Eğitimle ilgili anlamlı bir mesafe alış ancak mevcut uygulamanın ve bu uygulamayı var kılan egemen okumanın merkeze alındığı derin ve geniş bir kamusal tartışmayla mümkün. Böyle bir tartışma için zemin oluşturması anlamında birkaç hususun altını çizmekte fayda görüyorum. Bu tartışmanın olmazsa olmazı olan eğitim ile zorunlu-kitlesel eğitimin ayrı ve bambaşka şeyler olduğunu, bunların birbirinin aynı şeylermiş gibi son derece yanlış ve yanlış yönlendirici kullanımına karşı dikkatli olmamız gerektiğinin altını belirgin şekilde çizerek başlayayım.
Birincisi, mevcut zorunlu-kitlesel eğitimin küresel dünyanın fetişi olduğu gerçeğidir. Dokunulması güç bir retoriğin ve gerçekliği meçhul bir takım basma-kalıp yargıların egemenliğinde alan. Susturucu işlevi gören kimi istatistiki veriler eşliğinde beylik lafların edildiği bu alan, küresel dünyanın sorunu. Başkalarının işlerini güzelce hal yoluna koyduğu bizim arkada kaldığımız şeklindeki yıkıcı propagandaya kapılmanın gereği yok.
İkincisi ve çok daha önemlisi; hayatı birbirinden yalıtık kompartımanlar üzerinden gören/okuyan genel vaziyetimiz. Siyaset’te, Sanat’ta, Felsefe’de kısacası hayatın tüm alanlarında ahvaliniz neyse eğitimdeki vaziyetiniz de o oluyor. Başka türlüsü de olamaz zaten. Bir toplumun canlılığı, niteliksel gelişimi öyle varsayıldığı gibi bir alanda başlayan sıçramanın lokomotifliğinde gerçekleşmez. Bu bir atmosfer, bir iklim işi. Topyekûn bir atılımla olabilecek bir şey.
Üçüncüsü, sık sık dile getirdiğim üzere meselenin devleti, MEB’i, bürokrasiyi aşan bir hüviyet arz ettiği gerçeğidir. Eğitim alanı özellikle devletlerin/bürokrasilerin iki yüzyılı bulan bir alışkanlığı üzerinden gidiyor. Söz konusu alışkanlığın pratiği de potansiyeli de önümüzdedir. Bu pratik ve potansiyeli dikkate aldığımızda meselenin MEB’i aşan nitelikte olduğu ve MEB’in önemli olmakla birlikte bu önemin marjının küçük olduğunu bilelim. Tarihsel-kültürel müktesebatı ve sancılı modernleşme hikayesi önümüzde olan bir ülkenin büyük ve ciddi sorununun mesiyanik bir yaklaşımla, bürokratik bir dokunuşla çözülüvereceğini düşünmek başlı başına problemdir. Tüm diğer sorunlarımız gibi eğitim sorunumuz da sıra dışı bir kurtarıcı ve çözüm yerine kamusal ilgi, özen ve sahiplenme üzerinden hal yoluna koyulabilir. Açık ve net söylemek durumundayım, sıra dışı kurtarıcı ve sıra dışı çözüme gösterilen ilgi ve duyulan heyecan alana ilişkin muafiyet talebidir.
Dördüncüsü, toplumu-hayatı okul üzerinden kurma şeklindeki mühendislik pratiğinden vazgeçmemiz gerekiyor. Toplumu, aileyi, kültürü ve inancı meşruiyetsiz ve sakıncalı görerek okulu ‘makbul vatandaş üretme istasyonu’na çeviren, vasiliği anne-babadan alıp devlete kaydıran egemen paradigmanın hala işbaşında olduğunu bilelim.
Beşincisi, dördüncü ile bağlantılı olarak okul üzerine yığılmış abartılı yükü hafifletmemiz gerekliliğidir. Modern eğitim, modern devlet ile ilişkisi dolayısıyla aileden, dini kurum ve yapılardan, mahalleden, cemaatten titizlikle alınan yetki ve görevlerin devredildiği bir alan olarak yapılandırılmıştır. Kuruluş koşulları böyledir, tarihsel serencamı bu şekildedir. Dolayısıyla modern eğitim veya okul sadece akredite edilmiş bir ‘müfredat’ın aktarıldığı yer olmanın ötesinde bir ahlakın, ideolojinin, tavrın, tutumun, davranış kodlarının, beğeni almanağının, cinsiyet rolünün vs. aktarıldığı bir yapı hüviyetindedir. Bugün bu yükü hafifletmek eğitim bahsinde atılacak en büyük adımlardan biridir.
Okulu ‘ulus devlet’lerin arzu gerçekleştirme aparatı olmaktan çıkararak öğrencilerin sosyal, fiziksel, bireysel ve psikolojik gelişimlerinin ve gereksinimlerinin karşılandığı çok daha ‘sade’ yapılara çevirmek de eğitim alanının önemli adımlarından birisi olacaktır. Bürokrasiyi azaltmak, müfredatı hafifletmek, ilişkiyi özgürleştirmek başta olmak üzere günümüzün kandırmacası kişisel gelişim yutturmacalarına, abartılı söylemlere, iddialı vaatlere kanmadan gitmeliyiz. Modern dünyanın eleştirmeni, filozof Ivan İllich’ın modern eğitimle simyacılık arasında kurduğu benzerlik düşünsel spekülasyonun çok ötesinde çarpıcı bir gerçeklik olarak ele alınmalıdır.
Sınav temelli sistemimize ilişkin eleştirilerin çoğu makul, doğru. Ancak kitlesel eğitim düzeneğinden kaşifler, mucitler çıkarma beklentisi veya iddiası ile yüzleşmezsek gerçekliği kavrayamayız. Bu sistemde yani zorunlu-kitlesel eğitim sisteminde kaşiflerin, mucitlerin çıkmaması değil çıkması sürprizdir. Bu düzenek İbn-i Sinalar, Galileolar, Edisonlar, İbn-i Haldunlar yetiştiremez. Zaten bu tip insanlar seri üretimle yetiştirilemezler. Bu sistemden bu tarz insanların çıkması istisnai olduğu gibi asıl çok daha önemli olan husus bu tarz insanların zaten istisnai olmalarıdır. Burada meselenin, mevcut sistemi aşan çok daha büyük ve önemli boyutları olduğunu görelim, bilelim.
Hasılı kelam eğitimdeki kaderimizi gayretimiz belirleyecek.