eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Hafif Yağmurlu
20°C
Ankara
20°C
Hafif Yağmurlu
Pazartesi Yağmurlu
23°C
Salı Az Bulutlu
20°C
Çarşamba Az Bulutlu
19°C
Perşembe Az Bulutlu
19°C

Leyla YILDIZ

Erzurum'da doğdu; ilk ve ortaokulu Erzurum’da tamamladı. Atatürk Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. Çeşitli liselerde Edebiyat öğretmenliği yaptı. Sakarya Cemil Meriç Sosyal Bilimler Lisesinde, Edebiyat ve Osmanlı Türkçesi derslerine girmektedir. Üniversite yıllarında Erzurum yöresine ait efsaneler, maniler, atasözleri ve deyimler üzerine derleme çalışmaları yaptı. Bitirme tezini “Lügat-ı Naci” ve “Kamus-i Türkî”de geçen Arapça sözcüklerin çoğul kullanımları üzerine hazırladı. Yerel ve ulusal düzeyde dergi ve gazetecilik çalışmaları yaptı. Değirmen Dergisinin yazı işleri kadrosunda yer aldı. Değirmen Dergisi Risale Haber, Edebi Kültür Dergisi’nde edebî-felsefî yazılar yazdı. Farklı türde kitaplar ve filmler üzerine eleştiriler kaleme aldı. 2020 yılında İhtilâlden İkbâle Var Olmanın Retoriği adlı iki ciltlik biyografi kitabı yayımlandı. Dünya Bizim, Edebiyat Dünyamız, Tyb.org, Edebistan, Şehir ve Kültür Dergisi, Türkiye Postası Gazetesi gibi çeşitli yerlerde yazıları yayınlanmaya devam etmektedir. TYB Sakarya yönetim kurulu üyesidir. Evli ve üç çocuk annesidir.

    İyi, adaletli, güçlü bir Tanrı ile kötülüğün varlığını nasıl bağdaştıracağız?

    “Ey uykusu bombalarla bölünen bebekler

    Yağan karlar üstüne bu kan nerden damlıyor”

    Erdem Beyazıt

    Yeryüzü en hazîn, en kıyıcı, en lanetli, en tirajik, en adaletsiz günlerini yaşıyor. Ve en sessiz… En seyirci kaldığı… Arz-ı Mev’ud kızıl şalına bürünenlerin kulakları sağır, gözleri âmâ eden şizofrenik tepkileri, kan çanağına çevirdi mahzûn yürekleri.

    Ey başkasının ıstırabını şerbet diye içen, keyiften dört köşe küresel diktatörler!

    “Ağaran şafaklara bu kan nerden damlıyor”

    Ve arzı fesada verenler… Ve fitne devşirenler… Ve insanlar arasına nifak dikeni serpenler… Açtı kötülüğün kapağını!

    Açıldı Pandora’nın kutusu! Saçıldı yerküreye anne sızıları, baba figanları, yarısı yitik çocukların gül bedenleri, bebeklerin savrulan narin kolları… Gök
    kubbeye ulaştı kederli ihtiyarların âh u enînleri!

    “Kulaklar sağır, gözler kör, yürekler mefluç mu

    Pusmuş insanlığımıza bu kan nerden damlıyor”

    Nereden geliyor bu kötülükler?

    Kadim bir sorudur:

    “Âlemde kötülük vardır. İyi adaletli, güçlü bir Tanrı ile kötülüğün varlığın nasıl bağdaştıracağız?” Nasıl?

    Bu soru yıllarca filozofların kafasını kurcalamış, kimi doğru cevaplar üretebilmiş kimi agnostisizmin yahut ateizmin batağına saplanmış.

    David Hume, Tabiî Din Üzerine Diyaloglar adlı eserinde Philo’nun ağzıyla şu çetin soruyu sorduruyor:

    “Tanrı kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor?

                Öyleyse O güçsüzdür.

    Yoksa gücü yetiyor da kötülüğü önlemek mi istemiyor?

    Öyleyse O, iyi niyetli değildir.

    Hem güçlü hem de iyi ise bu kadar kötülük nasıl oldu da var oldu?”

    Tanrı’nın varlığının aleyhine öne sürülen klasik tartışmaların başında gelir
    “kötülük problemi”. Şer sorunu, ateizmin en ciddi fikrî dayanaklarındandır.
    Ateistlerin “kötülük delili”ne göre Tanrı olsaydı, kötülük olmazdı. Evrende kötülükler varsa Tanrı’nın varlığından söz edilemez.

    “Tanrı ile bu dünyadaki sefalet, eksiklik, bozukluk nasıl uzlaştırılabilir?”
    diye soragelmiş düşünürler.

    Mademki, Tanrı iyi ve adaletlidir; bu âlemde görülen bu kadar ahlâkî kötülüğün sebebi kimdir o halde?

    Öyle ya… “Eğer her şeye gücü yeten, her şeyi bilen ve mutlak anlamda iyilik sahibi bir Tanrı varsa, yeryüzündeki bu kadar kötülük nereden geldi?”

    “Fukara sofralara bu kan nerden damlıyor”

    Leibniz “Theodicée /Teodise” adlı eserinde, zihinleri işgal eden bu problemi çözmeğe çalışıyor. Ve Tanrı’nın iyiliği, bilgeliği, gücü ile O’nun eseri olan dünyanın eksik, bozuk yapısı arasındaki çelişkiyi gidermeye…

    Tanrı’nın haklılığını göstermek demektir teodise. Şer probleminin çözümüne giden biricik yol. İlk kez Leibniz tarafından kullanılıyor teodise.

    Birbirine zıt durumu izale etmek için Leibniz önce, bu dünyadaki kötülüğün, günahın metafizik gerçek olduğunu reddediyor. Ve şöyle düşünüyor:

    Neden böyle bir Tanrı, içinde günah ve acının bulunmayacağı yetkin bir dünya yaratmamıştır? Tanrı, biz insanlar için kötülüğün olmadığı bir dünya yaratamaz mıydı?

    Yaratamaz mıydı? Cevap veriyor Leibniz:

    “Tanrı evreni yaratırken, bir sürü “mümkün” dünyalar tasarlamıştır. O’nun bu dünyalar arasından şimdikini seçip gerçekleştirmesi, mümkün dünyalar arasından bunun “en iyisi” olmasındandır.

    Evet “Leibniz’in iyimserliği” diye bilinen bu düşünce aslında Gazâlî’ye dayanmaktadır.

    Gazâlî (ö.1111), İhya adlı eserinde şer gibi görünen şeylere rağmen ilâhî adaletin her tarafı kuşatmış olduğunu, Allah’ın ilim, irade, kudret gibi
    sıfatlarından yola çıkarak bu âlemin mümkün âlemlerin en iyisi, en güzeli ve en tamı olduğunu söyler.

    Gazâlî’nin cümlesini adeta iktibas eden Leibniz (ö.1716), her türlü kötülüğe rağmen, ilâhî adaletin âlemde tecelli ettiğinin altını çiziyor.

    Panteizm, kötülük problemini daha karmaşık hale getirir ve kötülüğü büsbütün inkâr eder yahut da kötü ile iyinin farkını asgariye indirger.

    Spinoza, şöyle diyor Metafizik Düşünceler’de: “İyi ile kötü sadece göreli olarak söylenebilir. Tek başına ele alınan bir şeye ne iyi ne de kötü
    denilebilir. O şey ancak bir başka şeyle ilişki içinde ‘yararlı’ ya da
    ‘zararlı’ olması bakımından iyi ya da kötü olabilir.” 

    Kötülüğü yok sayar Spinoza. Yok sayar ve der ki: “Tanrının gerçekten en
    yüksek düzeyde iyi olduğu söylenir. (…) Mutlak olarak kötü şeye gelince,
    kendinden apaçık olduğu üzere böyle bir şey yoktur.”

    Kötülüğün reel varlığını inkâr etmek, problemi çözmek değil ondan kaçmaktır.
    Kaçış yolu! Halbuki iyilik bize aitse kötülük de bizim dünyamıza aittir.

    O halde nedir iyi, kötü? Nedir?

    Filozofların işi tam da burada başlıyor. “İyi davranışın temelindeki güdü nedir? İyi olan şey, davranışın sonucu mu yoksa kendisi mi? Bütün insanlar için geçerli olan bir iyi tanımı var mıdır? İşte bu suallerdir ki, ahlâk filozoflarını uğraştırıp durmuştur.

    Nedir iyi ve kötü?

    Spinoza’da iyi, “insanın elde etmek istediği”, kötü ise “kaçındığı” şeydir.
    Bacon’da ise iyi, “faydalı” kavramı ile örtüşüyor.

    “Hakkı tutup kaldıran”, bu uğurda baldıran zehrine razı gelen Sokrates,
    iyinin içeriğinin ne olduğunu kesin olarak belirtmiyor. Ona göre; iyiye yönelmeli, iyiyi gerçekleştirmelidir. İşte o vakit erdemli olunur.

    Evet iyi olan ne, kötü olan ne?

     Diyebiliriz ki; iyi yapılması ve peşinden koşulması elzem olan, kötü ise uzak durulması gereken şeydir.

     İbn Sînâ “Muhteşem dizayn” açısından bakıyor meseleye. Bu âlemde iyinin hâkim olduğunu, kötülüğün ise gül ağacındaki diken hükmünde bulunduğunu söyleyen İbn Sînâ… Hayrı olduğu gibi şerri de Allah’a bağlayan İbn Sînâ…  

    Onun nazarında kötülük, kemal yokluğudur. Ve kendi başına müstakil bir varlığı yoktur. Tanrı’yı saf, nihâî iyilik, mutlak ve değişmez diye niteleyen
    Augustinus gibi kötülüğü, iyiliğin yokluğu diye tanımlıyor İbn Sînâ. Tıpkı entropi yasasında olduğu gibi iyilikler var olunca kötülükler dağılıyor.
    Aydınlık gelince karanlığın dağılması misali.

    Mutasavvıfların kötülük problemiyle ilgili yaklaşımı, İbn Arabî’nin öğretisine yaslanır. İbn Arabî mektebi, kötülüğün iyilik karşısında ontolojik bir yer tuttuğu düalizmini reddediyor. Buna göre, varlığın hakikati aslında ‘bir’dir.

    İbn Arabî:

    “Varlıkta sadece Allah’tan, O’nun sıfatlarından ve fiillerinden başka bir şey yoktur. Her şey, O’dur, Onunladır, Ondandır, Onadır.”

    İbn Arabî’ye göre; var olan her şey mutlak hayr olan Allah’ın tecellisidir.
    Ve görecelidir iyi ve kötü. Onun nezdinde, âlemdeki bütün güzel, faydalı şeylerin kaynağı Rabbin cemâl isimleri; kötü, çirkin, muzır diye nitelediğimiz şeylerin kaynağı ise celâl isimleridir. Zıtların dinamik dengesi yani…

    “Zıtlar birleştiğinde ‘Zat’ zuhur eder.” diyor İbn Arabî. Hakikatte Allah hem Cemîl hem Celîl’dir, hem rahmeti hem gazabı bol olan; hem lütuf sahibi hem ceberut sahibidir ve hem yakın hem uzaktır. Tüm çatışan nitelikler, tüm zıtlar
    O’nda birleşmiştir.

    Tasavvuf ehli bunu “Külli Denge” olarak yorumluyor. William Chittick, Var Olmanın Boyutları’nda diyor ki:         

    “Allah rahmet ve gazap sahibi, yücelten, alçaltan, bağışlayan ve intikam alan, hayat veren ve öldüren değil mi?” İşte bu dengenin sarsılması, âlemin mahvolması sonucuna götürür. Erzurumlu İbrahim Hakkı diyor ya:

    “Deme şu niçin şöyle

     Yerincedir o öyle”

    Sümbül Efendi çevresinde gelişen rivâyeti bilmeyen yoktur. Sümbül Efendi diye bilinen zât, halefini belirlemek için talebelerine öyle bir sual yöneltir ki … “Allah’ın yerinde olsaydınız kâinatı nasıl yaratırdınız?”

    Kimi kötülükleri yok edeceğini, kimi yalnız iyilikleri var edeceğini söyler.
    Sadece biri; “Her şeyi merkezinde bırakırdım.” diyor. İşte bu talebesi, Sümbül Efendi’nin halefi olur ve o günden sonra Merkez Efendi diye bilinir.

    Leskofçalı Gâlib’in mısralarıyla;

    “Hatâdır akl ile da’vâ-yı derk-i hikmet-i âlem

    Hudâ’nın yoksa ef’âlinde ey gâfil hatâ yoktur”

     “Âlem, rahmetin eseridir; o sadece ârızî olarak maruz kaldığı şeylerden acı duyar.” diyor Chittick. Hiçbir şey beyhûde var edilmemiştir âlemde, eşyânın bir amacı vardır.

    İbn Arabî, şerleri insanın olgunlaşması için bir araç olarak görüyor.
    Âlemdeki kötülükler deneme, olgunlaşma ve eğitme maksadıyla vardır. Demiyor muydu Mevlâna “Hamdım, piştim, yandım.” diye? İnsandaki cevher; güçlükler, belalar neticesinde ortaya çıkıyor. Ve acılar ve kederler ve çetin şartlardır insanı daha dayanıklı yapan. Savaşlar, depremler, salgınlar, felaketler…

    “Mü’min ham ekin gibidir.” diyor Hz. Peygamber. “Gürbüz hale gelinceye kadar bazen rüzgâr onu yere yatırır, bazen dengeler.”

    “Muhakkak benim rahmetim gazabıma galebe çalar. Benim rahmetim gazabımı geçmiştir.” buyuruyor Yaratan. Bize “kötülük” gibi görünen şeylerin “rahmet” olmadığını nereden biliyoruz?

    İmtihan yeri değil midir dünya? Çile yeri… Fitne yeri… Bela yeri… En ağır imtihanların en sevilenlere geldiği… Sabredip isyan etmeyenlerin
    ödüllendirildiği…

    Âh, ey yaralı Gazze! Vefasız insanlığın uçurumunda asılı kalan kimsesizler kimsesizi… Bir avuç tugayın cengaverliğine terk edilen tenha dost…

    Âh şarap rengi, kızıla boyanmış Gazze! Ateşten deryanın tam göbeğinde yüzersin nahif bir karahindiba gibi. Öyle bir ateştir ki bu, dünyayı en ağır sınavın çemberinden geçiriyor. İyilik ve kötülüğün sınavı.

    “Hiç gördün mü Tanrı’yı

    Ama herkes gördü Şeytan’ı”

    Şüphesiz “Dünyanın en tehlikeli hali; cehaletin örgütlü eyleme geçme halidir.” Sokrates, “Hiç kimse bilerek kötülük yapmaz, kötülüğün kaynağı
    cehalettir.” diyor.

    Hangi cehaletin sınavıdır bu?

    Hayatı bu âlemden ibaret sayanların… Kötülüklerin yanına kâr kalacağı vehmine saplananların… Özgür iradesini yanlış kullananların… Vahşeti,
    işkenceyi, katliamı masûmlara reva görenlerin… Çocukları kuru bir yaprak gibi titreten azılı faşistlerin sınavıdır bu!

    “Gelin duvaklarına bu kan nerden damlıyor”

    Binlerce panelde, sempozyumda, konferansta, forumda; insan hakları, adalet, eşitlik, barış naraları atanların sınavıdır bu!

    “Firavuna sormuşlar:

    -Nasıl firavun oldun?

    Firavun:

    -Hiç karşı çıkan olmadı!”

    Kötülük karşısında kılını kıpırdatmayıp soykırımını sıradanlaştıran küresel vicdanın sınavıdır bu!

    Her türlü azap ve eziyete maruz kalan Filistinli direnişçilerin sabır ve cesaret sınavıdır bu!

    “Hakk şerleri hayreyler

    Zannetme ki gayreyler”

    Mc Donalds, Burger Kıng’de öğlen ve akşam yemeğini huzurla yiyerek, Starbucks’da kahvesini yudumlayarak kuvözde annesiz, babasız, hekimsiz bırakılmış minik yavrulara “bir kurşun da benden olsun” diyen ehl-i keyfin sınavıdır bu!

     “Beyaz çarşaflara bu kan nerden damlıyor”

    Yanı başındaki insanlar “gök ekini gibi biçilirken” devasa eğlence geceleri düzenleyen, riya kefenine bürünmüşlerin sınavıdır bu!

    Ey çocuk! “Yıldızları söndürülmüş geceler”de, üç maymunu oynayan global dünyanın gözleri önünde hunharca katledilen çocuk! Ölen siz değildiniz! Ölümün al kadehini içen bizlerdik!

    “Anladım onlar ölmediler

    Ölüm adına

    Ölüm maskesini takınarak

    Dönüştüler bir ışığa”

    Şüphe yok ki her hayırdan bir şer, her şerden bir hayır doğar. Fransız tarihçi Albert Sorel’in teşhisiyle: “Dünya gömlek değiştireceği zaman,
    hadiseler sakınılmaz olur.”

    “Anlatacaktım ölümlerini bir sonbahar eşliğinde

    Bir kış güneşliğinde

    Fakat baktım bu ölüm değil diriliştir

    Tabiatı aşan bir bildiriştir.”

    Leyla Yıldız

    Kaynakça:

    Akarsu, B. (1982). Ahlâk Öğretileri, İstanbul: Remzi Kitabevi, s. 49, 121.

    Aydın, M.S. (1999). Din Felsefesi, İzmir: İlahiyat Fakültesi Yayınları, Gözden Geçirilmiş Yedinci Baskı, s. 153, 158.

    Chittick, W. (2013). Var Olmanın Boyutları, İstanbul: İnsan Yayınları, s. 111, 363.

    Demirli, E. (2016). “Müslümanın Hayatında Çile ve Izdırap”, İslam Düşüncesi Üzerine Söyleşiler ve Konuşmalar: Filler ve Körler, İstanbul: Sufi Kitap, s. 281.

    Diyanet İlmî Dergi (2014). İbn Sînâ Özel Sayısı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Cilt 50, Sayı 1, Ocak-Şubat- Mart 2014, s. 56.

    Gazali, İhyâ Ulûmi’d-Dîn, C. 4, s. 274, 321.

    Gökberk, M. (1998). Felsefe Tarihi, İstanbul: Remzi Kitabevi, s. 302, 321, 322.

    İbn Arabî, (2016). Fütûhât-ı Mekkiyye, İstanbul: Litera Yayınları, C.VI, s. 140; C. XIII, s. 235.

    İbn Arabî, (2017). Îcâzü’l Beyan (Fâtiha ve Bakara Surelerinin Tefsiri), (Çev.: Muhammed Coşkun), İstanbul: İnsan Yayınları, s. 99.

    Karagöz, İ. (1995). Fert ve Toplumlara İsabet Eden Musibetler, Sebep ve Sonuçları, Ankara: TDV Yayınları, 4. Bas. s. 48-49.

    Kılıç, M. E. (2009). İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, İbnü’l-Arabî Özel Sayısı 2, sayı: 23, s. 59.

    Russell, J. B. (2000). İblis: Erken Dönem Hıristiyan Geleneği, (Çev.: Ahmet Fethi), İstanbul: Kabalcı Yayınları, s. 13-14.

    Spinoza, (2021). Kötülük Mektupları, (Çev.: Alber Nahum), İstanbul: Norgunk Yayıncılık. s. 121.

    Tanpınar, A. H. (2009). Huzur, (17. baskı). İstanbul: Dergâh Yayınları, s. 29.

    Yaran, C. S. (1997). Kötülük ve Theodise: Batı ve İslâm Din Felsefesinde “Kötülük Problem”i ve Teistik Çözümler, Ankara: Vadi Yayınları, s 14.

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    1. Bilal Doğrucu dedi ki:

      Gazze dışında bütün dünyanın işgal edildiği bir zaman dilimini yaşıyoruz.İnsanlik ” ne olacak bu işin sonu” moduna girmiş bir mucize bekliyor. Allah mühlet veren ama asla unutmyandir. Şüphesiz mazlum ve mahsum insanlar cennetle, zalimler ise cehennemle tanışacaklar. Kaybeden Gazze’de ölen masum ve mazlumlar değil. Görmeyen, duymayan tepkisiz kalan müslümanlardır, Allah ,” cennet ucuz değil, cehennem lüzumsuz değil” idrakinde yaşamayı cümlemize nasip etsin.

    2. Ahmet Kağan Karabulut dedi ki:

      Var olunuz kardeşim, yüreğiniz dert görmesin

    3. Dr. Vadettin AKTAŞ dedi ki:

      Şeytanlar hakikaten çok. Köşe bucak geziyor.