Kenan Evren okullara zorunlu din dersi getirme fikrini ve kararını bazı gözlemlerine dayanarak alır. Yanlış hatırlamıyorsam onlardan birisi şudur: Laik kesimden gelen birisi olmakla birlikte Kenan Evren notlarını Arapça harflerle tutan ve ötesinde eski kuşaktan biri olarak dini konulara merak salan birisidir. Talebelere sevabına veya vicdanını rahatlatmak için kendi kesesinden ve maaşından harcama yapar, burs verir. Demirel gibi kurbanlarda kurban keser ve onun gibi siyasi hesaplara, mülahazalara dayanmasa da yine de dini anlayışının veya kanaatinin bir parçası olarak başörtüsüne de karşı çıkar. Bu konuda moderniteyi esas alır. Öz güven içinde hocalarla da tartışmaktan kaçınmaz. Bazen başörtüsünün çıkış nedeniyle alakalı Karakuşi değerlendirmelerde de bulunur.
Sözünü ettiğimiz konuya gelecek olursak; Bir kurban bayramı arifesi veya bayramı olmalıdır. Kurban kesilecektir. Evren, damadı Erkan Gürvit’ten vekalet vermesini ister. O da ilk defa böyle bir durumla karşılaşır ve Kenan Evren’e şöyle söyler: Baba! Noterden mi getireyim? Bunun üzerine Kenan Evren gençleri dini eğitim alanını ihmal ettiklerini düşünür. Elbette fazlası da vardır. Belki anlatılan anekdot işin sadece kılıfıdır. Okullara din dersleri konulmasında ideolojik nedenler de etkili olmalıdır. Komunizmle din yoluyla mücadele gibi. Hatta meşhur bir hadisedir. Ondan evvel MAH Başkanı olan Fuat Doğu üniversitelerde sol dalgayı etkisiz hale getirmek veya solcu gençlerle daha aktif mücadele edebilmek için münhasıran Seyyid Kutup’un ‘İslam’da Sosyal Adalet’ kitabının çevrilmesini sağlar. Ve bu talep gerçekleşir. Elbette Kenan Evren sadece pratik nedenlerle değil ideolojik nedenlerle de okullarda sol dalganın önünü kesebilmek için din dersi konulmasına taraftar olmuştur. Fakat bu defa da YÖK başörtüsü yasağı getirir.
Ne olursa olsun, okullarda din dersi konulması bir kırılma noktasıdır. 28 Şubat süreci ise başörtüsü konusunda bir başka kırılma anıdır. Ardından AK Parti hükümetleri kuruldu ve başörtüsü noktasında bir serbesti getirdi. Bugün ise yeni bir kırılma ile karşı karşıyayız. Kadın başörtüsüyle her yere girer çıkar oldu. Bazen pozitif ayrımcılıkla tercihli de olabiliyor. Lakin bu kadın kimliğiyle mütenasip düşüyor mu? Her şeyi eşitlik zemininden, zaviyesinden değerlendirecek olursak kadını erkeksi hale getiririz. Kadını erkeğin kopyası yaparız! Kadın erkekle yarışırken farkına varmadan erkeksileşiyor. Bu durumda kadının şefkati ve sevecenliği yerine erkekler gibi kasları gelişiyor. Evet hadisler de tam bu noktada, bulunduğumuz ana kılavuzluk ediyor ve ışık tutuyor. Bugünlere işaretle gelecekte kadınlar arasında ‘istircal’ dediğimiz erkeksi hareketlerin görüleceğini haber veriyor. Kadın üretime katıldıkça ister istemez evdeki konumundan kopuyor. Evdeki rol model kayboluyor. Yerine iş hayatında erkeklerle yarışan bir kadın model geliyor. Amele pazarında iki rakibe dönüşüyorlar ama evdeki misyon boş ve sahipsiz kalıyor. Kur’an kadının erkek için sekine vesilesi olduğunu söyler. Neden? Haşin ortam da bunalan erkeği teskin etmek kadına düşer. Eve ve ya yuvasına dönen erkek kendisini güvende ve huzurda hisseder. Harap olan psikolojisi dingin ev ortamında tamir edilir. Erkekten iş sorunlarını eve taşımaması istenir. Lakin buna mukabil evin huzuru da erkeğe yansımalıdır. Hatta İbrahim el Büleyhi ismindeki Suudi Arabistanlı edebiyatçı yer ve göğün katılık saçtığı çöl ikliminde teni tek yumuşak ve yumuşatıcı varlığın kadın olduğuna temas eder. Onun kıymetini de kaybettikten sonra anlamayalım! Erkek haşin dünya ile boğuşarak gerginleşen atmosferinde sinirlerini onda ve ev ortamında yatıştırır. Onu yumuşatacak veya şefkat ve merhametle muamele edecek, donatacak bir yol arkadaşına ihtiyaç duyar. Bu da kadındır. Erkeği manevi olarak rehabilite eder. Bu açıdan kadın erkeğin derinliğidir. Kadın şefkatini kaybettiğinde erkekleşir erkek de ya kadınsılaşır ya da vahşileşir. Erkeğin kadınsılaşması veya kadının erkeksileşmesi adı konulmamış bir biçimde üçüncü cinsiyeti doğurur. Kadının fıtratı bozulduğunda erkeğinki de sağlam kalamaz. Tersi de doğrudur. Kadın ile erkek birleşik kaplar misalidir. Birbirini ya bozar ya da tamamlar.
Konuyla ilgili hayret verici bir gelişme Adana’da yaşandı. Alparslan Kuytul’un yandaşları gösteri yaparken polis müdahale ediyor. Bazı başörtülü polislerin orantısız güç kullanmaları hayrete mucip oluyor. Dışarıdan bakanlar duruma hayret ediyorlar. Belki ardından kendi fotoğraflarına baktıklarında kendi kendilerine hayret ettikleri de olmuştur. ‘Biz bu noktaya nasıl geldik?’ diye düşünmedilerse bile düşünmeye başlasınlar. Politika arenasında da öyle kimi baskın bayanlar var ki, erkek-bayan demeden çevrelerine ayar veriyorlar. Bunlar kadının erkeksileşmesine dair emarelerdir. Bu toplum olarak pek alışık olmadığımız bir durum. İslam kadına onu da verdi bunu da verdi edebiyatıyla kadının kimliğini aşındırdık. Kendi fıtratına veya aktüel deyimle rolüne yabancılaştı. Sosyal alanda kadını yüzeye çıkartırken psikolojik tahribatı düşünemedik. Üretime kattık ama evdeki annemizi, sevgili eşimizi, bacımızı, biricik kızımızı kaybettik. İş hayatında kadının yeri pekala doldurulabilir ama annenin, bacının ve kızın yeri asla doldurulamaz. Zaruret düzeyinde kadının çalışması elbette yargılanamaz. Ama çalışmak için çalışmak ya da konfora ulaşma amaçlı çalışma toplum düzenini bozacaktır. Eskiden erkek anneden yetim kalırdı. Şimdi ise eşinden yetim kalıyor. Erkek olarak bizlerin elemandan ziyade bizi anlayacak ve bizi tamamlayacak bayana veya hanıma ihtiyacımız var. Rakibe değil tamamlayıcıya veya öteki parçamıza ihtiyacımız var.
Bu nedenle eğitime neşter vurarak sosyal ve aile düzenini yeniden ihya etmeli ve bunun için eğitimde yeni bir rota çizmeliyiz. Sadece müfredatı değil anlayışımızı da değiştirmeliyiz. Artık başörtüsü yasağı veya serbestisi durağında değiliz, sorun daha derinde. İkisinin de ürettiği yeni sorunlar yumağıyla baş başa bulunuyoruz. Kuralı olmayan başörtüsü ihtilat gibi, erkekleşme gibi tali sorunlar üretti. Görünen köy kılavuz istemez. Bu bizim kusurumuz. Başörtüsünün dışıyla uğraştığımız kadar içiyle uğraşmadık. Şimdi içini doldurma zamanı. Süreçte başörtülü başörtüsüzler veya erkekleşen tiplerin ortaya çıkması kaçınılmazdı ve nitekim de öyle olmuştur.
Kısaca, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olduk. Nazenin varlığımızı sokağa attık. Birbirine yabancılaşan aile ve fertlerden başka ne kazandık ki? Sonuçta, kadına ve rolüne sadece evin veya erkeğin değil bir bütün olarak insanlık ailesinin de ihtiyacı var.
Harika bir yazı olmuş üstadım