Şükürler olsun ki bir bayrama daha kavuşmak üzereyiz. Evvela mübarek Ramazan ayının feyiz ikliminden beslendik. Gecelerini ihya etmek suretiyle şahsiyet binamızın inşası için çabaladık. Müminler için bir rahmet ve şifa olarak bu ayda nazil olan Kur’ân-ı Kerîm’i okuyarak ve anlamaya çalışarak ruhumuzu arındırdık. İftar sofralarında sevdiklerimizle ekmeğimizi ve sevincimizi paylaştık. Sahur vaktinin bereketini gönül soframıza katık ettik. Bu mübarek ay hürmetine zincirlere vurulmuş şeytanlardan uzak durmaya gayret ettik. Oruçla nefsimizin süfli arzularına gem vurmaya çalıştık. Eski zaman şairlerinden Zâtî’nin dediği gibi
Gönderdi Hudâ çün bize mihmân Ramazân’ı
Hoş tutmaya niyyet edelim biz dahi anı
diyerek soframıza, gönlümüze misafir olan bu rahmet ayını hoş tutmaya niyet ettik. Darda kalmış dünya mazlumlarının, hususen Filistinli kardeşlerimizin bir an evvel refaha kavuşmaları için niyazda bulunduk. Dualarımızın kabulünü yüce dergâhtan umut ediyoruz.
Büyüklerden duyduğumuz meşhur bir ifade var: “Ah, nerede o eski Ramazanlar!” Bu yakınma, bir hakikatin tecellisi mi yoksa maziye duyulan özlemin tesellisi midir, bilemem. Ama bildiğim bir şey var: Bugünün Ramazanları da en az o hasretle yâd edilen eski Ramazanlar kadar bereketle geçiyor. Her dönemin kendine göre bazı âdet ve gelenekleri var. Eski Ramazanlardaki birtakım âdetlerin törpülendiği veya artık ortadan kalktığı söylenebilir. Ama her zamanın kendi ruhu, kendi âdetleri var.
Ramazan ikliminin ülkemizin her yerinde feyizli geçtiğini rahatlıkla söyleyebilirim. İşte toplumumuzun umumi ahvâline sirayet eden o güzel tavır, o Müslümanca vakar… İşte televizyon kanallarını ve sosyal medya mecralarını dahi Ramazan’ın güzellikleriyle donatan o toplumsal farkındalık… İşte çarşı pazarda yüzüne orucun güzelliği yansımış insanımızın mütevekkil duruşu… İşte cami ve mescitlerde mukabele okuyan hâfızların dışarıya dalga dalga yayılan sesleri…
Matbaa imkânlarının olmadığı ve Mushafların el yazısı ile çoğaltıldığı zamanlarda okunan mukabelelere atıfta bulunan şair Sâbit, rahle nöbeti bekleyerek ancak Mushafa erişilebildiğini hınzırca bir üslupla dillendirir:
Alınır mı Ramazân sûfîlerinden Mushaf
Rahlenin nevbetini beklemeyince insân
Biz şairin bazı riyakâr Ramazan sofularını taşlamasına bakmadan dönemin sosyolojik gerçekliğini görelim. Mukabeleyi takip edebilmek için rahle yarışı yapılan bir zamandan bütün iletişim aletlerinden rahatlıkla okunabilen Mushaf uygulamaları devrine geldik. Taliplisi için her yer mescit, her mecra bir Mushaftır. Günümüzün Ramazanları da ileride bir gün özlemle anılacak, buna eminim. Enseyi karartmaya gerek yok. Her Ramazan kendi zamanında güzel.
Sezai Karakoç, Ramazan’a dair yazılarını derlediği Samanyolunda Ziyafet adlı eserinin bir yerinde “Ayasofya’nın kandilini bu Ramazan’da da ısıtamadık.” der. Ramazan aylarında cami minarelerine asılan mahyalara atıfta bulunan üstat, bu kutsal mabedin asıl kimliğine henüz kavuşamadığına dertli bir izah getirmişti. Çok şükür birkaç Ramazandır o kandiller yanmakta, kılınan teravih namazlarıyla Müslümanların ruhu rahatlamakta, tesbih ve tehlillerle mabedin kubbeleri inlemektedir. İşte bir şükür vesilesi daha.
Bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi’ni de idrak ettikten sonra bayramın o sürurlu havasını teneffüs etmeye başlıyoruz. Yirmi yedi gün boyunca bizi sarmalayan rahmet ikliminin feyzi Kadir Gecesi ile zirveye çıktı. Müminler o gece fecrin ilk ışıklarına kadar selâm ve kurtuluşun anahtarını elde etmeye çalıştı. Son günlerde ise hâl ve tavırlarımızda bayramın sevinci görünüyor artık. Şimdi ebedî azaptan kurtuluş müjdesine nail olabileceğimiz demlerdeyiz. Mükâfatının sadece O’nun katında takdir edildiği bir kutlu faaliyetin, yani orucun ardından bayram sevincini yaşamaya hazırlanıyoruz. Üftade Hazretlerinin dediği gibi artık sona geldik:
Bir nûr idi Hak’dan gelip
Yere göğe nûru dolup
Sâdıkların elin alıp
Oruç ayı gitti yine
Oruç, bir nur olarak geldi. Yeri göğü aydınlattı. Allah’ın sâdık kullarına cennet kapılarını aralayarak yine aramızdan ayrılmaya niyetlendi. Ufukta bayram var. İbadet ile kulluğumuzu bildik. Oruç ile nefsimizi yendik. Kur’ân ile ruhumuza nefes aldırdık. İftarlık ikramlar ile gariplerin yüzü güldü. Bu vesileyle Sübhân’ın merhameti üzerimize zuhur etti. Yaratıcımız biz kullarına bayramı nasip etti. Alvarlı Efe’ye kulak verelim:
Kullar ki kullara ede ihsânı
İhsân ile göre insân insânı
Zuhûr eyler merhamet-i Sübhânî
Kullarına sultân bayramlık verir
Bayramda evvela üzerimize vacip kılınan namazı eda ederek yüce yaratıcımız ile bayramlaşacağız. Ebedî âleme göç etmiş olan büyüklerimizi istirahatgâhlarında ziyaret ederek; bu mümkün değilse onları hayırla yâd ederek onlarla da bayramlaşacağız. Ardından aile efradımızla ve akrabamızla bayramlaşarak sıla-i rahim vazifemizi de eda edeceğiz. Son olarak komşularla, eş dostla bayramlaşarak kendi dünyamızdaki iyilik halesini tamamlamış olacağız. Bu şekilde bayramın neşesi iç âlemimizden dış âleme sirayet edecek ve topyekûn İslâm ümmetinin bayram sevincine biz de iştirak etmiş olacağız.
Hayırlı bayramlar dilerim.