Konuştuğumuz dilin meselelerimizi çözmek yerine kronikleştirdiğini değişik vesilelerle yazıyorum. Derdimiz, sorun çözmekten ziyade yaşadığımız hayatı fazla arıza çıkarmadan sürdürmek gibi. Çünkü konuştuğumuz meselelerin gerektirdiği asgari mantık-muhakeme ihtiyaçlarını karşılamadan devraldığımız ezber içinde tüketerek yol almayı tercih ediyoruz. Öğretmen atama süreci nedeniyle son günlerde gündemimize giren mülakat problemi malumunuz. Mevzu kısaca şu: KPSS sınavında alanında birinci olan veya yüksek puan alan kişilere mülakatta (sözlü sınav) düşük puanlar verilerek tercih yapmaları engelleniyor.
Mülakatta düşük puan verilenler haklı olarak isyan ediyorlar. Toplumun değişik kesimlerinin de itiraz ettiği bu duruma ilişkin resmi anlatının soğuk diliyle karşılık vermeyi tercih etmiş. Biraz uzun bir alıntı olacak ama vaziyetimizi göstermesi açısından paylaşmayı önemli görüyorum. Çünkü gerçekliğimizle yüzleşmeden bir yere varamayız. Gelelim MEB’in açıklamasına: “Sözleşmeli öğretmen istihdamında ilgili mevzuatında belirtildiği üzere başvuran adaylar KPSS puan üstünlüğüne göre sıralanmakta ve Bakanlık tarafından gerçekleştirilen sözlü sınava; her alan için alım yapılacak kadro sayısının üç katı kadar aday çağrılmaktadır. Sözlü sınavda ise 60 ve üzerinde puan alan adaylar başarılı sayılmakta ve sözleşmeli öğretmenliğe atanmak üzere tercih yapma hakkı kazanmaktadır.
Sözleşmeli Öğretmen İstihdamına İlişkin Yönetmeliğin 11. maddesinde ise sözlü sınav konuları ve ağırlıkları belirtilmiştir. Adaylar eğitim bilimleri ve genel kültür, bir konuyu kavrayıp özetleme, ifade yeteneği ve muhakeme gücü; iletişim becerileri, özgüveni ve ikna kabiliyeti; bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığı; topluluk önünde temsil yeteneği ve eğitimcilik nitelikleri yönüyle objektif olarak değerlendirilmektedir. Tüm sınav merkezlerinde adaylara yöneltilen sorular eş değer nitelikte olup merkezi olarak hazırlanmaktadır. Sözlü sınavlar mevzuat çerçevesinde objektif olarak yapılmakta herhangi bir öğretmen adayına yönelik adaletsiz bir uygulama içinde bulunulması söz konusu değildir.
Bu çerçevede 12-27 Kasım 2021 tarihleri arasında öğretmen atama sözlü sınavları gerçekleştirilmiş, sınav sonuçları 27 Aralık 2021 tarihinde ilan edilmiştir.
Öğretmen adaylarımızın sözlü sınav sonuçlarına ilişkin itirazları atama takviminde belirtilmiş olup, itirazlar 03-07 Ocak 2022 tarihleri arasında alınacak ve 14 Ocak 2022 tarihinde sonuçlandırılacaktır. Sonuca ilişkin itirazlar titizlikle incelenecektir.”
Bütün olarak değerlendirildiğinde mevzuatta mülakatın olduğu denilerek mevzunun yasal olduğu belirtiliyor ve devamında ilgili yönetmeliğin 11. Maddesine atıf yapılıyor ve “Adaylar eğitim bilimleri ve genel kültür, bir konuyu kavrayıp özetleme, ifade yeteneği ve muhakeme gücü; iletişim becerileri, özgüveni ve ikna kabiliyeti; bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığı; topluluk önünde temsil yeteneği ve eğitimcilik nitelikleri yönüyle objektif olarak değerlendirilmektedir. Tüm sınav merkezlerinde adaylara yöneltilen sorular eş değer nitelikte olup merkezi olarak hazırlanmaktadır. Sözlü sınavlar mevzuat çerçevesinde objektif olarak yapılmakta herhangi bir öğretmen adayına yönelik adaletsiz bir uygulama içinde bulunulması söz konusu değildir” deniliyor.
Deveye boynun eğri, demişler; nerem doğru ki, demiş. Bizim mülakat tartışmamız, konuşmamız da öyle. Birincisi mevzuatta mülakatın olmasının kendi başına bir anlamı yok. Şapka Kanunu da mevzuatta var. Artık çok iyi bilmemiz gerekiyor ki; “her yasal hak helâl değil.”
Ayrıca mevzuatta mülakat olmakla birlikte toplumsal hafızamızda da mülakatın karşılık geldiği şeyler var. Yönetim geleneğimizde mülakatın kayırmacılıkla, iltimasla neredeyse eşanlamlı olduğu ortada.
Diğer bir husus mülakatın geçerliliği, güvenilirliği olan bir yöntem olmayışıdır. Açıklamada her ne kadar “sözlü sınavlar mevzuat çerçevesinde objektif olarak yapılmakta” denilse de bu yöntemin objektifliği, nesnelliği hem yöntemin kendi hususiyeti açısından hem de yöntemin uygulandığı tarihsel-toplumsal gerçeklik nedeniyle tartışmalıdır.
Diğer bir husus ise yöntemin uygulanma şekli ve uygulayıcıları ile ilgili. Varsayalım ki mülakatın objektifliğinde problem yok. Doğru olduğunu iddia ettiğimiz yöntemi doğru kullanabiliyor muyuz, doğru kişilerle kullanabiliyor muyuz? Uygulamadan biliyoruz ki mülakat yaklaşık 5-10 dakika arasında sürüyor. Bu 5-10 dakika içinde alanında diploma sahibi olmuş üniversite mezunu insanlara belirleyici (belirleyici çünkü tercih yapmanız için ne diplomanız ne de KPSS puanınız kendi başına önem arz ediyor!) bir ölçüt olarak kullanmak doğru mu? Bu yöntem bu tarz bir değerlendirmeyi 5-10 dakika içinde ne kadar yapabilir onun yukarıda altını çizmiştim. Bu yöntemle adayları değerlendiren komisyon üyeleri bu yöntemle ilgili ne tür bir formasyondan geçtiler, var mı böyle bir formasyon? Üniversite diplomasının belgeleyemediği, KPSS sınavının ölçemediği becerileri 5-10 dakikalık mülakatın ve komisyonun ölçebileceğini düşünmek için gerçekten de bir ezberi sürdürmekle mümkün.
Meselenin bir başka boyutu ise bağlantılı olarak fiilen diplomanın MEB tarafından anlamsızlaştırılmasıdır. Şüphesiz burada tek sorumlu MEB değildir. YÖK’ün mevcut planlamayla nasıl bir vebal altında olduğu ayrı bir tartışa konusu. Alanında en az dört yıl eğitim görmüş adayların aldıkları eğitimin “öğretmen olmaya yeterli olmadığını” fiilen söyleyen bu uygulama en yetkili ağızdan diplomayı değersizleştirmekte, anlamsızlaştırmaktadır. Benzer bir itiraz KPSS sınavı için de dile getirilebilir. Ancak KPSS sınavı anlamını yükseköğretim sistemimizdeki planlama yanlışlığı ile ilgilidir. Planlama yanlışlığı nedeniyle gittikçe büyüyen diplomalılar arasında bir atama sıralaması oluşturmaktadır. Anlamı ve görece nesnelliğiyle anlamını da buradan almaktadır ve dolaylı olarak diplomayı da anlamsızlaştırdığı da aşikârdır. Ancak mülakat gibi doğrudan diplomayı anlamsızlaştırdığı, değersizleştirdiğini söylemek mümkün değildir.
Mevzunun uzatabileceğim bu boyutları yeterlidir sanıyorum. Daha bir ay önce topladığımız 20. Milli Eğitim Şurası’nda “Sözleşmeli öğretmenlik kaldırılmalı, öğretmen alımlarında kadrolu istihdam esas olmalı ve mülakat uygulaması kaldırılmalıdır (Karar 118)” tavsiyesi alınmıştı. Hal bu iken meseleyi bütüncül değerlendirmek, nitelikli insan kaynağını verimli ve etkin kullanmak, toplumun aidiyet duygusunu zedelememek, adalet/hakkaniyet beklentilerini incitmemek yönünde adımlar atmak gerekirken hangi meseleyi, hangi koşullarda nasıl konuştuğumuzu önemsemeden yol almaya devam ediyoruz. Mülakat mevzusu okullarda yürütülen bütün eğitim-öğretim faaliyetlerinin kaderini tayin eden çok daha önemli çok daha etkili toplumsal/siyasal bir eğitim faaliyetidir. Bu faaliyeti nasıl yaptığını önemsemeyen bir toplumun okullar üzerinden başarı yakalaması mümkün değildir ve nitekim başarılı olmadığı da hepimizin gözleri önündedir. Devletin ve toplumun işleyişinin en büyük okul, en büyük eğitim faaliyeti olduğu gerçeği önümüzde ve mülakat mevzusu da bu gerçeğin parçası. Buralarda işleyişimizin niteliği neyse okullardaki niteliğimiz de o oluyor.