BİR HATIRLATICI, BİR MÜSLÜMAN BAKAN, HEM “TEVFİK” HEM “İLERİ” BİR ŞAHSİYET “TEVFİK İLERİ” 31 ARALIK’TA RİZE’DE ANILACAK
Cumhuriyet tarihimizde tek partili dönemde, sosyal hayatın her alanında yapılan uygulamalar Türk kimliğini oluşturan Hoca Ahmet Yesevîlerin, Âşık Yunusların, Hacı Bayram Velilerin, Mevlânaların, Akşemseddinlerin, Hacı Bektaş Velilerin, Süleyman Çelebilerin, Aziz Mahmud Hüdailerin, Yahya Efendilerin, Filibeli Ahmet Hilmi Efendilerin ilmik ilmik ördüğü İslam ile terbiye olmuş bin yıllık ruhu bedenden kazıyarak çıkarmak ve yerine “orta çağ” karanlığından neşet etmiş iç çekişmelerin, kilise-kral-aydın çatışmalarının, ırkçılık savaşlarının, sanayi devriminin ve köleliğin şekil verdiği ve “hümanizma” adıyla insanı tanrılaştıran ve Avrupalı dışındaki halkları, kavimleri, insanları “insan” olarak tanımayan bir zihniyeti tesis etmek olmuştur. Öyle ki Osmanlı torunları(?)kendilerine ne kadar Batılı kıyafet giydirip Batılı patronlarına şirinlik yapsalar da Batı onların bu gülünç haline hiçbir zaman itibar etmedi. “Bütün Kur’an’ları yaksak, bütün câmileri yıksak, Batı insanının gözünde biz yine Osmanlı’yız; Osmanlı yâni İslâm. Olimpos Dağı’nın çocukları, Hira.Dağı’nın evlâtlarını hep bu gözle gördüler…”
Halbuki Kâzım Karabekir Paşa 1923 yılında Galatasaray Lisesi’nde yapılan Darülfünun mezuniyet töreninde, fötr şapka giymiş papyonlu alkışçılara şöyle diyordu: “Efendiler, biz Garplılaşmakla değil, bizler Kurtuluş Savaşımızı dîn-i İslâmiyye’ye olan bağlılığımızla gerçekleştirdik ve kazandık.”
Cemil Meriç farklı bir şey söylemiyordu: “Çağdaşlık neden Hristiyan ve kapitalist Batı’nın abeslerine perestiş olsun? Bu, kendi derisinden çıkmak, kendi târihine ihânet etmek ve köleliğe peşin peşin râzı olmak değil midir? Çağdaşlık masalı, bir ihraç metâı Batı için kokain gibi, frengi gibi. Şuuru felce uğratan zehir. Çağdaşlaşmanın halk vicdânındaki adı asrîleşmektir, asrîleşmek yâni maskaralaşmak, gâvurlaşmak…”
Sadrazam Said Halim Paşa, Batılılaşma adına İslamî değerlerin itibarsızlaştırılmasını kabul edilemez buluyordu. “Milletlerin ilerlemesinde en mühim âmil fikir adamları, bilgin ve aydın tabakalar ile umûmî efkârı idâre edenlerdir… Bunların en birinci vazîfeleri bütün bilgi ve zekâlarını İslâm’a âit inanç, ahlâk ve cemiyet nizamlarını hakîkî mâhiyetiyle, delillerle ve açık olarak kurmaya hasretmektir… Böylece, İslâmî esaslardan doğan ahlâkî, içtimâî ve siyâsî ne gibi vazîfelerle mükellef olduğu ferde anlatılmalıdır.”
Muallim ve şair Arif Nihat Asya hangi ruhî travmaları yaşadı ki şiirinde “Müslümanlıkla yoğrulan yurdu / Müslümansız bırakma Allah’ım!” diye dua etti. Ya yine muallim ve şair olan Orhan Şaik Gökyay? Savaşlar bitmiş, Cumhuriyet ilan edilmiş, sulh dönemine girilmiş. Okyay şiirinde neden tekrar tekrar “Bu vatan kimin?” diye sordu.
İslam yurdu ülkemizde maalesef 1940 sonrası şiddetli bir din düşmanlığı hayatın her alanını kuşatmış, işgal etmişti. Dindarlar ve din görevlileri hor görülmüş, dışlanmış, yazı ve karikatürlerde aralıksız İslâm aleyhtarlığı yapılmıştı. 17 Mayıs 1942 tarihli resmî yazıyla Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim Tör basın organlarında memlekette dinî atmosfer yaratacak hiçbir yazıya ve kitaba izin verilmeyeceğini ilan etti. Evler basıldı, Kuran-ı Kerim’ler ve dinî kitaplar kamyonlarla kâğıt fabrikalarına gönderildi. Ahir ömründe şair ve devlet adamı Mehmet Emin Yurdakul “Biliniz ki Ey Gaddarlar!”şiirinde milletin öfkesini haykırıyordu:
Evet sizler, varın bize asla şiir yazdırtmayın
Şu millete can verecek hiçbir kitap bastırmayın
Vahşet tamam olmak için her mektebi kapattırın
Buhari-i Şerif gibi Kur’anı da toplattırın.
…
Eğer bundan ümidiniz fikirleri körletmekse,
Karanlıklar içerisinde korkusuzca zulmetmekse:
Şunu iyi bilin ki ey gaddarlar,
Bugün sizin karşınızda feryat eden bir millet var!
…
1939-1946 arası Maarif Vekili olan Hasan Ali Yücel “Hümanist Kültür”e bağlı olmayanların dar kafalı olduğunu söylemiş Yunan mitolojisi ve Latin klasiklerini Türkçeye tercüme ettirmiştir. 14 Mayıs 1944’te CHP kurultayında ibadet yerlerinin Halkevlerine dönüştürülmesi kararlaştırılmıştır. Türk milletinin büyük hâtip ve vaizleri dilencilik yapmaya başlamıştır. Gün gelmiş asırlarca İslamın bayraktarlığını yapan ve İslamın ruhuyla milli mücadelesini verip Anadolu’yu yeniden vatanlaştıran ve İstiklâl Marşı’nı yazan Türk milleti ölüsünü yıkayacak adam bulamaz olmuştur. Halbuki İstiklâl Marşı ne diyordu:
…
Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,
“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
…
Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma’bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dînin temeli
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli
…
İşte Müslümanların zulüm gördüğü böyle bir dönemde, Demokrat Parti iktidar, Tevfik İleri de Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) oldu. Henüz 39 yaşındaydı. 10 yıllık Demokrat Parti iktidarında aralıklarla Milli Eğitim Bakanı olan Tevfik İleri, tarihi şanla şerefle dolu Müslüman Türk milletinin şahsiyetini, karakterini yeniden bulması ve daha ileri yürümesi, üzerine ağır toprak atılıp gömülen ve unutturulan medeniyetimizin ortaya çıkarılması için bir “hatırlatıcı” gibi çalıştı. Hatırlatıyordu İslamın bir ilim ve terakki dini olduğunu… Âlimin ölümünün alemin ölümü, olduğunu diyen; ilim Çin’de de olsa isteyin, diyen; bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum, diyen; çocuklarınızı sizden sonraki zamana hazırlayan, diyen, temizlik imandandır, diyen bir İslâmiyet nasıl olur da geri kalmışlığın sebebi olur?
Tevfik İleri milli eğitim bakanı olarak özetle şu icraatlere imza attı:
• İlkokul öğretmenlerinin intibakı
• Türk Sanat Tarihi Enstitüsü’nün kurulması
• İlkokul müfredatına din derslerinin alınması
• Köy Enstitüleri’nin ve Öğretmen Okulları’nın aynı statüde birleştirilmesi
• Türk Kültür Eserleri serisinin kitaplaştırılması
• Bakanlıkça hazırlanan İnönü Ansiklopedisi’nin adının Türk Ansiklopedisi olarak değiştirilmesi
• İmam-Hatip Okullarının açılması
• İslam enstitülerinin açılması
• Enstitü mezunu öğretmenlere öteki öğretmenlerin sahip olduğu hakların verilmesi
İşte böyle bir kahraman Milli Eğitim Bakanı 1960 darbesini yapan cuntacılar tarafından idamla yargılandı ve müebbet hapse çarptırıldı. Hastalandı ve 1961’de vefat etti. Mekânı cennet olsun.
Has Türk evladı olan Tevfik İleri ölüm yıl dönümünde 31 Aralık’ta, 2025’in son gününde, bilim şöleniyle doğduğu Rize’de anlatılacak, anlamaya çalışılacak. Rize Valiliği, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, Rize Belediyesi ve STK’lerin ortaklaşa düzenleyeceği bilgi şöleninde birbirinden değerli akademisyen, fikir adamı ve münevverler açılış paneliyle birlikte üç oturumla aşağıdaki başlıklarla Tevfik İleri’yi anacaklar:
Aile Reisi Tevfik İleri
Tevfik İleri’nin Kronolojik Hayatı ve Düşünce Dünyası
Tevfik İleri, Eğitim ve Düşünce Hayatımızdaki Yeri
Yassıada da Yüksek Adalet Divanı Yargılamaları ve Tevfik İleri
Tevfik İleri’nin Eğitim Hayatımızdaki Yeri
Tevfik İleri ve Eğitimde Yeni Bakış
Tevfik İleri ve Mesleki Eğitim, Öğretmen Okulları
Nizamülmülk’ten Tevfik İleri’ye (Düşünce, Eğitim)
Tevfik İleri Uygulama Felsefesi ve Günümüze Yansımaları
Basında ve Halkta Tevfik İleri Algısı 
Siyasi Cephesiyle Lider Devlet Adamı Tevfik İleri
Tevfik İleri ve İmam Hatip Nesli