eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Açık
14°C
Ankara
14°C
Açık
Cumartesi Az Bulutlu
14°C
Pazar Çok Bulutlu
16°C
Pazartesi Az Bulutlu
17°C
Salı Açık
15°C

Üç asırlık hikâyemiz

Çağdaşlaşma Her toplumun, ilâhî takdir gereğince içinde yaşamak zorunda olduğu çağı anlamaya, çağa uyum sağlamaya ihtiyacı var; gerektiğinde kendi temel değerleri, kültür ve medeniyet dinamikleri çerçevesinde çağını dönüştürme görevi var. Bugünkü haliyle Batı toplumları bunu kısmen başarmış görünüyorlar. Bu başarının en önemli eksikliği, dışarıda gördükleri ve diş geçirebildikleri toplumlar üzerine yürüttükleri, “neo colonialism (yeni sömürgecilik) ve oryantalist ötekileştirme” başlığıyla özetleyebileceğimiz gayrı ahlâkî alışkanlıklarını sürdürmeleridir. Bana göre bunun da esas sebebi, çağdaşlaşmayı dinî ve manevi yönden temelsiz bırakmalarıdır. İslam toplumları ise tersi bir temel tutum izliyorlar; dinî ve manevi bağlılıklarını sürdürürken, yaşadıkları çağı doğru kavrayamıyor; o yüzden çağa uyum sağlayamıyor, çağ ile kavga ediyorlar. Müslüman toplumların bu bataklıktan bir türlü çıkamamalarının sebebi ise -hâşâ- din değil, dinî öğretim kurumlarının bin küsur yıl önce oluşturulmuş bulunan, rasyonellik ve ahlâkîlik ilkelerine ilgisiz, inanılmaz derecede katı ve değişmeye direnen yorumu aynıyla sürdürmeye uğraşmaları, toplumsal zihni de böyle inşa etmiş olmalarıdır. Aslında bazı Müslüman toplumlarda 18. yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa’daki yeni gelişmelerin görülmesiyle çağdaşlaşma hususunda bir farkındalık oluşmaya başlamıştı. Ülkemizde adım adım ilerleyen çağdaşlaşma fikriyatı ve pratiği, araya Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşının girmesiyle kısmen kesintiye uğramış; 1920’leren itibaren tekrar başlamıştı. Bu son girişim Osmanlının son yüzyılındaki ılımlı ve entelektüel çizgiden sapmasaydı iyi bir başlangıç olabilirdi. Ne var ki, girişimin aktörleri şapka devrimi, Türkçe ezan, din öğretimi yasağı gibi mantıksızca birkaç takıntı yüzünden, zaten kültürel doğası muhafazakâr olan halkı karşılarına aldılar. Bu gelişmeler, hâlâ etkileri devam eden yıkıcı sonuçlar doğurdu. Halbuki Türkiye, kurtuluş savaşında diğer Müslüman toplumlara örnek olduğu gibi, değişim isteğini topluma yayarak, kendi inanç ve kültür değerleriyle birlikte çağdaşlaşmada da onlara örnek olabilirdi. Yönetimlerinin ve bazı aydınlarının çağdaşlaşma gayretinde olduğu Nasır’ın Mısır’ı, Baasçı liderlerin Irak ve Suriye’si gibi ülkelerde Arapçı-İslamcı-sosyalist melezi rejimler, entelektüel ve bilimsel yönlerden içi boş bir ideoloji ile avundular. Arap Yarımadasının koyu dogmatik selefî Müslümanları ile gittikçe onların etkisine giren Pakistan, Afganistan, Endonezya gibi ülkelerin toplumları ise, deneysel ve sosyal bilimlerde gelişmenin olmadığı, geçmişe ait mirasın tekrarıyla yetinen sözde “İslâmî” bir modeli savundu durdular. Böylece bu kısa özet bile Müslüman ülkelerin çoğunun neden uluslararası ilişkilerde ahlak tanımaz Batı’nın nüfuz ve/veya sömürü alanı olmaktan bir türlü kurtulamadığını anlatmaktadır. Sonuç olarak Müslümanlar –M. Arkoun’un ifadesiyle- “çatışma ideolojisi ve (klasik) Sünnî ilâhiyat tarafından kapatıldıkları dogmatik hücre”den çıkabilirlerse, şu halleriyle zihinsel olarak bu çağda yaşamadıklarını, çağın hâkimi değil, mahkûmu olduklarını göreceklerdir. Müslüman toplumlar bu büyük sorunu aşmak için Kur’ân-ı Kerîm’i, Hz. Peygamber’in Sünnetini ve kültürel birikimlerini önlerine koyup, bunların ihtiva ettiği, hayatın değişik alanlarına dair temel değerler ve ilkeler ile modern çağın deneysel ve sosyal bilimlerinin ışığında bir çağdaşlaşma modelini başarmak zorundadırlar. Bu modelin aslî özelliği, İslam’ın ahlâkî ve insani kimliğine uygunluğudur. Ayrıca bu, ulemânın katı dogmatik öğretileri yüzünden inançlarıyla çağının gerçekleri arasında sıkışmış bulunan Müslüman dünyanın ihtiyaç ve taleplerine gerçekçi cevaplar içeren bir model olacaktır. Bu model, temel İslâmî değerler ile bilimin ışığında geliştirildiği için Müslüman dünyanın üzerinde ittifak ettikleri, şimdiki çatışmaları ortadan kaldıran bir model olacaktır. Böylece Müslüman dünya, bizatihi insanı hiçleştiren ahlak yoksunu şimdiki hâkim dünya düzenine karşı, insanlığa daha ahlâkî ve insani bir model sunabileceklerdir. Mustafa Çağrıcı-2019

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.