İlk kitabım 1998 yılında basıldı. Kitabın sayfa ve kapak tasarımını yayıncı bir aileye mensup olan öğrencim A. Arif Altıntepe yaptı. Hazırlanan kitabı bir velimizin çalıştığı matbaaya götürüp veresiye bastırdım.
Baskı aşamasında “Yahu beş yüz, bin ne demek! En az iki bin bastır. Yarısı bana ait…” diyen arkadaşların dolduruşuna gelip iki bin adet bastırdım. Sanki meşhur bir yazardım.
Oysa o yıllarda meşhur yazarların kitapları ancak bu kadar basılıyordu. Dedim ya, dolduruşa geldim bir kere.
Sonra ne oldu? Kitapların ancak dörtte biri satıldı. O kadarı buharlaştı. Gerisi elimde kaldı. Çeyrek asırdır ne kadar hediye ettiysem tükenmedi. Maliyetini ancak kurtarabildiğimiz bu bereketli kitabın öncesi ve sonrası üzerine uzunca bir hikâye kaleme alınsa yeridir.
Aslına bakarsanız “İnsan Yazıları” adıyla bastırdığım, muhtevası mensur şiire yakın yazılar olan bu kırk altı sayfalık küçük kitap, ortaokul yıllarımdan beri sadrımda yanan ateşin dumanıydı.
Kitap bastırmayla ilgili ilk sergüzeştimin girizgâhı işte böyle. Sonrakilerin her biri ayrı macera.
Düzyazı veya şiir, türü fark etmez, ilk kitapların mutlaka bir hikâyesi vardır. Bu konuda en çok rahmetli Cahit Zarifoğlu’nun hikâyesi beni derinden etkilemiştir. Onun “Bir Şiir Kitabının Acıklı Güldürüsü” başlıklı yazısını her okuyuşumda hüznümün tazelendiğini söylesem abartmış olmam.
Rahmetli, muhtelif dergilerde yayınlanan şiirlerini 1967 yılında kitap hâline getirmek ister. Her çilekeş şair ve yazar gibi onun da parası yoktur. Ancak o, kitabı bastırmakta kararlıdır. Bir tanıdık aracılığıyla gittiği matbaa sahibiyle baskı ücretini dört taksitte ödemek üzere anlaşır. Sayfa düzeni ve kapak işi de bir şekilde hâllolur. İşaret Çocukları basılır.
Malumdur, basılan kitap önce eşe, dosta, arkadaşlara imzalanıp hediye edilir. O da öyle yapıyor. Sonra satılsın diye tanıdık kimselerin dükkânlarına, iş yerlerine bırakıyor.
Bu arada aldığı öğrenci bursuyla baskı taksitlerini ödemeye başlıyor. Ona da borç harç yaşamak kalıyor.
Aylar geçse de sağa sola bıraktığı kitapları sorup alan olmuyor. Hatta birileri satılmayan, satılmadığı gibi aranıp sorulmayan kitapları iş yerindeki sobada gürül gürül yakıyor, karşısına geçip keyfini çatıyor. Velhasılıkelam, kitap bir işe yarıyor!
Rahmetli Zarifoğlu, kendinin ve kitabının trajikomik hikâyesini “İşaret Çocukları’yla Cağaloğlu yokuşundaki ikinci el piyasasında nasıl karşılaştığını, nasıl pazarlık yapıp satın aldığını” buruk bir şekilde anlatarak sonlandırır.
Bazılarının yazar veya şair olmak, bazılarının birikimini paylaşmak, bazılarının heves söndürmek, bazılarının ideolojisini anlatmak, bazılarının kendini öne çıkarmak, bazılarının menfaat sağlamak, bazılarının puan toplamak, bazılarının ise “Ben de Yazdım” demek için yazdığı malumdur.
Herkesin şarkı söyleyebileceği ama her şarkı söyleyenin TSM sanatçısı, herkesin türkü söyleyebileceği ama her türkü söyleyenin THM sanatçısı, herkesin futbol oynayabileceği ama her futbol oynayanın futbolcu, herkesin resim yapabileceği ama her resim yapanın ressam olamayacağı gibi her yazı veya kitap yazanın yazar, her şiir yazanın şair olamayacağı da malumdur.
Bir de günümüzde yazar veya şair olmaya heveslenenlerin -herhangi bir oluşuma mensup, statüye sahip olmadan- tanınan, bilinen, kalıcı bir yazar ya da şair olmaları; ilgi görmeleri mümkün müdür?
Edebi çalışmalarının tamamı sadece dergi ve gazetelerde yayınlanan Yahya Kemal’in bu çalışmalarının ölümünden sonra kitaplaştırıldığını; Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü yazarı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sağlığında bastıramadığı pek çok kitabının ölümünden sonra basıldığını; Mehmet Âkif’in 1911-1933 yılları arasında müstakil olarak yayınlanan yedi şiir kitabının ölümünden yedi yıl sonra damadı Ömer Rıza Doğrul tarafından Safahat adıyla tek cilt hâlinde bastırıldığını; genç yaşta ölen ve cesedi kadavra olarak kullanılırken arkadaşları tarafından fark edilerek defnedilebilen Ömer Seyfettin’in hikâyelerinin ölümünden çok sonra kitap hâline getirildiğini; Oğuz Atay’ın ise kitaplarının bir sonraki baskısını göremediğini öğrendikçe içi iyice burkuluyor insanın.
Sosyal medyada okuyan, yazan, hem okuyup hem yazan genç arkadaşları gördükçe elbette mutlu oluyorum. Şöhreti yakalamasalar da, kalıcı olmasalar da okuyan, yazan, hem okuyup hem yazan, şiir ve edebiyatla, sanatla samimi bir şekilde meşgul olan kimseden kolay kolay zarar gelmez. Yeter ki sahip çıkılsınlar, desteklensinler, doğru istikamete yönlendirilsinler. Çünkü onlar, pek çok kimsenin yapamadığını yapıyorlar. Bu, böyle biline!
Mustafa USLU
Çok güzel konuya değinmişsiniz hocam. Yazarların hiçbir zaman parası olmaz, parası olanın da zaten yazma ile işi olmaz.
Yıllardır sizi hayatıma dahil ettiğim en kıymetli insanlardan biri olarak gördüm. Samimi duygularınızı kaleme almanıza yakından şahitlik ettim. Bu gayretinizin hak ettiği değeri bulacağına olan inancım tamdır. Durmak yok yola devam diyorum.
“…okuyan, yazan, hem okuyup hem yazan, şiir ve edebiyatla, sanatla samimi bir şekilde meşgul olan kimseden kolay kolay zarar gelmez.” şu cümlenize gönülden inanıyorum.
Desene hocam, yaşadıklarını yazıyorsun ama bastırmaya kalkarsan daha çok yaşayacakların var.
Çok güzel bir yazı olmuş. İnsanın kendi tecrübeleri çok değerli oluyor. İnşallah kitap bastıracak kişilere tecrübe olur. Eser bırakmak, bırakabilmek büyük bir şey. Yazıda belirttiğiniz kişilerin öldükten sonra kıymetlendiğini ben de bilmiyor idim.