Tarihimizde çok önemli bir yere sahip olan müziğimiz hayatın her alanında karşımıza çıkar. Günlük hayatta düğün, asker uğurlama, önemli gün kutlamaları, cenazeler, bando, dini musiki; geçmişte taht törenlerinde, sancak değişiminde hep müzik vardır. Mütevazılığımızdan mı, ihmalkârlığımızdan mı bilinmez bizde icraat vardır, tarih boyunca önemli eserlere imza atmış bir toplumuz, çok kıymetli tarihi şahsiyetlerimiz, sanatçılarımız, bilim insanlarımız var ama kayda almak konusunda ihmalkâr davranırız. Yazılanların çoğu da çeşitli sebeplerle günümüze ulaşamamıştır. Sonraki nesillere köklü mazimizin, sanatımızın musiki kısmını tanıtan bir minik yadigâr olarak başladığımız yazılarımızda bugün ünlü Türk bilgini, en eski musiki âlimi, “Âlim-i Sani/ Üstad-ı Sani /Muallim-i Sani” Farabi’den söz edeceğiz.
Günümüzde Kazakistan sınırları içinde yer alan Farâb şehrinde 870-950 seneleri içinde yaşadığı düşünülen Ebû Nasr Muhammed bin Muhammed bin Tarhan bin Uzluğ el-Fârâbî et-Türkî olarak bilinen filozof ve âlimdir. Babası bir kale komutanı olan Farabi’nin Arap veya Farisi olduğunu iddia edenler varsa da “Tarhan bin Uzluğ” ifadesinden Türk olduğu anlaşılmaktadır. Doğduğu yerin de kale, cami, çarşı pazarı olan küçük bir Türk kasabası olması bu tezi desteklemektedir. İlk eğitimini bu kasabada aldıktan sonra Bağdat’a giderek felsefe okudu. Aristo’nun “K. Nefs” adlı kitabını yüz kez okuyup kitabın kenarına yazdığı, “Semai Tabia” eserini ise kırk kez okuduğunu yazıyor kaynaklar. Gerçek manada ilim öğrenmek isteyince ısrarlı olunması gerektiğini onun bu davranışında görüyoruz. Aristo’nun 6 ciltlik temel mantık kitabı Organon’un tüm bölümlerini çevirip buna şerhler yazdığı, Organon’a iki bölüm daha ekleyerek 8 cilde çıkardığı için Aristo’dan sonraki âlim kabul edilmiştir. Bağdat’ta bir Hristiyan olan Ebu Biş Matt b. Yunus’tan mantık, ayrıca başka hocalardan dil bilimi dersleri almıştır. Kaynaklarda birçok dil konuşabildiği yazıyor. Bunlardan başka doğa felsefesi, psikoloji, siyaset bilimi, astronomi, matematik, kimya, tıp ve musiki alanında çalışmalar yapmıştır. Bağdat’taki siyasi durumdan rahatsız olunca bugünkü Suriye bölgesine gelerek çalışmalarına devam etmiştir.
Farabi, büyük bir sadelik içinde yaşar, sıklıkla bir kenara çekilir, dünya keşmekeşinden uzaklaşıp iç âlemi ile baş başa kalmayı severdi. Ancak söz konusu musiki meclisleri oldu mu oraya katılmaktan geri durmazdı. Müziğe merakı bu konuda çalışmalar yapmasına vesile oldu. “Musiki Üzerine” adlı önemli çalışması Orta Çağ musiki kuramının en önemli eseri sayılır. Musiki yazmalarının en eski örnekleri ona aittir. Şeyh Ebu Nasrü’l Farabi, kendisinden önceki Arap musikicilerin yanlışlarını düzeltmek ve Yunanlıların müzik nazariyatını Araplar arasına sokmak istedi. Ses sistemindeki nağmelere Yunanlıların verdiği isimlerin yanında kendisi de adlar vererek kitabına koydu. Makamların psikolojik etkilerini dile getirdi. Bunlardan birkaçı şöyledir:
1. Rast makamı: İnsana neşe, huzur verir. Güneş iki mızrak boyu yükseldiğinde etkilidir.
2. Zirgüle makamı: Uyku verir. Öğle vakti etkilidir.
3. Uşşak makamı gülme hissi verir. Öğleden sonra etkilidir.
4. Neva makamı: Lezzet ve ferahlık verir. Gece etkilidir.
5. İsfahan makamı: Hareket becerisi ve güven duygusu verir. Gün batımında etkilidir.
6. Rehavi makamı: İnsana sonsuzluk düşüncesi verir. Fecirden önce etkilidir.
Bunların dışında tan yeri ağarırken hüseyni, kuşluk vakti buselik, akşamüstü ırak, yatsı sonrası büzürg makamının dinlenmesi gerektiğini söyler.
Farabi ud, kanun ve başka birkaç müzik aleti daha çalmış ancak ud bunlar içinde onunla özdeşleşen bir çalgı olmuştur. Uda beşinci teli ekleyerek ses aralığını genişletip tonal çeşitliliği artırmıştır.
Farabi, bir gün döneminin vezirlerinden Seyfü’d Devle’nin meclisine davet edilmiş. Udunun nağmeleriyle orada bulunanları önce güldürmüş, sonra ağlatmış, sonra uyutarak oradan ayrılmış. Bunun üzerine Seyfüddevle onu yanında tutmak isteyip çeşitli ihsanlara bulunmuşsa da bunları kabul etmeyip dört dirhem gibi cüzi bir maaşla hayatını sürdürmüş.
Muallim İsmail Hakkı Bey, “Mahzen-i Esrar-ı Musiki isimli eserinde Farabi’ye ait 90 adet besteyi notaya geçirip yayımlamıştır. Yazının girişinde bahsettiğim gibi bin yıl önce bestelenmiş eserler Batı’da olsa senfoniyle hemen her gün icra edilerek kültürlerini korurlar, ilkokul çocuklarına bile dinletirlerdi. Bizse bu kadar kıymete haiz bestelerin varlığından bîhaberiz. Müziğimiz rahmetli Cinuçen Tanrıkorur’un ifadesiyle “Birçoğumuzun dikkatsiz bir alışkanlıkla kullandığı ‘alaturka’ veya ‘tek sesli’ sözünün görünüşte pek dar olan sınırları içine hapsolmuş görünse dahi pek çok eski bir geleneğin, Türk’e mahsus derin bir hayat felsefesinin ve çok ince bir estetik anlayışının ürünüdür.”
Bize bu müziği armağan ve emanet edenlere saygıyla, rahmetle…