelerini, karakter ve şahsiyet olmalarını sağlayacak rol model eğitimcilerin sorumluluk üstlendiği aile eğitimini de içine alan kurumlara dönüştürülmelidir. Aksi takdirde ebeveyn eğitimini dışlayan bir sistem başarısızlığa mahkûm olacaktır.
Mustafa KIR