Araya üç gün girdi, bir önceki yazımızda Fuat Köprülü’nün ilim adamlığından ve siyasete geçiş serüveninden söz etmiştik.
Yıl 1932, Dolmabahçe’de 1. Türk Dil Kurultayı yapılmaktadır. Programda devrin üniversitedeki en yetkili ismi, dil ve edebiyat tarihi çalışmaları ile dünyaca kabul görmüş bir otoritesi, edebiyat fakültesi dekanı ve profesörü Fuat Köprülü yoktur… Kurultayın 6. günü gazeteci Hüseyin Cahit’e söz verilir. Hüseyin Cahit öyle bir konuşma yapar ki, beş gündür konuşulanları yerle bir eder.
“Dil sun’i bir âlet değil, tabii bir kurumdur. Dil sosyal bir müessesedir ve sosyal hareketlerle yürür. Yabancı kelimeler bir dile tarihi bir zaruret ve icap neticesi girerler. Bu itibarla kelimeleri atarak yerlerine eski türkçeyi getirmek lisanda yeni müşkülleri ve ihtilatları mucip olabilir. Lisanda tasfiye zorla olmaz, kendiliğinden ve tekâmül merhalelerile olur…”
O gün ve ertesi gün, bütün konuşmacılar Hüseyin Cahid’i çürütmekle vazifelendirilirler. Bu kâfi görülmemiş olmalı ki, 8. gün Fuat Köprülü sahneye çıkarılır…
Köprülü, 1926’da harf değişikliği tartışılırken Millî Mecmua’da “Latin harflerinin kabulüne tarafdar olanlar, zannediyorlar ki Garb medeniyetini bu sûretle daha çabuk ve daha kolay temessül edebiliriz (özümseyebiliriz).” demiştir. Bu latin harflerinin kabulüyle kabil olamaz… “İçtimai hâdiseler üzerinde müessir olmak için, kati surette içtimaî düsturlara (sosyal kaidelere) tebaiyyet etmek (uymak) mecburiyeti vardır. Bu düsturlara bigâne (ilgisiz) kalanlardır ki ancak Latin harflerinin kabulüne tarafdar olabilirler.”
Bir ilim adamı güveni ile konuşmaktadır Köprülü… Sosyal hadiseler üzerinde etkili olmak için sosyal kaidelere uymak mecburiyetinden söz etmektedir. Bu “en hakiki mürşit ilimdir” düsturuna da uygun bir sözdür.
Harf inkılabı için kararını vermiş olan iradenin böyle şeylerle kendine bağlamayacağını zaman gösterecektir. Sarayburnu’nda 8 ağustos 1928 akşamı Cumhurbaşkanı şöyle konuşur: “Arkadaşlar, bizim güzel âhenktar, zengin lisanımız yeni Türk harfleri ile kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak ve bunu anlamak mecburiyetindesiniz.”…“En nihayet bir iki sene içinde bütün Türk heyet-i içtimaiyesi (sosyal heyeti) yeni harfleri öğreneceklerdir. Milletimiz yazısıyla, kafasıyla bütün âlem-i medeniyetin (medeniyet dünyasının) yanında olduğunu gösterecektir.”
Kurultay günlerinde harf inkılabının üzerinden 4 yıl geçmiştir…Bu durumda liderin nutkuna göre, bütün Türkiye’nin yeni harfleri öğrenmiş olması gerekir! İşte gerçek rakamlar: “1935 yılında yapılan Genel nüfus sayım sonuçlarına göre ülkemizin nüfusu 16 milyon kişi civarındadır. Toplam nüfusun yaklaşık 13 milyonunu (% 80.75) ise 6 yaş ve üzeri nüfus oluşturmaktadır. Bu sonuçlara göre çağ nüfusunun sadece % 9.44’ü okuryazardır.
(http://www.hbo.gov.tr/assets/Docs/okumayazma/istatistik/31092623_19281959.pdf)
Siyaset yoluna sokulan Köprülü Kurultayda konuşuyor: İçtimaî hâdiselerde nazariyelerini ileri sürenler kadere inananlardır…Hele meşrutiyetten sonrakilerde milli şuur olsaydı dilimiz muhakkak ileri giderdi. Tekâmülü iddia eden hatip (Hüseyin Cahit) geriye doğru bir tekâmül olduğunu bilseydi bunu iddia edemezdi.
Türk tarihine, millî temayüllere en doğru şekli veren, inkılâbın en büyük mihrakı (odağı, yani Mustafa Kemal) muazzam dil inkılâbını da ilmi esaslara istinat ettirmiştir. Dil inkılâbı bütün ilmî hazırlıkların ve hayati zaruretin tatbikından başka bir şey değildir. Dil inkılâbı Türk inkılâplarının en muazzamıdır.
(Türk dili en zengin dildir, yeter ki millî şuurla işlensin) diyen büyük Gazi tarihî hedefi en kat’i şekilde göstermiştir. Bunda muvaffak olacağımızdan şüphe edemeyiz, çünkü Gazi’nin lisan ile söylüyorum. Ey Türk genci bunun için lâzım olan kudret asil damarlarındaki kanda mevcuttur!”
Fuat Köprülü bu konuşmayla, ilmî geçmişiyle birlikte, ilim adamı kimliğini de çöp tenekesine atmıştır. “Gençliğe hitabe”deki son cümleyi yanlış söyleyecek kadar telaş göstererek: Ey Türk genci bunun için lâzım olan kudret asil damarlarındaki kanda mevcuttur!
Asil damarlarımız, her meseleyi hallederse, ilme neden ihtiyacımız olsun! Bu arada cümlenin aslında damar değil, kana atıf varsa da aldırmayın!
Köprülü’nün milletvekili yapılmasından sonra dişe dokunur bir ilmî çalışması, eseri yoktur. CHP’nin ona sağladığı imkânlar da onu Halkevleri merkez dergisi Ülkü’nün “yayın direktörlüğü” gibi, ilmî faaliyetlere yöneltememiştir.
Sonra, muhalif parti kurma ihtimali belirince 7 Haziran 1945’te Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü “4’lü takrir”i CHP grubuna vererek, yeni muhalif partinin peşrevini yaparlar. Adnan Menderes ve Fuat Köprülü CHP’den ihraç edilir, Celal Bayar ve Refik Koraltan da karara tepki göstererek istifa ederler. Böylece Demokrat Parti’nin kuruluşuna giden yol açılır.
DP, girdiği ilk seçimde değilse bile 2. Seçimde, iktidara gelir. Fuat Köprülü DP hükümetinin Dışişleri bakanıdır. Nasıl bir bakandır? Siyasette aradığını bulamayan Köprülü 20. Haziran 1956’da bakanlıktan istifa eder. Bu onu Yassıada’ya gitmekten kurtarmaz. Yassıada sonrası yeni bir parti kurar, yürümez!
İlim adamı Fuat Köprülü, bugün de bu sahada çalışanlar için yüksek bir otoritedir. Siyaset adamı Fuat Köprülü’yü ise pek hatırlayan yoktur…
Kıssadan hisse: İlim ve siyaset birlikte yürümez!