“Sanat; duygu , tasavvur ve fikirleri etkili bir biçimde ve göze gönle hitap edecek şekilde söz, yazı, resim, heykel vb. ile ifade etme hususundaki yaratıcılık.” şeklinde tanımlanır Kubbealtı Lugatı’nda. Aslında sanat teknik tanımlara sığdırılamayacak şekilde öznellik barındıran, çok yönlü bir faaliyettir. Her sanat erbâbının, mütefekkirin sanat tanımı, sanattan ne aldığı ve sanatla insanlığa ne vermek istediği değişkenlik gösterebilir. Hatta aynı sanatkârın sanat anlayışı bile dönem dönem değişiklik gösterebilir. Örneğin, Üstad Necip Fazıl: “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış/ Mârifet bu, gerisi çelik çomakmış” diyerek sanat anlayışındaki köklü değişimi ortaya koymuştur. Bu durum, zaten sanatın doğasından, yani öznelliğinden kaynaklanır. Ayrıca sanatın temelinde “estetik/güzellik/bediiyât” kavramı, yani insana özgü olan “güzeli arama” duygusu vardır. Sanat güzeli içerir, onu arar ve estetik bir formla somutlaştırarak duyguya dönüştürür.
Estetik bilimci Baumgarten’e göre: “ Estetik, duyulardan elde edilen bilgilerle güzel üzerine düşünme bilimidir.” yani sanatın özü olan estetik, güzelliğin arayışındadır. Burada “Hangi güzellik?” diye bir soru belirebilir kafamızda. İşte sanatı değerli kılan da bu “aranılan güzellik”in farklı formlarda ve duygularda belirmesi, tek bir bakış ve duyuş tarzı ortaya koymamasındadır. Yukarıda mevzubahis edilen Üstad gibi sanatkârların kimi sanatı “Allah’ı arama işi”, kimi “duyguların terennümü”, kimi “toplumu yönlendirme”, kimi de “estetik zevk verme” gibi görüp kendine göre bir sanatsal işlev belirleyip sanatını bu minval üzre icrâ edebilir; “güzellik” kavramını sanat gayeleri üzerinden sunabilir. Sanatkâr, hangi gâyeyi güderse gütsün, yaptığı işin ve ortaya koyduğu ürünün temelinde mutlaka insana dair bir “güzellik duygusu” vardır ve sunduğu ürün güzellik duygusunu yansıttığı/hissettirdiği oranda etkileyicilik kazanır. Bir şair için de ressam ve müzisyen için de durum böyledir.
Sanat, insanî bir eylemdir ve hedefinde yine insan vardır, sanatkâr bunu hangi formla icrâ ederse etsin durum değişmez. Sanatkâr, insandan aldığını yine insana sunar. Aslında gâyesi insanın manevî, duygusal ve güzellik yönüne tesir edip onda insanî vasıfları daha da belirginleştirmek, ilkel içgüdüleri, bayağı davranışları ise daha da törpüleyerek “güzellik”i insanda ve insanî eylemlerde somutlaştırmaktır. İnsan, ister icrâcısı ister alıcısı durumunda olsun, sanatla hemhâl oldukça bu sözünü ettiğimiz “güzellik duygusu” gelişecek ve “Güzel bakan, güzel görür.” düsturu kendi eylemelerinde de yansımasını bulacaktır. Sanattan da beklenen budur fakat sanatla iştigâl eden herkeste de bu yönde müspet bir gelişme olmayabilir. Hatta bazen ilkel, içgüdüsel, bayağı davranışlar sanat aracılığıyla yüceltilebilir. Özellikle günümüzde bunun örneklerini hem edebiyatta hem de tiyatro, sinema, müzik gibi sanatın diğer alanlarında müşâhede ediyoruz. Sanatın bu şekilde yozlaştığı, güzelliği değil özgürlük kılıfıyla kötü olanı bulup özendirdiği, mânâyı değil maddî olanı daha cazip kıldığı,materyalist/pozitivist/maddeci bir bakışla insanı okumaya çalıştığı bu devirde, sanatın “güzellik”i arayıp bulması ve onu cemiyete sunması elbette zordur. İnsanı ulvî sıfatlarından koparıp süflî olana götüren bir sanatın sırf sanat diye yüceltilmesi ve desteklenmesi doğru bir davranış olmayacaktır. Sanatını icrâ edenin amacının da sanatın “güzeli arama ve sunma” amacıyla örtüşmesi gerekir. Her şeyden önce insana ulvî bir varlık gözüyle bakmayı gerekli kılar bu durum.
Büyük maârif adamı Nurettin Topçu‘nun tabiriyle “kalp terbiyesi” bu noktada önem kazanır. Topçu’ya göre “Terbiye; sevgi, merhamet ve şefkat.” demektir; yani insanı değerli kılan bu vasıflar, kalp terbiyesinin olmazsa olmazlarıdır. İşte tam burada, sanatın da varoluş amacına hizmet etmesi, insana müspet bir duyuş ve davranış kazandırılması için sevgi, merhamet, şefkat duygularını geliştirmesi, süflî davranışlardan insanları uzaklaştırıcı bir işlev yüklenmesi gerekir. Bugün Batılılaşma serüvenimizle birlikte sosyal, siyasi, ekonomik, eğitim vs. alanlarımızda olduğu gibi sanatta da maalesef kendi medeniyetimizin insan, ruh, kalp ve ahlâk terbiyesi odaklı dünya görüşümüz ve sanat anlayışımız yerine, Batı’nın materyalist/pozitivist, çıkarcı sanat anlayışını koyduk. Batı taklidi örnekleri dışında, bu topraklarda önceden hiç sanat yapılmamış ya da sanatçılar yokmuş gibi, ilkel bir kabileymişiz de Batılı dünya görüşünü ve sanat anlayışını benimsedikten sonra var olabilmişiz gibi, oldukça sorunlu, travma hâli, ezik bir bakış açısı maalesef sanatımızın ve eğitim anlayışımızın merkezine oturmuştur. Liselerde edebiyat müfredatında bile edebiyatta her şeyin ilki olarak maalesef Batılı örneklerine benzeyen taklit ürünleri sayar, baş tacı ederiz. Nasıl eğitim anlayışımız Batılı değerlere odaklı ise sanat anlayışımız da Batılı sanatkârların sorunlu bakış açılarıyla yeniden kurgulanmıştır. Şeyh Galib’in ” Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen/ Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen” ( Ey insanoğlu, kendine saygıyla, dikkatlice bak. Sen alemin özüsün, yaratılmışların gözbebeği olan insansın.) dizelerindeki insana bakışın, onu alemlerin özü/gözbebeği gören anlayışın tüm sosyal alanlarımızdan olduğu gibi, sanatımızın odağından da çekilmesiyle yerine Batı’nın insana kötümser bakışının bir özeti olan Thomas Hobbes’un: “İnsan, insanın kurdudur.” sözündeki anlayışın merkeze alınması, kadim medeniyetimizdeki sanatın ruh, kalp ve ahlâk terbiyesi gayesinden uzaklaşması, güzeli aramak yerine güzellikleri de yok eden, örten kötümserliğe, maddeci ve çıkarcı bir bakışa evrilmesine yol açmıştır.
Özelde sanatın, genelde cemiyetimizin içine düştüğü bu maddeci ve çıkarcı anlayıştan, daha doğrusu bu hastalıklı ithal dünya görüşünden çıkışın reçetesini yine Nurettin Topçu vermiştir. Son sözü Nurettin Topçu’ya verirsek ona göre: “ Bugün artık kutsallaştırdığı ulvî yapının sakat sinirleri ile kıvranan nesli tedavi için, tam hastalığın bulunduğu yerden işe başlamak lazım geliyor. Uzviyetten ilme, ilimden felsefeye, felsefeden sanata ve ahlâka ve nihayet dine yükselmemiz lazımdır. Böyle adım adım yürüyüş, hasta hem de şaşkın bir nesli Allah’a götüren yolda yeniden canlandırılabilir. Bu iş bir maârif işidir ve bir neslin kurtuluşunu ancak maârifinin yükselmesinde aramak lazımdır.
Saygılarımla…
Serdar BİLER
Yazınız çok güzel hocam. Sanatın hangi alanıyla uğraşıyorsunuz?
Ben de geçen yıl öğrencilerle sanat terapisi konulu Tübitak tezi hazırladık.
Teşekkür ediyorum Fatma Hocam, beğenmenize çok sevindim. Uğraştığım bir sanat alanı yok, icracı değil şimdilik daha çok alıcı durumdayım. Edebiyat öğretmeni olmam hasebiyle bir alakam var sadece. Bu arada TUBİTAK için çok güzel bir konu alanı belirlemişsiniz, faydası olmuştur öğrencilere. Saygılar sunuyorum Hocam.Iyi çalışmalar diliyorum size de…
Kesinlikle öğrencilere çok faydası oldu. Veliler bu projenin bitmesini hiç istemediler. Bir ara size proje özetini göndereyim.
Zahmet olmazsa çok mutlu olurum, ilgi çekici ve faydalı bir proje olduğunu isminden de çıkarabiliyorum. Whatsapp grubunda numaram var Hocam, oradan gönderebilirsiniz. Teşekkürlerimi ve saygılarımı sunuyorum Fatma Hocam.