eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Az Bulutlu
20°C
Ankara
20°C
Az Bulutlu
Perşembe Az Bulutlu
21°C
Cuma Az Bulutlu
26°C
Cumartesi Açık
23°C
Pazar Az Bulutlu
23°C

Prof. Dr. Ahmet TANYILDIZ

1981 yılında Adıyaman Kâhta’da dünyaya geldi. Orta öğrenimini Manisa’da tamamladıktan sonra Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne yerleşti. 2003 yılında buradan mezun oldu. Klasik edebiyatımızdaki edebî münazaralarla ilgili teziyle Hacettepe Üniversitesi, klasik edebiyat kürsüsünden yüksek lisans derecesiyle mezun oldu (2005). Daha sonra Erciyes Üniversitesi’ne atandı. Burada İsmâîl Rüsûhî Efendi’nin Şerh-i Mesnevî’si üzerine hazırladığı tezle doktor unvanı aldı (2010). Erciyes Üniversitesi’nde bir süre araştırma görevlisi ve Türk Dili okutmanı olarak görev yaptıktan sonra 2011’de Dicle Üniversitesi’ne atandı. 2014’te doçent, 2019’da profesör olan yazar, hâlen Dicle Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Çeşitli edebiyat dergilerinde yazıları yayımlanan Tanyıldız’ın kültür ve edebiyat tarihimize ilişkin 9 kitabı bulunmaktadır. İletişim: ahmettanyildiz@gmail.com

    Dünya Güzeli Bir Şehir: Semerkand

    (ÖZBEKİSTAN SEYAHATNAMESİ – 6)

    Özbekistan topraklarındaki beşinci güne giriyoruz. Yirmi dört saati bile bulmayan bir zaman dilimi içerisinde Buhara’yı gezmek zorunda kalmıştık. Daha o güzel diyara doyamadan gece yarısı Efrasyab Hızlı Treni’yle Semerkant’a geçtik. Sabahın ilk ışıkları ortalığı aydınlatırken şehre varmıştık. Her nedense içimde garip bir heyecan var. Bu heyecanın benzerini umre seyahatimde de hissetmiştim.

    Semerkant’ın görkemli tren istasyonuna indikten sonra taksi uygulamasıyla bir araç çağırdık ve önceden ayarladığımız mekâna doğru yola çıktık. Taksici bizi oldukça büyük ve lüks bir otelin bahçesin getirince şaşırdık. Burası eski şehir merkezine uzaktı. Hâlbuki biz yürüme kastıyla merkeze yakın bir yer bulmaya çalışmıştık. İsim karışıklığı olduğunu düşünerek tekrar taksiye atladık ve mekânı aramaya koyulduk. İndiğimiz ikinci yer ise Rus yapımı köhne binaların önü idi. Sabahın altısında şaşkın bir vaziyette etrafımızda otele benzer bir yer arıyorduk. Bize verilen iletişim numarasına ise ulaşamıyorduk. Uyku mahmurluğuyla esneyip gözlerini ovalayan bir gence burada filanca isimde bir otel olup olmadığını sorduk. O da şaşırdı ve bu bölgenin meskûn mahal olduğunu anlatmaya çalıştı. Tam arabasına binmek üzere iken bizi şehir meydanına bırakmasını kendisinden rica ettik. Zira burası fotoğraflarını gördüğümüz otelin bulunduğu yer değildi. Her an yıkılacakmış gibi duran bu köhne binalar bize emniyet vermemişti.

    Registan Meydanı

    Semerkant’ın tarihî Registan Meydanı’na o telaş içerisinde indik. Bir yandan kalacak yer ayarlama meselesini düşünüyor, diğer yandan etrafımı kolaçan ediyorum. Birden karşıma çıkan o muazzam manzara karşısında adeta çarpıldım. Registan Meydanı… Ve o geniş alanda kubbeleri semaya uzanan dünyaca ünlü medreseler… Tüm endişelerimi unutmuşum. Sabah güneşinin huzmeleriyle parıl parıl parlayan kubbeler beni benden almıştı. Uzunca bir süre meydanı ve etrafı seyrettim. Demek ki asırlara hükmeden ilim ve irfan dehaları burada yetişmişti. Demek ki dünyayı sevk ve idare eden ünlü devlet adamları, veliler, bilginler ve tacirler bu medreselerde tahsil görmüşlerdi.

    Ben Semerkant’ı Emîn Me’lûf’un (Amin Maalouf) aynı isimli meşhur romanından biliyordum. Yazar, Hayyam’ın billur gibi diliyle bu beldenin bir dünya cenneti olduğunu ne güzel tasvir ediyordu. Ona göre rubailerin minyatürlerini resmeden nakkaş, büyük ihtimalle Semerkant’ın bağ ve bahçelerini hayal ederek sanatını icra etmişti. Ne diyordu Hayyam: “Bu kentten asla nefret etmeyeceğim, bu serin gece son gecem olsa bile.”   

    İlk heyecanı atlattıktan sonra Semerkant’ta bulunan bir dostumuzu aradım. Sabahın köründe onu rahatsız etmemeyi düşünmüştüm ama mecbur kalınca kendisiyle temasa geçtim. Sağ olsun yükümüzü atacağımız bir mekâna geçmemize aracılık etti. Registan Meydanı’nda bize yardımcı olmaya çalışan Uçkun ismindeki Özbek gencini de anmadan geçmeyeyim. Bizimle ilgilendi, yol ve yer tarifinde bulundu, bizi ağırlamak istediğini söyledi. Sağ olsun, var olsun. Meydana çok da uzak olmayan Usman Hotel’e yerleştik. Burası aile sıcaklığı yaşatan küçük bir mekân. Nitekim burayı işleten kişi, ailesiyle birlikte aynı bahçedeki evinde kalıyor. Kahvaltımızı yaptıktan sonra rehberliğimizi yapacak olan Azamat kardeşimizle buluştuk. Yaklaşık on beş saatimiz var. Bu süre zarfında Semerkant’ın kadim bölgelerini görmek istiyoruz.

    Azamat’a tam yetki vererek bizi gezdirmesini istedik. İlk durağımız Özbeklerin ata olarak kabul ettikleri Emir Timur’un mezarı, yani Gûr-i Emir. Ardından yürüyerek Registan Meydanı’na gideceğiz. Yeşilin her tonunu barındıran geniş parkların serinliğinde nefeslendik. Emir Timur heykelini arkamıza alarak civardaki tarihî mekânları gördük. Özellikle Ruh-abad Mescidi ve Kabristanı etkileyici idi. Sabahın erken saatlerinde dışarıdan gördüğümüz Registan Meydanı’na bu sefer bilet alarak girdik. Meydanın üç yanını çevreleyen o muhteşem medreseleri uzun uzun, içimize sine sine gezdik. İşte turistik ürünlerin sergilendiği Şir-dar (Arslanlı) Medresesi, işte çini ve altın işlemeciliğinin dünyadaki en nadide örneklerinin sergilendiği Tılla-kârî (Altın) Medresesi, İşte İslâm âlimlerinin gökbilimi çalışmalarına katkılarının anlatıldığı Uluğ Bey Medresesi… Eski zaman bilginlerinin ders verdiği salonlar, talebelerin arşınladığı ve dersini ezberlediği avlular beni hayalen mazinin parlak zamanlarına götürdü.

    Tıllakârî Medresesi

    Registan Meydanı’ndaki medreselerden çıktığımızda sıcaklık iyice artmıştı. Zaman kaybetmeden keşfe devam ettik. Hemen yan taraftaki İslam Kerimov Parkı’ndan çıkarak dünya üzerindeki en meşhur kabristanlardan olan Şah-ı Zinde’ye gidiyoruz. Yol üzerinde Emir Timur’un eşi adına yaptırdığı Bibi Hanım Camii’ne selam duruyoruz. Fazla oyalanmadan yola devam ediyoruz. Hazret-i Hızır Mescidi’nde bir âb-ı hayat molası veriyoruz. Aynı külliye içerisinde yer alan İslam Kerimov Türbesi’ne nazar ediyoruz. Ardından istikamet Şah-ı Zinde Kabristanı. Israrlarıma rağmen rotanın dışında kaldığı için Ebulleys-i Semerkandî ve İmam Maturidî türbelerine dönemiyoruz. O zatları da ihmal etmememiz lazım.

    Şah-ı Zinde Kabristanı, eski Semerkant’a nazır bir tepe üzerine kurulmuş. Peygamber Efendimiz’in amcasının oğlu Kusem bin Abbas burada medfun olduğu için zamanla etrafında bir kabristan oluşmuş. Şehitlerin ölmediğine atıfla Ölümsüz Şah adıyla anılmış. Asırlar boyunca devlet ve maneviyat büyükleri bu bölgeye defnedilmiş. Gezdiğimiz yerler arasında ziyaretçisi en çok olan bölge burası. Büyük bir alan olduğu için içeride uzun süre kaldık. Tüm göçmüşlere Fatihalar gönderdik. Şimdi biraz mola zamanı.

    Şâh-ı Zinde Kabristanı

    Ziyaretlerimiz sabahın ilk saatlerinde başlamıştı. Epey yorulmuştuk. Azamat kardeşimiz, meşhur Semerkant pilavının (onlar oş, osh veya aş diyorlar) tadına bakmamız gerektiğini söylüyordu. Bir taksiye atlayıp Semerkant’ın en meşhur oşçularından Maruf Usta’nın lokantasına gidiyoruz. Ustanın önünde içine bir koçun rahatlıkla sığabileceği büyüklükte iki kazan var. Kazanın dip kısmında bolca yağ ve yumruk büyüklüğünde etler, hemen üst katmanında soğan ve sarı havuç karışımı bir meze var. En üstte de iri taneli pirinç pilavı yer alıyor. Müşteri, kişi sayısı kadar sipariş veriyor ve ona uygun büyüklükteki tabağıyla kazana yaklaşıyor. Maruf Usta da bir sanatkâr edasıyla ve zarif bilek hareketleriyle önce pirinci tabağın zeminine yayıyor, ardından etleri dağıtıyor. En üste de havuç ve soğan karışımını serpiyor. Bu merasim bittikten sonra oş tabağı masaya geldi. Pilavın yanında oraya özgü ve içinde farklı tatlara sahip envai çeşit sebzenin bulunduğu bir salata da var. Yemek, Özbeklerin mutat yemek duasıyla son buldu.

    Sıra dışı bir yemek tecrübesinden sonra Semerkant gezimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Şimdiki durağımız şehrin en kadim çarşısı Siyob Bazarı… Bibi Hanım Camii’nin hemen arkasındaki bu çarşı, Köylü Pazarı veya Kadınlar Pazarı olarak da biliniyor. Bizim Anadolu’daki kapalıçarşıların veya büyük semt pazarlarının bir benzeri. Semerkant’ın yöresel ürünleri, giyim kuşam, sebze meyve, kuru gıda vb. her türlü metaı burada bulmak mümkün. Bu çarşıda da epey zaman geçirdik.

    İkindi sularında Usman Otel’e döndük ve yüklerimizi indirdik. Biraz dinlenme fırsatı bulduk. Akşama doğru tekrar kendimizi tekrar dışarıya attık. Görmediğimiz mekânların izinde, tatmadığımız lezzetlerin peşindeyiz. Dostların tavsiyesiyle Köhne Semerkant’ın salaş mekânlarının birinde “şeşlik” denilen meşhur kebabın tadına baktık. Ardından taksiyle Registan Meydanı’na geçtik. Meydanın akşamki manzarası fevkalade. Muhteşem ışık gösterileriyle büyülü bir ortama girmiş gibi oluyorsunuz. Yöresel ritimli müzikler eşliğinde Özbekçe, Türkçe, Farsça, İngilizce ve Rusça ezgiler dinletiliyor. Özellikle sözlerinin bir kısmını kaydedebildiğim şu ezgi harikaydı:

    Dünya içre yegânemsen

    Uzbekistan hûr diyarı

    İki âlemge siyah saçgen

    Uzbekistan nûr diyarı

    Sen azizsen, sen güzelsen

    Uzbekistan gül diyarı

    Ey mukaddes zeminimsen

    Uzbekistan gül diyarı

    Registan Meydanı

    İçinde bulunduğumuz rüya ikliminden uyandığımızda vakit geceye kavuşmuştu. Otele döndük ve bavullarımızı hazırladık. Zira sabah İstanbul’a döneceğiz. Aile sıcaklığını hissettiğimizi söylediğim otelin sahibi arabasıyla bizi havalimanına bıraktı, sağ olsun. Bedenen yorgun ama ruhen dingin bir şekilde sabah erken saatteki uçağımızı beklemeye başladık.

    Artık dönüş yolundayız. Beş günlük Özbekistan seyahatimizin tadı damağımızda, hatıraları dimağımızda kaldı. Türkiye-Özbekistan münasebetlerinin ilerletilmesine dair sorumluluk ise omuzlarımıza mukaddes bir yük olarak yüklendi. Cenab-ı Hak nasip ederse bu diyarlara tekrar gelme azmimiz var. Zira yapılacak birçok iş, ifa edilmesi gereken birçok vazife var. Diyarbakır ile Harezm’in, Ankara ile Taşkent’in, İstanbul ile Semerkant’ın kardeşliğinin daimî olmasını temenni ediyorum.  

    Prof. Dr. Ahmet TANYILDIZ

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.