İslam’ın ana kaynağı Kur’ân-ı Kerîm ve onun beşer formundaki ifadesi olan Hz. Peygamber’in sünnetinde aile fertleri arasındaki bağın sağlam tutulmasına vurgu yapılır ve “sıla” kavramı ile ifade edilir. Bütün bu naslardan çıkan temel hüküm akrabalık bağlarını gözetmenin farz, onu ihmalin ise haram olduğu şeklindedir (bk. DİA, XXXVII, 112).
Hz. Peygamber yakınlarla bağını kesenlerin cennete giremeyeceğini (Buhârî, “Edeb”, 11); Allah’ın akrabalık bağlarını yaşatanlara kendisinin ilgisinin süreceğini, bu bağı koparanlara ise ilgisini keseceğini bildirmiştir (Buhârî,“Edeb”, 13; Ebû Dâvûd, “Zekât”, 45). Hz. Peygamber kendisini cennete sokacak işlerin neler olduğunu soran bir arkadaşına, “Allah’a kulluk etmesi ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmaması, namazını kılması, zekâtını vermesi ve yakınlarla bağlarını gözetmesi halinde cennete gireceğini belirtir (Buhârî, “Zekât”, 1; “Kefâlet”, 4; Müslim, “Îmân”, 12, 14).
Hz. Peygamber (s.a.s.), “Allah, din konusunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlarla iyi ilişkiler içinde olmanızı ve onlara adaletli davranmanızı yasaklamaz” (Mümtehine 60/8) meâlindeki âyetten hareketle akrabalar arası ilişkilerin gözetilmesine dair hükümlerin müslüman olmayan yakın akrabalara karşı da geçerli olduğunu ifade etmiştir (Ahmed b. Hanbel, VI, 344). Nitekim “dünyada onlarla iyi geçin” (Lokman, 31/15) ayeti kendisini İslam’dan döndürmek için bütün gücünü harcayan müşrik annesine sert cevap veren Sa‘d b. Ebî Vakkas hakkında nazil olmuştur.
Allah Te‘âlâ yakınlarla iyi ilişkilerin sürdürülmesine verdiği önem aralarındaki yardımlaşmaya verdiği ödülden de anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber’in hadisinde geçtiği üzere bir kimse bir yakınına bir yardımda bulunduğunda ona iki mükâfat vardır. Birisi iyiliğin diğeri akrabalık bağlarını gözetmenin karşılığıdır (Buhârî, “Hibe”, 29; “Edeb”, 7, 8, 9; Müslim, “Zekât”, 50; Ahmed b. Hanbel, IV, 16, 214). Hadis-i şerifi tersinden okuduğumuzda aynı hususun kötülükler için de geçerli olduğunu söylememiz mümkündür. Birisi bir yakınına kötülük yaptığında iki günah kazanır. Birisi kötülüğün diğeri de akrabalık bağlarını gözetme görevinin ihmalinden dolayıdır.
Hz. Peygamber çölden gelen bir Arap köylüsünün: “Yâ Rasûlallah! Ben zengin bir adamım. Benim annem-babam, erkek kardeşim-kız kardeşim, amcam-halam, dayım-teyzem var. Akrabalık bağlarını dikkate alarak hangisine ilgi göstereyim?” şeklindeki sorusuna sırasıyla: “Annene, babana, kız kardeşine, erkek kardeşine sonra aşağıya doğru sırasına göre onlarla ilgilen” buyurmuştur (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 120; Nesâî, “Zekat”, 51).
Hz. Peygamber kendisi ile akrabalık bağını gözetmeyen kişilere misillemede bulunup akrabalık bağlarını kesmemeyi, o ona ilgi göstermeyi emretmiştir (Ebû Dâvûd, “Zekât”, 45).
Akrabalık ve dostluk hukukunu belirleyen şu ayeti hatırlatmak isteriz: “Sizin için, gerek kendi evlerinizden, gerekse babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden, kız kardeşlerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden veya anahtarlarını elinizde bulundurduğunuz yerlerden, yahut dostlarınızın evlerinden yemenizde bir sakınca yoktur” (Nûr, 24/61).
İslam hukuku bakımından akrabalık bağı ile birbirlerine bağlanmış olanların aralarında evlenme yasağı, nafaka, hidâne (çocuğun bakım ve terbiyesi), velayet, miras, şahitlik, âkıle (işlenen cinayetlerde kan bedelini ödemekle yükümlü yakınlar), zekat gibi konularda derinlikli hükümler belirlenmiştir. Bunların bir kısmı Kur’ân-ı Kerîm’de ve Hz. Peygamber’in hadislerinde açık şekilde ortaya konmuş diğerleri de bu kaynaklardan içtihat yoluyla çıkarılmış, ahlak ve fıkıh kitaplarında yerini almıştır.
Sonuç olarak söylemek gerekirse İslam’ın ana kaynaklarında açık ve geniş şekilde belirlenmiş olan aile içi ilişkiler ve akrabalık bağlarından doğan hukukun, çekirdek ailenin bazı sosyologların ayırımıyla “yalıtılmış çekirdek aile”nin oluşumuna imkan tanımayacağını, sadece büyük ailenin üyeleri arasındaki iletişim ve ilişkilerin şeklinin değişebileceğini belirtmemiz gerekir. Özellikle anne-babanın ruhuna yerleştirilmiş olan evlat ve torun sevgisi ile evladının ana-babaya karşı vazifelerinin ayrıntılı şekilde belirlendiği nasslar, Allah’ın rızasının anne-babanın rızasında olduğu onların rızası alınmadan Allah’ın rızasının alınamayacağına dair vurgu (Tirmizi, “Birr”, 3), bunun yanında diğer akrabalara dair getirilen hükümler, bu çerçevede oluşan örf ve kültürel doku büyük ailenin sürekliliğine işaret etmektedir.