Tanrı bütün kullara rızkını dağıtırken
Kimi sırtüstü yatar, kimi boşta gezerken
Kul Ahmet erken kalkar, haydi ya nasip derdi
Kimseler anlamazdı, ya nasip ne demekti
Mahalleli kahvede muhabbet peşindeyken
Leylekler lak lak edip, peynir gemisi yüklerken
Kul Ahmet erken yatar, sabaha ya kısmet derdi
Kimseler anlamazdı, ya kısmet ne demekti
O mahallede herkes gömlek giyerdi
Bizim Kul Ahmet bir gün bir ceket diktirdi, diktirir ya
Mahalleye dert oldu Kul Ahmet’in ceketi
Herkes gömlek giyerken, Ahmet ceket giyerdi
Konu komşuya dert oldu Kul Ahmet’in ceketi
(Barış Manço)
Arapça’da “pay, hisse, bölüşülen şeyin belli bir kısmı” anlamına gelen kısmet ile nasip kelimeleri Türkçe’de de aynı maksatla kullanılmaktadır. Kısmet “bölmek, bölüşmek” anlamındaki kasm ve iktisâm kelimeleriyle bağlantılıdır. Bir âyette, “Dünya hayatında onların geçimliklerini biz taksim ettik” (ez-Zuhruf 43/32) denilmektedir. Buna göre kısmet, “Allah’ın daha çok geçim açısından önceden (ezelde) herkesin elde edeceği şeyleri belirlemesi, rızkını taksim etmesi”, nasip ise “bu taksimde herkese ayrılan pay” mânalarına gelir. Aynı duygu ve inanışları ifade etmek üzere kullanılan kader kelimesi, aslında diğer bütün kavramları içine alabilecek geniş bir muhtevaya sahiptir. Kader, “canlı cansız bütün tabiat nesnelerinin ve bütün olayların önceden Allah tarafından bilinmesi ve planlanması” demektir. Sözlükte “bölmek” mânasına gelen kısmet, fıkıhta şâyi hisseli mallarda ortakların hisselerinin muayyen hale getirilmesini ifade eder (TDV İslam A.)
Nasibüke yüsibüke velev kane tahte’l-cebel. Yani “Nasibin dağın altında da olsa sana isabet eder.” Arapça atasözünde işaret ettiği gibi payımıza düşen bizi bulur. Bunun sırrı da Kuran’ı Kerim’de buyrulduğu gibi boşa vakit geçirmeden bir iş istediğimiz gibi olmadığı zaman başka hayırlı bir işe yönelmemizdir. Çalışan ve sebat eden kişiye ummadığı tahmin etmediği yerlerden nasibi karşısına çıkar. İradeyi, inancı, teslimiyeti öğrenmemiz için yenilgilere uğrar; vazgeçmemeyi, sabrı öğreniriz. Dünyada her şey bir hareket bir oluş halindedir. Cüzi iradeye sahip olan insan, irade ve sabırla aklederek ve çalışarak, emek vererek, kendi içindeki hazineyi ortaya çıkarmak ve nasibini bulmakla mesuldür. Bu nedenle daima umutla, elinden geleni yaparak tevekkül halinde olmalıdır. Nasip ve rızık bütün topluma sirayet eden rahmet ve berekettir. Kişinin çabası ile elde ettiği nasibi hem kendisinin hem de içinde bulunduğu toplumun yararına olacaktır. Örneğin ilim peşinde koşan kişi nasibi olan ilme kavuştuğunda sadece kendi nasiplenmiş olmayacak edindiği ilim ile ailesine, milletine yararlı işler yapacaktır. Bir öğretmenin, doktorun birçok meslek erbabının yetişmesi yine aynı örnek çerçevesinde verilebilir. Nasip ve kısmet, şükür ile birlikte anlam kazanır. İlim örneği üzerinden devam edersek ilmini beşeri ilimler olarak almış olmak ve bu ilmin şükrünü bilmemek kişide plasebo etkisi gösterir. Unvan olarak doktorluğu almış olan kişi bunu sadece kendi çabası ile elde ettiğini düşünüyorsa nasip ve kısmetten bihaberse, şükrü yoksa sadece mesleğinin etiketi ile gururlanarak bir kanadı kırılmış kuş misali yol alır.
İnancımızda ve kültürümüzde şükrün ehemmiyeti yüksektir. Şükür; iyilik edenin ve nimet verenin kadrini ve kıymetini bilip bunu insanlara göstermek, iyilik ve ihsanda bulunanı övmek anlamlarına gelir. Gazzâlî şükrün; ilim, hal ve amelden meydana geldiğini söyler. Her insanın kendisinde bulunan maddi ve manevi nimetleri tefekkür etmesi de şükürdür. Türkçe’de Allah’a karşı minnettarlık için şükür, insanlara karşı minnettarlık için teşekkür kelimeleri kullanılır. Teşekkür etmek aynı zamanda Allah’da şükretmektir. Hadîs’te: “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a da şükretmez” (Ebu Davud). Buyurularak şükrün, yapılan iyiliğe mukabelede bulunma anlamında olduğu belirtilmektedir. Şükrün hakikatini anlayabilmek için öncelikle var olan her şeyin nimet olduğunu ve bütün nimetlerin Allah’tan geldiğini hatırda tutmamız gerekir.
Yüce Kitabımızda “Hâlbuki sizin için o kulağı, o gözleri ve o kalpleri yaratan O’dur. Ne kadar da az şükrediyorsunuz” (Mü’minûn 23/78) ayeti ile de şükrün azlığına dikkat çekilirken, şükrün nimeti ziyadeleştireceği va’d edilmektedir (İbrahim 14/7).
Tekrar nasip ve kısmet kavramlarına dönersek; bu kavramlar genellikle toplumumuzda şans, kader ve alın yazısıyla birlikte kullanılır. Nasip, bir kişiye gelecek olan, ona düşen pay ve kaderini ifade eder. Kısmet ise bir kişinin yaşamındaki genel düzeni ve elde edebileceği şeyleri ifade eder. Bu kavramlar insan inancını ve yaşam felsefesini barındıran kavramlardır. İnsanların başarılarını, başarısızlıklarını mutluluklarını ve hayatın deneyimledikleri bölümlerini açıklarken başvurdukları kavramlardır. Çoğunlukla bir işe giremediğinde nasip değilmiş derken, iyi kazanç getiren bir iş yaptığında kısmetim açık tabirleri kullanılır.
Nasip ve kısmet kavramları, insanın hayata bakış açısını ve çevrelerini anlamlandırma biçimlerini etkiler. Yaşanan her olayın bir amaca hizmet edeceğine inanarak, insanlara umut ve sabır verir ve zor zamanlarda bile gelecekten umutlarını canlı tutar. Örneğin, bir kişi bir işte başarılı oluyorsa, bu kişinin başarısının “nasip” olduğu düşünülür. Bir kişinin zengin olması veya mutlu bir evlilik yapması da “kısmet” olarak nitelendirilir. Nasip ve kısmet inancı, insanlara yaşanan olayları anlamlandırma ve kabullenme perspektifi kazandırırken aynı zamanda kendi hayatlarını şekillendirebileceklerini hatırlatmaktadır.
Yalnız bu tabirleri sorumluluğu üzerinden atma ya da kolaycılık olarak kullanmamalıdır. Birtakım olumsuz kaderci bir düşünce yapısı, “nasılsa kısmetim yok” gibi düşüncelerle hiç çaba göstermeme ya da nasılsa “nasibimde varsa bana gelir” düşüncesi ile daha az çaba harcamaya yol açabilir. Aynı zamanda, olumsuz bir olay meydana geldiğinde “nasibim böyleymiş” düşüncesi, sorumluluktan kaçmaya ve zorluklar ortaya çıktığında çözüme uğraşmaktan vazgeçmeye neden olabilir. Bu nedenle “kader gayrete aşıktır” sözü hatırlanarak daima bir gayret halinde bulunulmalıdır.
Nasip ve kısmet, hayatın gizemli yönlerinden, insanların yaşam yolculuğunda rehberlik eden unsurlardan biridir. İnsanların inançlarını, yaşam felsefelerini ve iç huzurlarını etkiler. İnsanın yaşadıklarının Allah’ın takdiri ve bilgisi ile olduğu düşüncesi insanın kendini güven altında hissetmesini, teslimiyeti ve hoşgörüyü öğretirken, çaba ve gayretten de vazgeçmemek gerektiğini hatırlatır. Şükrün ehemmiyetini bilmek ne kazandırır dersek nasibi verene minnet ve başarısında yalnız olmadığını, arkasında bir destekçi, bir yardımcısı olduğu bilgi ve inancıyla bu dünyada kendini daha güvende hissederken ahiret yurdunda şükrünün karşılığını alacağını bilerek de iki dünya saadetini yakalamış olur.
Rahmetli Barış Manço’nun “Kul Ahmet” şarkı sözleri şöyle devam eder:
Bir gün bir yoksul öldü, üzüldü mahalleli
Ama bir kefen parası bulamadı mahalleli
Kul Ahmet dedi yalan dünya, çıkardı ceketini
Örttü garibin üstüne, kaldırdı cenazeyi
Sonunda herkes anladı, ya nasip ya kısmeti…