Mehmet Âkif, Garb’a olan teknik ve bilimsel gelişmeleri ülkesinde görmek ister. Avrupa’ya giden talebelere orayı hedef gösterir. Bilgi, bilim ve teknik, Batıdadır. Gidin, gecenizi gündüzünü verin, geride bıraktığımız, güncelleyemediğimiz ilmi kendinizle yurda taşıyın. Üç yüz yıldır, ayrı düştüğümüz bilim ve teknikle tekrar kavuşturun bizi. Fennin nimetlerinden yararlandırın bu milleti. Aklınızı çalıştırın, zekanızı kullanın, ara verdiğimiz bilim açlığını giderin. O faydalı bilgiyi taşıyın ki, bilim ocakları tekrar ihya olsun, dirilsin ve hayat bulsun. Aksi taktirde sömürülmek, ezilmek, işgal edilmek ve yok olmak mukadderdir.
Sâde Garb’ın, yalınız ilmine dönsün yüzünüz.
O çocuklarla beraber, gece gündüz didinin;
Giden üç yüz senelik ilmi tez elden edinin.
Fen diyârında sızan nâ-mütenâhî pınarı,
Hem için, hem getirin yurda o nâfi’ suları.
Aynı men’baları ihyâ için artık burada
Kafanız işlesin, oğlum, kanal olsun arada[1]
Âkif, yarının bilim ve bilgisinin önemine dikkat çeker. Yeryüzündeki bilimsel ve teknik ilerlemelerin hızlı bir şekilde yol aldığını bildirirken, hayal edilemeyecek güç, kudret ve enerji kaynaklarının icadına yönelik çalışmalardan haber verir. Bu çalışmalar, ona göre, geleceğin bilimini oluşturacaktır.
Ona yükseldi mi artık değişir rûy-i zemin;
Çünkü bir damla kömürden edecekler te’mîn
Öyle milyonla değil, namütenahi kudret!…
Yarının ilmi nedir, halbuki? Gayet müdhiş:
Maddenin kudret-i zerriyesi” uğraştığı iş.
Bilimsel faaliyetlerin kökünde de, Allah korkusunun bulunduğunu düşünen Âkif; irfan, ahlak ve vicdanın ötesinde Hakk’tan kudretinin herşeyin üzerinde olduğuna inanır.
Ne irfandır veren ahlaka yükseklik, ne vicdandır,
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.[2]
Bilim de bilgi de, Yaratan’ın iradesine ve gücüne teslim olmalıdır. O Allah ki, her şeyin üzerindedir. Hakk’a inanıp saygı duyan medreseler ve oradaki hoca ve talebeler, Rahman’ın yüceliğinin önünde itaatkâr kullar olarak secde halindedirler. Bu secde hali ki, tabiatın ve evrenin hikmetlerini araştırmaya yöneltir.
‘Evet, medâris o vahdet- serây-ı muhteşemin
Önünde: Hürmetidir dîne her zaman ilmin
Bütün şu kubbelerin mevce mevce silsilesi:
Huzûr-i Hak’ta kapanmış sücûd kâfilesi!
Âkif, fen ve tekniğin gelecekte çok büyük başarıları gerçekleştireceğini düşünür. Nitekim o fikrinde haklıdır. On dokuzuncu ve yirminci yüzyıl, bilimsel gelişmelerin çok hızlı ilerleme kaydettiği asırlar olmuştur. Petrol ve diğer yer altı zenginlikleri, Âkif’in bahsettiği siyah altın olmuştur.
Bir gün yapacak fen, şu siyah toprağı altın
Her şey olacak kudret-i irfanla, inandım
Yaşadığı dönemdeki sosyal ve siyasal değişimleri gören Mehmet Âkif, tarihin akışını değiştiren Süveyş Kanalı’nın açılışının altında fen ve bilimin olduğunu adeta haykırır:
Süveyş’i açtı herif… Doğru… Neyle açtı fakat?
Omuzlamakla mı? Heyhat! Öyle bir fenle,
Ki bir ömür telef etmiş o fenni tahsile
Bugün toplum ve ülke olarak bilim ve bilgiye olan açlığımıza değinen Âkif, dönemi bilim çağı olarak adlandırır.
Hülasa, milletin efrâdı bilgiden mahrum,
Unutmayın şunu lakin, Zaman, Zaman-ı ulûm!
‘Çağın en kıymetli değeri, üretilen bilgi ve bilimdir. Buradan hareketle Mehmet Âkif, gençlere, bu bilimi öğretirken, onları inanç ve kutsaldan kopartmayalım’ uyarısında bulunur. Talebeleri dine saygılı, kutsal hürmet eden bilim arayıcıları olması için teşvik edelim.
Evet ulûmunu asrın şebâba öğretelim,
Mukaddesata, fakat çokça ihtiram edelim.
[1] Mehmet Âkif, Safahat, Altıncı Kitap, Âsım, 443.
[2] Mehmet Âkif Ersoy, Safahat, Beşinci Kitap, Hatıralar, haz: Ömer Rıza Doğrul, 21. Baskı, Ank. 1987, 307.