Türkiye’deki mevcut eğitim sistemden dolayı hem anne babalar hem de okullar başarı odaklı olduğu için akademik başarı önceliği giderek daha fazla ön plana çıkarken okullardaki disiplinsizlikler de giderek artıyor.
Sosyal medyada gündem olan bir videoda İzmir’in Konak ilçesinde bir lisede yaşanan olayda ders anlatmaya çalışan bir Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeninin karşısında iki öğrenci bağırarak dans etmeye başladı. Bu olayla birlikte daha önce yayınlanan benzer videolar da akıllara geldi. Son yıllarda sosyal medya kullanımının okullarda yaygınlaşmaya başlamasıyla dolaşıma giren videolar, öğrencilerin derslere olan ilgisini azaltırken öğretmenlerin alay konusu haline gelmesine neden oldu.
Geçtiğimiz yıllarda Ankara’nın Sincan ilçesinde bir özel okulda İngilizce öğretmeni, ders esnasında bir öğrencisinin ayağa kalkarak kendine yönelik hareketleri sonrasında ne yapacağını şaşırdı. Daha önce Ankara ve Elazığ’daki okullarda yaşanan bıçaklı kavgalar disiplinsizliğin ulaştığı boyutları gözler önüne seriyor. İstanbul’da bir lisedeki kavgada bir öğrenci öldü, bir öğrenci de yaralandı. Eğitimciler; “Kamuoyuna yansıyanlar, gerçekte olanların yanında hiçbir şey. Çünkü birçok olay, ‘Kol kırılır yen içinde kalır’ anlayışıyla ya öğretmen ya da okul tarafından üstü kapatılıyor.” diyor.
Öğretmenin etkisizliği
Geçmiş yıllarda öğretmene güven ve teslimiyet vardı. Öğrenciler, “Eti senin, kemiği benim” anlayışıyla kendisine teslim edildiğinden öğretmen öğrencisinden kolay kolay saygısızlık görmüyordu. Öğretmenlerin bütün yetkileri zaman içinde bir bir kısıtlandı. Türk toplumunda çok özel bir yeri ve ağırlığı olan öğretmenin; disiplin yönetmeliğiyle ilgili sorunlar, Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun çıkarılmaması, 12 yıllık zorunlu eğitim, veliler tarafından yapılan saçma sapan iftiralarla dolu CİMER şikâyetleriyle uğraştırıldığından sınıfta ağırlığı kalmamıştır.
Sosyal medyanın etkisiyle öğrencilerin yok saydığı bir öğretmen profili ortaya çıktı. Öğretmen dövüldüğünde yine öğretmen suçlanarak olay sümen altı edilirken kimse ceza almıyor. Arkadaşını döven, sağa sola söven, dersi kaynatan, öğretmenleriyle dalga geçen, devamsızlık yapan öğrencinin okuldan gönderilmesi zorlaştırıldı. Disiplin kurulları öğrenci aleyhine karar vermeye çekinir hale geldi. 10 tane tutanağı olan öğrenciye okul değişikliği cezası bile verilemiyor. Öğrenci,tutanakları tutan öğretmenlerin karşısına geçip “Bakın, size rağmen ben buradayım” diyerek daha da arsızlaşıyor. Hal böyle olunca; daha önce okuldaki bütün öğrencileri tanıyan, herkesin derdi ile ilgilenen öğretmenler gidip videolardaki öğretmenler gibi “yapacak bir şey yok” diyerek, sessizliğe ve çaresizliğe gömülen, sadece dersini verip çocuğun eğitimine karışmayan öğretmenler ortaya çıkmaya başladı.
Baskın veli profili
Çocuğunu ‘melek’ zanneden, yeterli eğitim almayan veya farklı mesleklerden veliler, okul müdürüne, öğretmene işini göstermeye başladı. “Aman, çocuğuma dokunmayın” anlayışıyla “Sakın benim çocuğuma engel olma, terbiyesine karışma, fazla disipline etme!” diye emrediyorlar. Öğretmenler nasihat ettiğinde işi başka mecralara taşıyarak “Benim çocuğumun dünya görüşüne karışamazsın”, çocuklara yönelik en küçük bir kızma ve eleştiride “Çocuğumun psikolojisi bozuldu, çocuğuma şiddet uygulandı” anlayışıyla öğretmenler şikâyet ediliyor. İlgili makamların da her türlü şikâyeti dikkate alıp, okullara muhakkik, müfettiş göndermesi öğrenci ve velinin yanlış tutumlarını daha da cesaretlendirmektedir. Veli sorunu isimli makalemde değindiğim gibi “Görev yaptığım illerde hiç yoktan sebeplerle ‘Çocuğumu şöyle dövdü, böyle taciz etti’ gibi iftiralarla şikâyet edilen öğretmenlerimiz oldu. Ancak daha sonra öğretmenimizin masumiyeti anlaşıldığında öğretmenimiz çok zor durumda kalırken velilere ise attıkları bu iftiralar karşısında hiçbir yaptırım uygulanmadı.” (1)
Öğrenci merkezli eğitim yerine
Bir toplumu çökertmek-bitirmek istiyorsanız önce aileyi, sonra o toplumun âlimlerini, hocalarını, öğretmenlerini itibarsızlaştırın ki çocukları ve öğrencileri bile onları ciddiye almasın ve onların üzerinde hiçbir yaptırımları kalmasın. Velilerin fırçaladığı, talebesinin hakaret ettiği, yöneticisinin kıymet vermediği sıradan memurlara dönüşsünler. Sonunda ne bir nesil yetiştirebilecek heyecanları, ne toplumu ıslah edebilecek aşkları, ne de zorluklarla başa çıkabilecek azimleri kalsın. Acaba yıllardan beri köpürtülen öğrenci merkezli eğitim, aşırı özgüven gibi insanları bir anlamda kapasitesinin üzerinde zorlayarak yoldan çıkartmalar, cinin şişeden çıkması gibi yapılan cesaretlendirmeler, öğrencileri bugünlere hazırlanmak için mi yapıldı!?
“Öğrenci dalkavukluğu en ileri düzeyde ve öğrencinin kim sırtını daha yumuşak okşarsa, o prim yapar. Çocuk bir defa gazı almıştır, evin ve okulun hâkimi gibidir. Zavallı öğretmen, terbiye konusunda en ufak bir ikazda bulunamaz. Öğrencisi, bir yandan yanağını okşarken elindeki kitabı okuyan öğretmen olayı hakkında ciddi bir tepki görmedim. Ben de çocuklarımı çok sevdim ama kulaklarımda hep büyükannemin, “Uşak aziz, terbiyesi daha aziz…” sözü vardı. (2)
Öğrenci merkezli eğitim yerine, öğretenin; saygın, etkin, değerli görüldüğü bir eğitim anlayışını yerleştirmemiz gerekiyor. Öğretmenleri itibarsızlaştırmak, bir toplumun temeline dinamit koymaktan farksızdır. Öğretmenler, kendini bilmez velileri ve öğrencileri memnun etme memurları değildir. Nurettin Topçu, “Maarif demek, muallim demektir.” diyor. Velilerin saygı göstermediği öğretmene öğrenci hiç saygı duymaz.
Rahatlık insanı çürütür.
Gazzeli çocukların yaşadıkları soykırım karşısındaki ezberlerimizi bozan, bütün dünyaya ders veren olgunlukları, felaketler karşısındaki sabırlı duruşları, bizim çocuk yetiştirmedeki yanlışlarımızı görmemize yardımcı oldu. Bu kadar rahat bir ortamda tüm ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılayarak, hayatın zorlukları ve tehlikeleriyle yüzleştirmeden, hiçbir sıkıntı çekmeyen çocuklarımızın şımarıklığı ve disiplinsizliğinin bizleri “Nerede yanlış yapıyoruz?” düşüncesine sevk etmesi lazım.İlkokula öğretmenine hayran olarak başlayan öğrenci, lisede öğretmeniyle dalga geçen, ona bıçak çeken hale nasıl geliyor.
Bu sistemle iyi öğrenci, ahlaklı vatandaş, düzgün insan çıkarma şansımız yok. Öğretmene itibarı ile beraber geniş yetkiler verilmeli, veliler okuldan uzaklaştırılmalıdır. Fatih Sultan Mehmet Han’ı hocalarına teslim eden 2. Murat Han, hocalarına sınırsız yetki de vermişti. “Çocukların psikolojisi bozulacak” sözüyle geldiğimiz noktada bu kez çoğunluğun söylediği söz “Çocuklarımız bozuldu” oldu. Şimdi yeni baştan “Hoca-Talebe” ilişkisini tesis edecek Türk millî kültürünü bütün veçheleriyle yansıtacak çok ciddi bir eğitim reformuna ihtiyacımız var. (3)
Zorunlu eğitim, sorunlu eğitime dönüştü
Yapılan işlerde bireysel fayda çok önemli değildir. Esas fayda, toplumsaldır. Topluma faydası olması lazım. Mesela hırsızlık bir insana faydalı olabilir ama topluma faydalı mıdır? OECD ülkelerinde zorunlu eğitim ortalaması 12 yıl diye bizde aynısını yapmak zorunda değiliz. Her ülkenin kendine ait kültürel kodları ve şartları vardır. Onların ülke nüfusları kadar bizim lise öğrencimiz var. Delikanlı yaşlarında, aşırı özgüven yüklü, aileden yeterince sorumluluk eğitimi almamış, okumak istemeyen çocuklara eğitim ve öğretim vermek öğretmenler için zulüm ve işkenceye dönmüştür. Eğitilemeyecek çocukları zorunlu eğitime tabi tutmak, onları ısrarla okula kapatmak zaman ve enerji israfından başka bir şey değil. Liselerin büyük çoğunluğunda okumak istemeyen gençler, okumak isteyenlerin eğitiminin sabote edilmesine neden olduğundan zorunlu eğitim, sorunlu eğitim haline gelmiştir.
Liseler sadece devlete değil, ailelere de büyük bir yüktür. Ayrıca lise eğitiminin hedefsiz olmasıyla birlikte gençlerde gelecek kaygısı ve sorumluluk bilinci oluşmamaktadır. Liselerde şiddet, alkol, uyuşturucu kol gezmektedir. (4)
O nedenle ortaokuldan sonra eğitim mecburi değil ihtiyari olmalıdır, isteyen okumalıdır. Okumak istemeyen insanlara bu kadar kaynak ayırmak, herkese zorla lise ve üniversite okutmak mecburiyetinde değiliz. Kaynaklarımızı okumak istemeyen insanlara harcamak yerine okuma hevesi olan; öğretmene, okula, çevresine saygı gösteren insanlara ayırarak daha faydalı bir eğitim verebiliriz.
Mustafa ALTINSOY
—————————————————————————————————————————
1. https://www.maarifinsesi.com/egitimde-veli-sorunu/
2. Berat Demirci / Buz Gibi Bir Eğitim Yazısı. 3.06.2022. Bizim Sivas gazetesi
3. Meryem Aybike Sinan / Öğretmen Linç Edilirse. 1 Mart 2024.Türkiye Gazetesi
4. İbrahim Halil Er / Liseleri Kaldıralım. 02 Kas 2013. Millî Gazete
Öğretmenlerin durumu güzel anlatilmiş,birde öğretmen müdürle aynı görüşte değilse,müdür öğrenciyi öğretmene karşı hunharca cesaretlendiriyor da vay halimize…
Çözümü buldu maarif bürokrasisimiz: Her müfredat/ program değişiminde Felsefe, Sosyoloji, Psikoloji , Mantık derslerini kırpıp kuşa çeviirerek ( seçmeli ders yaparak) yerine Din Kültürü dersleri ikame etti . Sonuç ortada . Gençlik de itikadi konular da, kültür de, ahlak da… hak getire ! Felsefesi olmayan bir sistem amcak buraya kadar . Sağolsun ÖSYM/ YÖK/ MEB organizasyonu ile Sosyal Bölümler kendiliğinden lağvedilmiş oldu. Herkes Dr, mimar, mühendis… olmak için mücadele veriyor çünkü sistem buna ayarlı…
Teşekkürler sayın hocam. Harika tesbitler!
Katılıyorum. Ancak devlet, devletliğini gösterecek, örgün eğitimin dışında kalan, okumak istemeyen milletin gençlerini gerek hayata, gerek mesleğe, gerek iş ortamına ve gerekse zorunlu eğitimden dolayı köylerin boşalmasına sebep olan devlet aklı köy hayatını teşvik edici çalışmaları da yapmalıdır.
Bir şeye daha itirazım var sayın müdürüm. Yarı tanrı gibi kendinde yetki gören siyaset ve devlet bürokrasisine ayar verilmeli, her tür bürokrasinin ülkeye hizmet aracı olduğu fikri yaygınlaştırılmalı.
Bu sözleri söyleyecek en son kişi sensin Mustafa Altınsoy.Senin Manisa il milli eğitim müdürlüğünüde gördük.Sen sus Allah aşkına.
Ramazan bey ,sana ne gibi bir zararım oldu yada senin istediğin neyi yapamadım bilmiyorum . ama şahsi olarak hepimizin hataları eksikleri olabilir. Ben toplumsal bir sorundan bahsediyorum… isterseniz beni bulup şahsi olarak hesabını sorabilirsiniz ama kamuyu ilgilendiren meselelerde hissi olmamanız gerekiyor. Selamlar
Biz Müdürümüzün müdürlüğünü gördük ve çok hoşnut kaldık. Hem yukarıdaki “Öğretmenler Çaresiz” adlı yazının katılınmayacak bir cümlesini bulamadık. 12 senelik mecburi eğitim adı altında köylerimiz boşaldı, boşalan köylerde okullar kapandı okullardaki bayrak indi İstiklal marşımız susmadı mı. Hem bir çocuk okumayacağım diyor, sanat öğrenme, ziraat çiftçilik öğrenme yaşında onları mektebe hapsediyoruz.Olan gençliğe olan Aziz vatanımıza oluyor. Bu kanundan en kısa bir vakitte dönebilecek cesur BÜROKRATLAR çıkar inşaallah. Hayırlı Ramazanlar
Otuz yıla yaklaştı öğretmenlik hayatım. Beni öğrencilerim yormadı. Öğretmeyi de çok sevdim. Çok iyi insanlarla çalıştım. Çok güzel anne babalarla birlikte olup çocuklarının ellerinden tutup onları kuyulardan çektim. Onlar benim gurur kaynaklarım. Fakat maalesef yine aynı taraftaki çok insandan da zarar gördüm. Sayıları az olsa da kendini ve haddini bilmez veliler, iş bilmez idareciler ve kıskanç ve doğruyu söylemekten çekinen arkadaşlar. Şükürler olsun ki idare ve arkadaş anlamında da çoğu zaman şanslıydım. Ama son dönemde öğretmenlik mesleğine karşı yapılan itibarsızlaştırma yordu bizi. Bunun sebebi biz değiliz. Yoldaki vatandaşın aklı esince laf söyleyebileceği hale geldik. Ülkemin dört bir yanında velisinden, öğrencisinden şiddet gören öğretmenler var.
“Bir harf için kırk yıl köle olurum” dan biz bu hale nasıl geldik? Velinin zarar verdiği öğretmen çocuğa ne kazandırılabilir?
Ve artık mesleğime saygısızlığı kabul etmiyorum. Düşün artık yakamızdan!
Makalesiyle duygularıma da tercüman olan eski Sivas Milli Eğitim Müdürümüz Sayın Mustafa Altınsoy’ a teşekkür ediyorum. Saygılarımla…
Eğitimimizin kanayan yarasını yazıya döktüğünüz teşekkür ederim hocam. Maalesef zorunlu eğitim devam ettiği ve öğretmeni değersizleştiren idareciler olduğu müddetçe bu sıkıntılar devam edecek. Öğretmenlerin yalan isnatlarla şikayet edildiğine bir çok kez şahit oldum. Ama iftara atıldığı ortaya çıkınca, ne veliye ne de öğrenciye bir yaptırım yapıldığını da görmedim. Bu noktada idarelerinin ve kanunların öğrenci ve veliden yana tavır aldığına da şahit olduk…