Prof. Dr. Saffet KÖSE
İnsanın yaratılış gerçekliği olarak medeni bir varlık oluşu, onun bir topluluk içinde yaşamasını ve bir topluluğa aidiyet hissetmesi şeklinde iki sonuç verir. Bu ikisini de birlikte sağlayan kurum ailedir.
Günümüzde yükselen değerler arasında öne çıkan insan hakları ve bireysel özgürlükler çerçevesinde ailesiz toplum, nikahsız birliktelik ve cinsiyetsiz insan arayışına dönük çabaların görünürlük kazanması, aile aleyhine işleyen bir sürecin ifadesidir.
Bunun yanında gelenek ve dini yaklaşım açısından sapkın görülen ilişkilerin toplum nezdinde meşruiyet kazanmasına dönük faaliyetler her geçen gün artarak gündem oluşturmaya devam etmektedir. Bütün bunlar sekülerliği yaşam biçimi olarak benimsemiş çevrelerde aile kurumunun özüne dokunan olumsuz kabullerin ifadesidir.
Bunlara rağmen İslam ve bozulmuş haliyle bile olsa büyük dinler mevcudiyetini sürdürdükçe aile kurumu da varlığını devam ettirecektir. Nitekim bütün ilahi dinlerde aile önemli bir kurumdur ve nikâh ile kurulmaktadır. Nikâh ise kadın-erkek beraberliğini meşru kılan tek yoldur.
Bütün kurumlar birbiri ile ilişkili birimlerden oluşur ve hiyerarşik düzen ile işler. Her birim etkinliği ile sistemi tamamlar ve işleyişini sürdürür. Aile de tıpkı bunun gibi birbirine değerler üzerinden bağlanmış uyumlu parçalardan oluşan sistemli bir yapıdır ve belli bir hiyerarşide yürür. Ancak ailedeki hiyerarşik düzen bürokratik ilişkilerden farklı olarak daha esnek ve yumuşak bir yapıya sahiptir. Aile hiyerarşisi daha çok bünyeye uygun rol paylaşımı ile ilgili bir konudur. Konuya dönersek sistemli yapılarda her bir parça o kurum için değerli olduğu gibi parçalar da gerçek değerini o yapıdan alırlar. Sistemli yapıları en güzel anlatan örnek motordur. Birbirine bağlanmış parçalar uyum içinde çalışıp görevlerini yerine getirirlerse sistem sağlıklı şekilde işler ve hedefe ulaşır. Ayrıca bu yapı içinde her bir parça değerini sistem içindeki yerinden alır, yapıdan ayrıldığında değeri düşer. Bu açıdan aileye baktığımızda aileyi oluşturan parçalar, karı-koca, anne-baba, çocuk, kardeş, dede-nine, amca-dayı, hala-teyze, yeğen, kayınpeder-kayınvalide, baldız-kayınbirader, görümce-elti, varsa süt baba, süt anne, süt kardeş, üvey anne-üvey baba, üvey kardeş…den oluşur. Bunlar değer yüklü kavramlardır ve bir hukuku ifade eder. Hukuk haklar ve vazifelerden doğar. Dolayısıyla yakından uzağa doğru hak-yükümlülük ilişkisi Kur’ân-ı Kerîm’de ve Hz. Peygamberin hadislerinde sıla kavramıyla ifade edilir. Bu geniş aile içinde üyeler kendilerini güvende hissederler ve sevinçlerin paylaşıldığı, yüklerin bölüşüldüğü güçlü bir dayanışma ortaya çıkar. Bu nokta dikkate alındığında Türk ailesinin çekirdek mi yoksa büyük aile tanımına mı uygun düştüğü konusu dikkate değer bir sorudur. Öncelikle belirtmek isteriz ki İslam bir din olarak insanlığın hayatına yön verdikçe –ki o fıtrat dinidir ve bu yönüyle sürekliliğe sahiptir- müslüman ailenin çekirdek aileye dönüşmesi mümkün lmayacaktır. Ne demek istediğimizi Türk ailesi üzerinden izah etmemiz mümkündür.
Türk ailesinin çekirdek aile tanımına uymadığını yeni tip büyük aile olarak görülebileceğini söylemek mümkündür. Şehirleşme ve modern dönem iş hayatının birlikte yaşayan büyük ailenin fertlerini, şehir ya da mesken olarak birbirinden ayırdığını görmeyen yoktur. Ancak farklı mekanlarda da yaşasalar büyük ailenin fertleri arasındaki ilişkinin iletişim vasıtaları üzerinden devam ettiği, dayanışmanın belli ölçüde sürdüğü, bayram, nişan, düğün, cenaze gibi özel günlerde ya da tatillerde, yıllık izinlerde mutlaka bir araya geldikleri hatta aile büyüklerinin torun bakmak üzere çocuklarının yanına gelip kaldığı çok sayıda örneklere rastlamak mümkündür. Kısaca sevinçlerin paylaşılarak büyüdüğü, üzüntülerin paylaşılarak hafifletildiği bir yapı söz konusudur. Dolayısıyla bir olgu olarak Türk ailesinin fotoğrafına bakıldığında büyük aile özelliklerini hala taşıdığını söylememiz gerekir.