eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Parçalı Bulutlu
28°C
Ankara
28°C
Parçalı Bulutlu
Perşembe Parçalı Bulutlu
30°C
Cuma Açık
30°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
30°C
Pazar Hafif Yağmurlu
26°C

Prof. Dr. İbrahim BAZ

1966 yılında Kahramanmaraş/Göksun’da doğdu. 1987 yılında Dörtyol İmam Hatip Lisesinden, 1992 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı üniversitede tamamladı. Millî Eğitim Bakanlığına bağlı olarak Ankara’da öğretmenlik ve idarecilik yaptı. 2006-2007 yıllarında Azerbaycan’da Bakü İslâm Üniversitesinde misafir öğretim üyesi olarak çalıştı. 2010 yılında Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalında göreve başladı. 2018 yılında Doçent, 2023 yılında Profesör unvanı aldı. Bu süreçte; 2011-2015 ve 2017-2022 yılları arasında Üniversite Genel Sekreterliği görevini üstlendi ve üniversitenin kurucu ekibi arasında yer aldı. Halen aynı üniversitede akademik çalışmalarına devam etmektedir. Temel çalışma alanları Halvetîlik, Nakşibendîlik, Hâlidîlik, Güneydoğu Anadolu Bölgesinin dini ve sosyal hayatı ile tasavvuf edebiyat ilişkisidir. Akademik çalışmaları yanında Sûfî Bir Aşk Yolcusu, Mem u Zîn Masalı, Şeyh ve Kilise, Cudi gibi romanları, değişik edebiyat dergilerinde yayınlanmış yazıları, gezi notları ve bestelenmiş şiirleri bulunmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır.

    Ateşi Uyandırmak

    Ruh bedenden sıkılır bazen.

    Sebepsiz sanılan bu sıkıntıların çoğu, amaçsızlığın doğurduğu anlamsızlıktandır. Ya da şimdilerde olduğu gibi, aklı ve kalbi kuytu bir köşeye koyarak bedensel haz ve zevkleri amaç haline getirmektendir. Hırsla…

    Bilinmez ki, bedene mahkûm olanların hazzı çoğaldıkça, akıbet ancak acıdır.

    Ve ne gariptir ki, hazzın acıları çoğaldıkça zevk verir insana. Ama asla mutluluk vermez. Hazlar, nihayetinde huzur hırsızıdır.

    Mutluluk, duyuların ötesinde metafizik bir referansa dayalı sınırsız ve sonsuz boyutla irtibatlı bir lezzettir.

    İşte bu nedenle, Platon’un mağarasında yaşayanlar gibi beden zindanında mahkûm kalan ruhları rahatlatacak kanatlar takmalı insana, mutlu etmek için.

    Mesela bütün büyük şiirler ve romanlar, sanat eserleri ve süzülmüş sözler bu mahkûm ruhlara sunulmuş ötelere uçma imkânı veren birer kanattır.

    Bazen de sayesine sığınılan bir insan ve o insana ait iki göz kanat olur insana.

    Mağaranın ağzına getirip uzakları ve ufukları gösterir bu kanatlar.

    Uyandırır insanı; gözlerinden öte, gönlünü açar.

    Kendisinin bile haberdar olmadığı içindeki bir kora oksijen verir: İçteki alevsiz ateşi uyandırır.

    Bütün peygamberlerin, filozofların ve bunlara mirasçı olan öğretmenlerin en özeldeki ödevleri işte bu ateşi uyandırmaktır.

    Uyandırmak yani kendine getirmektir.

    Ve nereye gidecekse, hep kendinden yola çıkmayı öğretmek.

    Şu hâlde peygamberler ve büyük filozoflar gibi öğretmenler de önce kendine gelmeli, kendi olmalı. Yani güzelleşmeli. Kendini tutsak eden geçici olandan geçmeyi bilerek güzelleşmeli.

    Görecek ki güzelleştikçe kapısına gelenler çoğalacak. Zira her güzelin doğal bir daveti vardır.

    İşte bu şekilde güzelleşenler uyandırır insanın içindeki ateşi.

    Güzelleşemeyenler ancak ateşi yakar, ama amaç ateşi uyandırmaktır.

    Tekke adabından bir söz olan “ateşi uyandırmak”, küller arasında sönmeye yüz tutmuş olan közü alevlendirmek için kullanılır. Kapıyı kapatmak yerine “kapıyı sırla” diyenlerin dilidir bu. Doğruyu az bulup, doğrunun güzelini yapmak isteyenlerin dili. Hayatı sanatlaştırmaya çalışanların dili.

    Mesela; seherde bir sihir olduğunu bilen tekke ehli, sabah namazı için kardeşini uykudan uyandırırken, sağ elinin parmak uçlarıyla uyuyan kardeşinin yastığına dokunur, dokunduğu elleri kadar naif bir sesle “Agâh ol erenler” der.

    Bu uyandırma, kardeşini kaldırmaktan ötedir.

    Seher sofrası için kardeşinin gönlünü uyandırmaktır aslında.

    Kendini ve kendinde olanı bilmeyen insanın hali olan gafletten uyandırma.

    Bir sınıfa giren öğretmen de böyle dokunmalı öğrencisine, parmaklarının ucuyla.

    Sesi ve sözü de parmakları gibi olmalı; sevgiyle dokunmalı kalbine.

    Ama illaki önce gafletten uyandırmalı, sonra cehaletten uyandırmalı.

    Çünkü cahil, çoğu zaman uyuduğunu kabul etmeyen kişidir. Kendini uyanık sanır.

    Uyanık olan uyandırılmaz ki! Belki yerinden kaldırılır.

    Kalkmak ise uyanmak değildir. Uyuduğunu kabul eden uyandırılır ancak.  

    Gaflet ki bilmediğini bilmemektir. Bilmediğini kabul etmek ise erdemdir. Cehalet ise sadece bilmemektir.

    Bir insanın ama öncelikle bir gencin bilgiyle ilgili temel sorunu cehalet değil, gaflettir.

    Kendinden habersiz olan gafil, bütün bilgileri bilse ne fayda.

    “İlim kendin bilmektir” diyenin Yunus’un bu irfâni uyarısı, aslında bir uyandırmadır.

    Mevlânâ’nın içindeki “ateşi uyandıran” Şems gibi uyandırmalı insanı.

    Sevgiyle bakarak, merhametle dokunarak, utandırmadan uyandırmalı.

    Cevaplarla değil, sorularla uyandırmalı; sorgulanmış ve sınanmış hayatlar sunmak için.

    Mesela, gençlerin düştükleri ateşi görenlerin, uyanmamanın cezasının ateş olduğunu bilerek uyandırmalı gençlerin içindeki ateşi. Sorumlulukla…

    Yalnız bilgiyi öğreterek değil, kendine kendini tanıtarak, yaşatarak. İrfanla…

    Zira bilgi sayısız kanaldan öğrenilebilir belki ama, irfan ancak bir insandan öğrenilir.

    İnsanın aynası insandır çünkü.

    Karanlıktan şikâyet etmek bir yönüyle cehalet, karanlıkta kalmış olanın içindeki ateşi uyandırmak her yönüyle ibadettir.

    Bir ibadet bilinciyle uyandırmalı insanın içindeki ateşi.

    İlk olarak, insan olmaya uyandırmalı insanı.

    Sevmeye, merhamete, affetmeye, düşünmeye, paylaşma ve kendini aşmaya…

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    1. Zahit Munis dedi ki:

      Hakikate uyandırmanın ibrahimcesini, yürekten dile, dilden sözcüğe.. Ancak bu kadar güzelleşebilirdi. Yüreğinize, dilinize, kaleminize, sağlık hocam