Salgının hızı artarak devam ediyor. Geçen sene eğitimle ilgili sergilenen esnek tavır, bu sene “okulların açık kalması, milli güvenlik meselesi” olarak addedilerek artık sergilenmiyor, gerekirse toplumu kapatıp okulların açık tutulacağı belirtiliyor. Hükümet de bakanlık da kararlı bir tavır sergilemeye çalışıyorlar. Bu kararlı tavırlar, eğitimin en alt basamağında yani okullarda nasıl karşılık buluyor, MEB şimdilik buraya odaklanmak istemiyor gibi. MEB’in hâlihazırda derdi, okulları ne edip tutup açık tutmak. Bunun için elindeki tek argüman, istatistikler.
İstatistik, işlerin nasıl yapıldığını ya da ne durumda olduğunu anlamanın tek yolu olarak kabul edildiğinde, insanın değeri yavaş yavaş ortadan kalkar. Çünkü istatistik, olaylar insandışılaştırır. Mesela MEB 2020 istatistiklerine göre, eğitim sistemimizdeki kamu ilkokullarında bir sınıfa düşen öğrenci sayısı 22, ortaokullarda 29, liselerde 32, meslek ve teknik liselerde 24 olarak belirtiliyor. Oysa gerçek çoğu yerde böyle değildir. Elbette bu rakamların doğru olduğu okullar vardır, hatta bu sayıların altında olan okullar da vardır. Ama İstanbul ve Ankara başta olmak üzere bu sayıların neredeyse iki katı olan okullar hiç de öyle az sayıda değildir. Herkes kendi etrafına bile baksa, bu rakamların gerçekçi olmadığını, istisna olmadığını rahatlıkla gözlemler. MEB meseleye istatistiksel olarak baktığı için okulları açmada beis görmüyor. En fazla ikili eğitime geçilebileceğini belirtiyor. Onu da valiliklere bırakıyor. MEB il müdürleri de bizim şehir böyle görünmesin diye ikili eğitime geçmekten imtina ediyorlar.
Bu meselede dâhil olmak üzere MEB, neredeyse 2 yıldır içinde bulunduğumuz salgından tecrübe çıkarmış değil. Meseleye okulları açmak-kapamak olarak bakıyor. Oysa mesele okulları açmak ve kapamak değildir. İki yıldan beri süren salgın, bize eğitimin her tarafını ciddi bir gözden geçirmemizi, adeta temel sağlık kontrolünden (check up) geçirmemizi sağlamalıydı. Bu sağlık kontrolünde eğitimin batıcı, seküler ve kültürü-ahlakı temel almayan bir iklime sahip olduğu görülecekti. Eğer bu kontrol yapılsaydı çoğu sınıflarda öğrenci sayısının ve hemen tüm seviyelerdeki müfredatta yer alan derslerin sayısının oldukça fazla olduğu görülecekti. Hâlihazırda ilkokullar için 8, ortaokullar için 10 ve liseler için 13 çeşit zorunlu ders var. Bu ders sayılarının içinde seçmeli dersler ise yok. Bu seçmeli dersler de sayılsa tüm seviyelerdeki ders sayısı en az yüzde 30 artıyor.
Salgın, bu sistemi baştan ayağa değiştirmek için bulunmaz bir fırsattı. Halen de geçmiş değil bu fırsat.
Bu bağlamda yapılması gerekenleri geçici ve kalıcı olmak üzere ikiye ayırmak gerekir. Geçici olarak; salgın süresince müfredat, ilkokullar için en fazla 3, ortaokullarda 4 ve liselerde 6 çeşit derse indirilmelidir. Mesela ilkokullardaki İngilizce dersinin hiçbir anlamı yok, ortaokullarda verilen Bilişim Teknolojileri ve Yazılım dersinin hiç bir anlamı yok. Bu süreçte ilkokullarda okutulacak ders Türkçe, matematik ve hayat bilgisi; Ortaokulda Türkçe, matematik, fen bilimleri, sosyal bilgiler dersi yeterli olacaktır. Liselerde ise öğrencinin alanına göre en fazla 5 ders olacak şekilde planlanmalıdır. Bu sene ve salgın sürecinde yapılacak sınavlar (LGS, YKS) bu derslerin konularını içermelidir. Müfredatın azaltılması nedeniyle de ikili öğretime geçilmelidir. Ancak bu tür düzenlemeler yapıldığında okulların açık kalabilmesi için ısrar edilmelidir.
Kalıcı olarak ise; Salgın döneminde eğitimde yapılacak sağlık kontrolü sonucu müfredatta hem sadeleştirme ve azaltma hem de müfredatın seküler ruhu, kültürel hale getirilmelidir. Salgın süresince bu zamana kadar yapılmayanlar da yapılmalıdır. Bunlardan biri ders çeşitlerinin müfredatta azaltılması sağlanmalıdır. Yani ilkokullarda 4, ortaokullarda 6 ve liselerde 8 çeşit ders olmalıdır. Müfredat değişikliğinden kaynaklanan öğretmenlerin alanına yakın branşlara yönlendirilmesi yapılmalı ve bunun için hizmet içi eğitim düzenlemeleri yapılmalıdır. Ayrıca bizde epistemik cemaatin belirlediği “eğitimin kalitesi için tüm okullar tam gün olmalıdır” sözü tartışmaya açılmalıdır. Bu genel geçer eğitimsel bir doğru değildir. Öte yandan okullarda eski ifadeyle “hademe”, yeni ifadeyle temizlik görevlisi sorunu öteden beri ciddi bir sorun olarak durmaktadır. Buna kalıcı bir çözüm bulunmalı, yani kadrolu hademe ataması yapılmalıdır.
Yukarıda sayılan geçici olarak belirtilenleri yapmadan okulların açılmasını güvenlik meselesi olarak görmek doğru bir yaklaşım değildir. Eğitim, salgın şartlarına uygun hale getirilmeden, sadece “eğitim önemlidir” mottosuna sığınarak okullar açılmamalıdır. Bahsedilen türden düzenleme yapılmadan “kel ölür sırma saçlı olur, kör ölür badem gözlü olur” atasözünün belirttiği yanılgıya düşerek; ne eğitim ne de öğretim veren o eski güzel (!) günlere dönmeye gerek yok. Eski günlerdeki dediğimiz ve içinde yaşadığımız haliyle eğitim sistemimiz, uğruna feda olunacak nitelikte değildir. Yani değişmeyen haliyle müfredat, öğrencileri sıkmaya devam ederken; öğretmen, fazla sayıda öğrencili sınıflardaki eğitimle boğuşmaya devam ederken; televizyon ve sosyal medyada salgınla ölüm arasında sürekli bağ kurulurken, okulları açık tutmak doğru değildir.