1967 yılında doğdu. 1990 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 1998 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalında, 2005 yılında Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Eğitim Yönetimi ve Denetimi Bilim Dalında yüksek lisans eğitimlerini tamamladı. 2017 yılında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Eğitimi bölümünde “Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesinde Eğitim ve Öğretim” isimli teziyle doktorasını tamamladı. Osmanlı eğitim tarihi alanında çalışmalar yapan yazarın, “Osmanlı Eğitim Modernleşmesinde Dârü’l-hilâfeti’l-Aliyye Medresesi” isimli eseri ile ulusal ve uluslararası hakemli dergilerde yayınlanmış pek çok makalesi bulunmaktadır.
İslâmcı Muhalif Namık Kemal’in Gözünden Osmanlı Eğitim Tarihi
Anasayfa»Eğitim»Eğitim»İslâmcı Muhalif Namık Kemal’in Gözünden Osmanlı Eğitim Tarihi
İslâmcı Muhalif Namık Kemal’in Gözünden Osmanlı Eğitim Tarihine Bakış
Dr. Hasan YILDIZ
“Vatan ve hürriyet şairi” Nâmık Kemâl (1840-188) başta siyasi, iktisadi, içtimaî, tarihi ve edebi alanlar olmak üzere hemen hemen hayatın tüm alanlarında kalem oynatmış yıldız şahsiyetlerdendir. Onun Osmanlı maarifine ilişkin tespit ve değerlendirmeleri hem önemli hem de ibret alınası dersler içermektedir. O bir taraftan İslam medeniyetine gönülden bağlanmış, diğer taraftan ise Avrupa’daki gelişmelerin yakından takip edilerek insanlığın ortak ürünü olan teknolojik ve sosyal yeniliklerin alınması taraftarı olmuştur. Ona göre medeniyet insanlığın ortak malıdır.
Nâmık Kemâl, 1868-1870 yılları arasında Yeni Osmanlılar’ın muhalif sesi olan Hürriyet Gazetesi’ni neşretmiştir. Onun gazetede yayınlanan Osmanlı maarifine ilişkin tespit ve değerlendirmelerinin yer aldığı yazıları, bir döneme ışık tutması ve tecrübe aktarımı açısından kıymetini korumaktadır. Nâmık Kemâl, tarihte yaşanmış olayları hamâsî yaklaşımlarla ele almak yerine eleştirel gözle değerlendirmeye tabi tutmuş, fikir ve düşüncelerini hiç sakınmadan ikna edici delil ve gerekçelerle ortaya koymuş cesur bir kalem olarak karşımıza çıkmaktadır.
Nâmık Kemâl, Şûrâ-yı Ümmet’i yönetimin olmazsa olmaz şartı mesabesinde görmektedir. Onun pek çok siyasi ve içtimai konularda olduğu gibi Osmanlı eğitim tarihine ve sistemine ilişkin yazdıkları da önemli olduğu kadar özgün bir muhtevaya sahiptir. Hürriyet Gazetesinin 29 Haziran 1868 tarihli ilk nüshasının ilk yazısı “Hubbu’l-vatan mine’l-imân” başlığını taşımaktadır.
“Vatan sevgisi imandandır” başlıklı bu yazının Osmanlı eğitim tarihine giriş mahiyetinde önemli bir tespit ve değerlendirmeyi içerdiği gözden kaçmamaktadır. Yoruma hacet bırakmayacak netlikte olan bu tespit ve değerlendirme şöyledir: “Türkler o millet değil midir ki, medreselerinde Farâbîler, İbn-i Sînâlar, Gazâlîler ve Zemahşerîler gibi büyük şahsiyetlerle ilmin yayılmasına büyük katkılar sağlayarak ilimde dünyanın öncüsü konumunu kazandıkları halde (Batı’da gelişen) ilmin en sadelerine bakarak mucizeler görmüş gibi hayran kalıyorlar.”
Hürriyet Gazetesinin 27 Temmuz 1868 tarihli beşinci nüshasının ilk yazısı ise her ne kadar “Türkistan’nın geri kalma sebepleri” başlığını taşıyorsa da geri kalmayı ve çöküşü ilimsizliğe ve cehalete bağlayan; Osmanlı eğitim sitemini kritik eden önemli bir yazı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yazının bir kısmı meâlen ve özetle şu şekildedir:
“Bir insanın sıhhat ve selâmeti akıl sağlığına bağlı olduğu gibi milletlerin devamı ve saadeti dahi ilme bağlıdır. Nitekim aklı yeterli olmayan insan bin türlü tehlikeye maruz kalacağından rahat bir hayat süremeyeceği gibi ilimle donanmayan bir millet de medeni toplumlar içerisinde uzun süre kaygıdan uzak rahat bir hayat süremezler. Bir zamanlar Osmanlı’nın nâmı, cihanı titretirken şimdi tersi oldu. Zira Avrupa devletlerinin askerî ve mâlî güçleri ile devlet yönetimleri muntazam; bizim durumumuz ise her yönden esef ve elem vericidir. Görünen o ki; onların ilerlemesinin sebebi ilim ve bilgi, bizim geri kalmamızın sebebi ise cehalet ve gaflettir. Tedavi için teşhis gerekli olduğundan bizdeki geri kalmışlık ne zaman baş gösterdi ve niçin tedavi edilmedi bunun tespiti gereklidir.”
Her devletin hayatında bir parlak dönem olduğu gibi Osmanlı Devleti’nin parlak dönemi de İstanbul’un Fethi itibarı ile 100-150 sene kadar sürüp sonra gerilemeye meyletmiştir. Bazı müellifler Osmanlı’nın gerileme sebebini incelerken Sultan Süleyman’ın uygulamaya koyduğu bir idârî tasarrufunu, yönetimde gerileme sebebi sayarlar. Ancak eğitim kurumlarını tesis etmek ve yaygınlaştırmak maksadıyla bilimsel kariyer basamaklarını medreselerin/eğitim kurumlarının kademeleriyle ilişkilendiren Sultan Süleyman’dır. Avrupa ile ilişkileri ve yeni fetihler ile savaş yöntemlerini geliştiren de yine odur. Onca meşakkatli sefere bizzat iştirak eden ve en sonunda hasta ve yaşlılık sebebiyle Zigetvar önünde can veren de Sultan Süleyman’dır.
Döneminde ilim adamlarını çeşitli lütuflarla ödüllendiren ve hatta Ebu’s-Suûd Efendi’nin tefsirini büyük bir merasimle saray-ı hümâyûna getirtip bizzat kapıda karşılayarak hürmette bulunan yine Sultan Süleyman’dır. Osmanlı coğrafyasının çoğu şehir ve kasabalarında câmii, medrese, imâret, köprü ve mektep gibi milletin mutluluğuna vesile olacak pek çok eseri inşa eden de Sultan Süleyman’dır.
Tüm bu yapılanlara ve tarihi eserlere insaf nazarı ile bakıldığında Sultan Süleyman’ın Türk-İslam Medeniyetine ve maarifine büyük hizmetleri geçtiği sabittir. Buna rağmen onun istisnâî olarak uyguladığı idârî bir işlemin kendinden sonra gelenler tarafından suistimal olunarak usul haline getirilmesinden kendisi mesul tutulamaz. Zira gerilemeye ondan sonra gelenler sebep olmuştur.”
Namık Kemal, yukarıdaki yazısının son paragrafıyla “öğretilmiş ezberleri” bozan bir tespit ve değerlendirmede bulunmaktadır ve bu tespitinde haklıdır da. Osmanlı eğitim tarihinde gerilemenin başlangıcı olarak gösterilen uygulama her ne hikmetse Kanuni Sultan Süleyman’la başlatılmaktadır.
Kanuni’nin, kendisine güzel kasideler takdim eden Şair Bâkî’ye (ö.1008/1600) “kanunî” lakabına uygun düşmeyen usul dışı bir tasarrufla müderrislik pâyesi vermesi tarihçiler tarafından yaygın bir şekilde ilmiye sınıfındaki bozulmanın başlangıcı kabul edilmiş ve Kanunî döneminin tüm ihtişamı bu tespitin gölgesinde bırakılmıştır. Namık Kemal’in itirazı ise tam da buna ilişkindir. Gerek coğrafi açıdan gerekse askerî, malî ve eğitim açısından zirvenin yaşandığı bu parlak dönemin padişahına bahse konu istisnâî tasarrufun çok görülmesi Nâmık Kemâl’i rahatsız etmektedir.
Netice itibarıyla hayatı, yerleşik düzene ve uygulamalara muhalefetle geçmiş bir Osmanlı münevverinin bu tespiti, eğitim tarihimize ilişkin birbirinin tekrarı mahiyetindeki değerlendirmeleri yeniden gözden geçirmeyi zorunlu kılacak bir projeksiyon sunacak niteliktedir.