İnsan, kendini kelimelerle inşa eder. Düşünce, kelimenin rahminde doğar. Anlam, kelimenin aynasında yansır. Zihnimiz, kelimelerin aksettiği anlam dünyası ile şekillenir, kavramlarla derinleşir. Düşünebilmek, anlayabilmek, yorumlayabilmek ve hakikate ulaşabilmek için en başta kelimelere ihtiyacımız vardır. Bu yüzden söz varlığı yalnızca bir anlatım aracı değil, aynı zamanda düşüncenin, ilmin, bilimin ve millet olma şuurunun taşıyıcısıdır.
Kelime dağarcığımız, zihinsel evrenimizin sınırlarını belirler. Ne kadar kelimeye sahipseniz, o kadar çok boyutlu düşünebilir, hakikate o kadar farklı yollardan ulaşabilirsiniz. Bir dilin sözlüğü ne kadar genişse, o milletin düşünce atlası da o kadar zengindir. Çünkü her kelime, bir kavrama açılan kapıdır, her kavram, bir hakikat parçasıdır. Ve biz, bu parçaları birleştirerek ilmi inşa eder, bilgiyi anlamlı kılar, düşünceyi derinleştiririz.
Dil, sadece bir iletişim vasıtası değildir. Aynı zamanda bir düşünme biçimi, bir anlama yöntemi, bir hakikate ulaşma aracıdır. Bilim de, felsefe de, sanat da, hakikate dair bütün arayışlar da ancak kelimelerle şekillenir. İlim, kavramlar üzerinden inşa edilen anlamlı bilgi sistemidir. Bilim; gözlemle, deneyle, akılla elde edilen verileri yine kelimelerle tanımlar. Kavramı olmayan hakikat bilinemez, tanımlanamayan bilgi aktarılmaz. Bu yüzden söz varlığı, yalnızca bireyin değil, bir milletin ilim ve bilim yolculuğunun da temelidir.
Milletler, kelimelerle doğar, kelimelerle gelişir, kelimelerle direnir. Her büyük milletin tarihinde, o milletin dilini düşünceyle kodlayan isimler vardır. Türk milleti için bu isimlerin en başında Yunus Emre gelir. O, yalnızca bir halk şairi değil, Türkçenin fikrî ve ruhî haritasını çizen büyük bir dil bilgesidir. Onun dili, hem halkın hem de hakikatin sesidir. Yunus’un Türkçesi, yalnızca sözcüklerden değil, milletimizin gönlünden, hafızasından, değerlerinden beslenir. Ve bu yönüyle, bir milletin varlık manifestosudur.
Bugün, söz varlığı ile başarı arasındaki ilişki sadece bir eğitim meselesi değil, aynı zamanda bir düşünce kalitesini yansıtır. Araştırmalar, yılda 500 bin kelime kitap okuyan öğrencilerin %98 oranında sınav başarısı gösterdiğini; 50 bin kelimeyle yetinenlerin ise %48’te kaldığını ortaya koyuyor. Bu fark yalnızca sayısal değil; zihinsel, kültürel ve bilgiye dayalı bir uçurumu da göstergesi olmaktadır. Çünkü kelime bilgisi arttıkça anlama, kavrama, yorumlama ve değerlendirme yeteneği de gelişir. Düşünceyle dil arasındaki bu bağ, bilimin ve eğitimin de temel dinamiğidir.
Unutmamak gerekir ki kelimeler sadece sözlüklerde yer almaz. Kelimeler aynı zamanda bir milletin vicdanında, tarihî hafızasında ve ortak duyuş biçiminde yaşar. “Adalet”, “merhamet”, “hürriyet”, “sadakat” gibi kelimeler sadece manaya dayalı bir derinliğin ifadesi değil, insana dair bir değer de taşır. Kavramlar, yalnızca nesneleri değil, yaşama biçimimizi, inançlarımızı ve hakikatle kurduğumuz ilişkiyi de belirler. Bu yüzden, kavramları kaybetmek, yalnızca dili değil, hakikati de yitirmek anlamına gelir.
Millet olmanın sınırları siyasi coğrafya ile sınırlı değildir. Aynı coğrafyada yaşamanın yanında aynı kaderi ve kederi yaşamakla, aynı dili konuşmakla, aynı anlamları paylaşmakla mümkündür. Ortak kelimeler, ortak değerleri doğurur. Dilini kaybeden bir millet, düşüncesini de kaybeder, hafızasını kaybeder, vicdanını kaybeder, sonra kimliğini de yitirir. Söz varlığı bu yüzden yalnızca bir anlatım zenginliği değil, bir millet varlığı meselesidir.
Güçlü bir söz varlığı, güçlü bir düşünce yapısıdır. Bu yapı olmadan ne bilim gelişir, ne sanat doğar, ne de medeniyet yükselir. Her kelime, zihnimizde yeni bir pencere açar. Her kavram, ilimle aramızda bir köprü kurar. Ve her yeni kelimeyle hakikate bir adım daha yaklaşırız.
Bu yüzden kelimelerle yaşamalı, kelimelerle düşünmeli, kelimelerle yeniden inşa etmeliyiz kendimizi. Çünkü kelimeler yalnızca konuşmaz, onlar düşünür, inşa eder, yaşatır. Bir milletin kaderi, onun kelimelerinde saklıdır. Diline sahip çıkan, düşüncesine sahip çıkar; düşüncesine sahip çıkan, varlığına sahip çıkar.