Majrit bölgesindeki tarihî mekânları ziyaret ettikten sonra Madrid merkezine yürüyerek dönüyoruz. Yağmur atıştırmaya başlamış, üzerimiz hafifçe ıslanmıştı. Gündüzden beri gri bulutlarla kapalı olan Madrid, güneşin batması ile iyice kararmıştı. Etkili ama insanı rahatsız etmeyen ince, narin bir yağmur yağıyor. Biz de daha fazla ıslanmadan kalacağımız yere yetişme telaşındayız.
Plaza de Espanyol’da durakladık. Zira İspanyolların meşhur sanatkârı Cervantes’in ve onun meşhur roman kahramanları olan Don Kişot ile Sancho Panza’nın heykelleri ile bilinen bir meydan burası. Biz meydanda oyalanırken yağmur hızlanmaya başladı. Biz de acele etmek zorunda kaldık. Biraz ilerledikten sonra karşımıza geleneksel doğu pazarlarını andıran bir panayır çıktı. Tezgâhları seyredip ilerlerken telkari ve simkari eserleri satan heybetli bir Mağribli dikkatimizi çekti. Sırtında turkuaz renkli cübbesi, başında Arap usulü beyaz sarığıyla ilgileri sattığı ürünlerden daha ziyade kendi üzerine çekiyor. Envai çeşit yüzük ve bilekliğin bulunduğu tezgâhının başında kendisiyle birkaç kelam ettik. Abdülfettah ismindeki bu zat, günübirlik seferlerle Morocco’dan gelip dönüyormuş. Arap diyarında üretilen bu nadide eserleri Madrid’in buna benzer panayırlarında sergiliyor.
Çarşıda gezinirken bir tatlı tezgâhında da durakladık. Zira mamuller bir yerden tanıdık geliyor. Bizim baklava ve kadayıfa benzetilmeye çalışılan bu nimetlerin adı neymiş diye eğilip baktım; hakikaten baklava, kadayıf yazıyor. Şeklen benzetilen ama lezzet olarak bizimkilerin yanından bile geçemeyen bu tatlıları birbirimize gösterirken tezgâhtar dikkatle bize baktı ve “Siz Türk müsünüz?” diye sordu. Evet, cevabını verince o da Türkçe konuşmaya başladı. İsmi Muhammed Parsa. Annesi Fars, babası Türk. Birkaç yıldır İspanya’da yaşıyormuş. “İsminin nereden veya kimden geldiğini biliyor musun?” diye sordum. Çok da emin olmayan bir şekilde Farsçadan geldiğini söyledi. Ünlü mutasavvıf Muhammed Parsa’dan haberdar olup olmadığını anlayamadım hâliyle. Onunla vedalaştık ve yolumuza devam ettik.
Sokakları hızla arşınlarken belki de bir daha göremeyeceğimiz yapıları, plazaları, heykelleri görme telaşıyla sağa sola bakarak ilerliyoruz. Akşamın geceye bağlanan saatlerinde menzilimize vardık. Böylece Madrid’deki ilk günümüzü bitirmiş olduk. Yarın akademik ve resmi görüşmelerimizi yapacağız. Dinlenmemiz ve hazırlık yapmamız gerek. Sabah ola hayır ola.
İkinci Gün
Madrid’de gün epey geç ağrıyor. Sekiz buçukta güneş ancak doğuyor diyeyim de varın gerisini siz hesap edin. Ama biz sabahın yedisinde yollardayız. Elimizde bavullarımızla gecenin sabaha kavuştuğu saatte Universidad Autonoma de Madrid’e (UAM) gitmek üzere metroya bindik. Metrodan sonra otobüse aktarma yapmak için aynı mekân içindeki duraklara geçtik. Orada onlarca genç insanın sessiz sedasız otobüs sırası beklemesi beni şaşırttı. İp gibi dizilen bu gençler gideceğimiz üniversitenin öğrencileriydi. Normalde kanı kaynaması gereken bu gençlerin sıra intizamı ve sükûneti, bizim eğitim açısından bazı şeyleri yanlış veya eksik yaptığımız hissini uyandırdı bende. Hele hıncahınç dolu otobüste bir yandan ayakta bir yerlere tutunmaya çalışan ve diğer yandan elindeki kitabı azimle okumaya devam eden gencin vaziyeti beni uzun uzun düşündürdü.
Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuğun ardından üniversiteye ulaşmıştık. Üniversite kampüsü Madrid’in kuzey bölgesinde bulunuyor. Oldukça geniş ve yeşil bir alana kurulu kampüste uzun çınar ve kestane ağaçlarının arasından geçip Felsefe ve Edebiyat Fakültesini buluyoruz. O sırada karşımızdan akın akın öğrenci grupları geliyor. Trenden inen yüzlerce genç derse yetişmek için hızlı adımlarla kampüsün çeşitli bölgelerine dağılıyor. Fakülte girişinde görüşeceğimiz kişiyi, yani Rocio Hanım’ı bekliyoruz. Buluşma saatine birkaç dakika kala beklediğimiz Rocio geldi. Batılılardaki bu dakikliği takdir etmemek mümkün değil. O gün ve sonraki günlerde sıkça karşılaştığımız üzere randevu saatlerine azami ölçüde riayet ediyorlar.
Fakültenin İngilizce bölümünde hoca olan Rocio bizi resmi görüşmelerimizi yapacağımız salona aldı. Fakültenin uluslararası ilişkiler temsilcisi olan Carmen Hanım ve Javier Bey ile tanıştırdı. Kendisi ise dersi olduğu için bizden müsaade istedi. Görüşmelerimiz devam ederken ekip arkadaşımız Osman Bey’in daha önce tanış olduğu Manuel Bey de gelip selam verdi ve bir müddet yanımızda kaldı. Carmen Hanım, doktora döneminde bir süre İstanbul’a kalmış olduğu için Türkçeyi akıcı bir şekilde konuşabiliyordu. İstanbul’u çok sevdiğini uzun uzun anlattı. Resmi temaslarımızda ülkemizi, şehrimizi ve üniversitemizi anlatma imkânı bulduk. Filoloji alanında gerçekleştirmek istediğimiz faaliyetleri onlarla paylaştık. Muhataplarımız da ilgili ve sıcakkanlı idi. Görüşme bittikten sonra onlara üniversitemizin hediyelerini takdim ettik. Bir gönüle girmenin en kısa yolu samimiyet ve sehavetten geçermiş. Buna seyahatimiz sırasında defalarca şahit olduk. UAM yetkilileriyle vedalaştıktan sonra tekrar Madrid şehir merkezine döndük. Zira aynı gün içinde bir üniversite ziyareti daha olacak.
Madrid’deki ikinci resmi durağımız Madrid Uzaktan Eğitim Üniversitesi. Resmi adı Universidad Nacional de Educacion a Distancia (UNED). Oraya gitmeden önce üniversite hakkında bazı malumatı edinmiştik. Birkaç farklı şehirde kampüsü bulunan ve İspanya genelinde altmışa yakın şubesi olan bu muazzam üniversite; uzaktan eğitim yoluyla lisans, yüksek lisans ve doktor öğrencisi yetiştiriyor. Onların tecrübelerini dinlemek ve kendi üniversitemizin öne çıkan yönlerini anlatmak için oradayız.
Kampüs girişinde, dışarıdan mukassi görünen bir kütüphane binası dikkatimizi çekti. Filoloji Fakültesinin yanında olması hasebiyle ilgimizi çeker diyerek kütüphaneye girdik. Yedi katlı olduğunu gördüğümüz binanın içi muhteşemdi. Oval içimdeki okuma salonları, konulara ve alanlara göre tasnif edilmiş kitaplık bölümleri gayet tertipli. İçerisi bir mezarlık gibi sessiz. Kütüphanenin iç mimari yapısı muazzam. Bizim İstanbul’daki İslami Araştırmalar Merkezi (İSAM) kütüphanesinin daha büyük ve oval halini düşünün, o tarzda bir kütüphane. Takdir duygularıyla oradan ayrıldık ve Filoloji Fakültesine geçtik. Zira fakülte dekanı Ruben Bey’i bekletmemek gerek.
Dekanlık makamının bulunduğu altıncı kata çıktığımızda şaşırmıştık. Türkiye’de alelade bir çalışma ofisinden pek farkı olmayan odasında Prof. Dr. Ruben Chacon Beltran bizi bekliyor. Bizdeki şatafatlı makam odalarını tahayyül ettim. Asıl kıymetin mekânda değil mekînde olduğunu bir kez daha idrak ettim. Zira Ruben Bey alanında oldukça meşhur biri ve aynı zamanda dekanlık yapıyor. Makamdan güç alan değil makama güç veren bir şahsiyetle karşı karşıya olduğumu görebiliyordum. Bizi oldukça samimi bir tavırla ağırladı. Bir müddet sonra eşi Inma Hanım da görüşmelere dâhil oldu. Uzun süren resmi temaslar bittikten sonra bizi öğle yemeğine ve kahve içmeye davet ettiler. Seyahat refikimiz Osman Bey’in dediğine göre bu tavırları bize verdikleri ehemmiyete delalet ediyordu. Zira Avrupa’da, hele resmi bir görüşme akabinde ailecek bir yemek daveti ender görülen hadiselerdendi.
Yemekteki servisin niteliğine bakıldığında görevlilere hassasiyetlerimizle ilgili bilgi verildiği anlaşılıyordu. Helal gıdalardan bir seçki vardı soframızda. Bu anlayışlı tavırlarını da takdir ettim. Verimli bir sohbetle taçlanan sofradan kalktıktan sonra Ruben ve Inma çifti bizi kendi araçlarıyla Madrid Türk Büyükelçiliğine kadar bıraktı. Ruben Bey elçiliğin bulunduğu sokağı kolayca buldu. Yolu nereden bildiğini sorduk ama hüzünleneceğimizi nereden bilecektik? Altı şubat depremlerini takip eden günlerde İspanyol halkının akın akın bu sokağa geldiğini ve Türkiye’deki depremzedeler için yardım kampanyaları düzenlediğini anlattı. Kendisi de çocuklarıyla birlikte ayni ve nakdi yardımda bulunmak için buraya gelmiş. Geldiği gün sokakta mahşeri bir kalabalığın olduğunu vurguladı. Onu dinlerken depremin acı günlerini hatırlayıp hüzünlendik. Diğer yandan Ruben ve Inma ailesi nezdinde yardımı dokunan İspanyollara teşekkür ettik.
O neşeli ve sıcakkanlı aile ile keyifli bir yarım gün geçirmiştik. Kendilerini Türkiye’ye davet ettik ve vedalaştık. Resmi temaslarımız kapsamında büyükelçiliğimizi de ziyaret edeceğiz. Eğitim ataşemiz Dr. Kübra Sarı Hanımefendi bizi bekliyor. Bakalım nasibimize ne düşecek?