eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Az Bulutlu
22°C
Ankara
22°C
Az Bulutlu
Cuma Hafif Yağmurlu
20°C
Cumartesi Az Bulutlu
18°C
Pazar Açık
20°C
Pazartesi Az Bulutlu
24°C

Salgında Toplum ve Öğrenci Psikolojisi

Salgında Toplum ve Öğrenci Psikolojisi

Toplumsal olaylar, cemiyet hayatımızın şekillenmesinde, yeni bir bakış ve duyuş tarzı geliştirmede etkili olmakla birlikte bizleri yaşamın olağan akışının dışında farklı bakmaya ve yaşamaya zorlayan, koşullara göre adım atılmasını gerekli kılan unsurlar ihtiva eder. Göç, doğal afetler, salgın hastalıklar, savaş, kıtlık vs. bu toplumsal olaylardan öne çıkanlardır. Bu olaylar, bölgesel olabileceği gibi, tüm toplum hatta küresel ölçekte tüm dünyayı etkisi altına alabilir. Milletlerin hayatlarında derin tesirleri olan ve hafızalara kazınan bu olaylar, tarihin ilk dönemlerinden itibaren, bu olaylara maruz kalan toplumlar tarafından sözlü gelenekte türkülere, destanlara; modern dönemlerde ise romanlara, hikayelere konu olmuş ve bir salgın edebiyatının da oluşmasını sağlamıştır. Örneğin, Fin destanı “Kalavela” da, Sümer destanı “Gılgamış”ta ve Yunan destanı “İlyada”da salgın hastalıkların kadim toplumlarda oluşturduğu korku dile getirilir ve bu salgın hastalıklar tanrısal cezalandırma olarak görülür. Yine Albert Camus’un “Veba”sı, Daniel Defoe’nun “Veba Yılının Güncesi” salgın hastalıkların toplum üzerindeki psikolojisini çarpıcı şekilde vermesi bakımından önemli eserlerdir. Covid-19 salgınının da bir destanı yapılır mı, romanı yazılır mı bilinmez ama küresel ölçekte etkisi olan bu hastalığın alışılmış yaşam tarzımızı, sosyal ve kültürel düzenimizi, eğitim hayatımızı derinden etkilediği ve birçok noktada değişim ve dönüşümlere bizleri zorladığı açıktır.

İnsanoğlu tarih sahnesine çıktığı günden beri sürekli değişim içinde olmuştur. Bu değişim bazen ihtiyaçlara göre şekillenmiş, bazen toplumların talepleriyle sağlanmış, bazen de bu salgın döneminde olduğu gibi şartlar bizi bu değişime mecbur etmiştir. Eğitim ve öğretim hayatımız başta olmak üzere birçok iş kolu da uzaktan/online çalışma sistemi ile tanıştı. Yeme-içme, seyahat ve tatil biçiminden tutun da aile ziyaretleri, bayramlar, ibadet vs. birçok alanda eski alışkanlıklarımızı değiştirmek zorunda kaldık. “Musibetlerin en evlâ nasihatler” olduğunu idrak edip normal zamanlardaki özgürlüğümüzün ne kadar değerli olduğunu düşünerek “yeni normal”e göre yaşamaya, kendimizi ona uydurmaya çalıştık.

Salgın hastalığın bizi zorunlu olarak sevk ettiği bu “yeni normal” hayatımıza kısmen alışmaya çalışsak da hastalık, toplum üzerinde korku ve travmalar oluşturmaya, kayıplarla acılarımıza acı eklemeye devam etmektedir. Gerçi hastalığın ilk ortaya çıktığı zamanlardaki tedirginliğimiz biraz azalmış görünüyor ancak bunun da kanıksanma ile ilgili olduğunu düşünüyorum, yani olumsuz durumların sıklıkla yaşanması neticesinde o olumsuz duruma duyarsızlaşmak da diyebiliriz buna. Her ne kadar belli noktalarda duyarsızlaşsak da özellikle çocuklar ve gençler üzerinde psikolojik etkilerinin daha güçlü olduğunu görüyoruz. Uzun bir süre okul ve arkadaş ortamından hatta sokaktan uzak kalan çocuklar ve gençlerde hem bedensel hem de ruhsal çöküntüler gözlemleyebiliyoruz. Dışarıda geçirilen zamanın salgın nedeniyle daralması, evde telefon, tablet, televizyon ve internette geçirilen sürenin artması onları sosyal hayattan koparıp sanal âlemin sahte dünyasına hapsetti. Günümüzde zaten sosyal hayatla, gelenekle, yaşamın sahiciliğiyle mesafeli olan bu yaş grubu için salgının “zorunlu sosyal hayat kısıtlaması” bu kopukluğu ve mesafeyi daha da derinleştirdi. Bu kopmanın ve zorunlu tecridin ümitsiz, amaçsız, bedbin, mutsuz ve heyecansız bir sorunlu kişilik devşirmesi, yetişme çağındaki bu neslimiz için bizi de karamsarlığa sevk etmektedir.

Ayrıca neredeyse bir buçuk yıl okul, sınıf, arkadaş ortamından uzakta, ekranlar aracılığıyla süren eğitim-öğretim hayatımız da birçok öğrenci için derslerden ve eğitim hayatından kopma neticesini doğurdu. Tabii ki derslere uzaktan da olsa katılıp bu olumsuz durumdan az hasarla çıkan öğrencilerimiz de oldu lakin zaten derslerle de mesafeli olan birçok öğrenci için bu mesafeyi artırıcı, kopmayı teşvik edici bir işlev de gördü bu süreç. Konuştuğum birçok öğrencim, yüz yüze eğitimin hem öğrenmede hem de psikolojik açıdan normalleşmede çok daha etkili olduğunu ve uzaktan eğitimden gereği gibi yaranamadığını, derslere adapte olmakta zorlandığını ifade etti.

Uzun bir aradan sonra yüz yüze eğitimin tekrar tam zamanlı başlaması, hem öğrencileri hem velileri hem de öğretmenleri yukarıda saydığım salgın psikolojisinin olumsuz etkilerinden, uzaktan eğitimin yetersiz ve zamanla bunaltıcı, heyecansız işlevinden uzaklaştırarak yaşamın, duyguların, umudun, birlikte olmanın ve başarmanın heyecanına yeniden kavuşturması bakımından da önemlidir.

Yüz yüze eğitimde iki haftayı geride bıraktık. İki haftalık bu süreçte, sohbetlerimizde öğrencilerim, yüz yüze eğitim ile birlikte psikolojik olarak daha rahat, yaşamın olağan akışı içinde kendilerini daha mutlu hissettiklerini, derslere karşı daha olumlu bir tutum geliştirdiklerini ifade ettiler. Ancak öğrencilerde, toplam üç yarı yıl okuldan ve sınıf ortamından uzak kalmanın getirdiği bir motivasyon kaybını ve derslere adapte olmada zorluklar yaşandığını da gördüm. Bu noktada iş ailelere, okula ve öğretmenlere düşmektedir. Aileler, çocukların bu uyum sürecini, onlara anlayışla ve müspet bir üslupla yaklaşarak daha çabuk atlatmalarını sağlayabilirler. Okullarda da özellikle rehberlik servisleri ve öğretmenler, uyum sorunu yaşayan öğrencilerle birebir konuşarak, onları dinleyip sorunlarını çözmeye çalışarak bu sürece katkı sağlayabilirler. Ayrıca ailelerin ve okulların; öğrencileri bu dönemde kendilerini iyi hissedebilecekleri aktivitelere, sosyal ortamlara, yapmaktan zevk duyacakları çalışmalara yönlendirerek onların salgın psikolojisinden sıyrılmalarına ve kişilik gelişimlerini sağlıklı tamamlamalarına yardımcı olmaları da gerekmektedir.

Unutmayalım, bu çocuklar bizim geleceğimiz! Geleceğimizi, psikolojisi sağlam, zihni açık, geleceğe umutla bakan, kişilik sahibi nesillere emanet etmek zorundayız.

Saygılarımla…

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.