Bugünkü Türkçe’nin üslup, muhteva, muhakeme ve gramer olarak genel yapısının temellerini atan manevi mimarı Yunus Emre olmuştur. Hatta Yunus Emre Türkçe’nin ‘’süt dişi’’ olarak da görülür. Yine bugün Anadolu’da yaşanan dini hayatın tasavvuf yoluyla temellerini oluşturan yine Yunus Emre’dir. Türklerin dilini tertip ve tanzim eden dini hayatını mayalayan bilge mutasavvıf kurucu şahsiyettir, Yunus Emre.
Anadolu o çağda büyük sosyal tufanlara sahne olmuş. Moğol istilasını yaşamış. Türkler Anadolu’da devletleriyle birlikte birliğini ve manevi bütünlüğünü kaybetmiş, ahali arasında bağlar olabildiğince zayıflamış, büyük bir kopuş yaşanmaktadır. Halk maddi felaketlerle birlikte manevi acıların pençesinde de kıvranmaktadır.
İşte böyle bir zamanda gelen Yunus ‘’İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir’’ diyerek asırları aşan bir şekilde tefekkür ve mana aleminin derinliklerine doğru ufuklar açmış. Cemiyeti inşa etmenin yolunun insanı inşa etmekten geçtiğini görerek önce kendini inşa etmeye başlamış.
‘’Tapduk’un tapısında/Kul olduk kapısında/ Yunus miskin çiğ idik/ Piştik elhamdülillah’’ diyerek kendi oluş serüvenini özetlemiş.
Kendisini ‘’aşk elçisi’’ haline getirerek bütün insanları ‘’aşk eri’’ olmaya davet etmiş. Bu yolla tek tek insanı inşa etmeye başlamış. Çünkü onda insan demek gönül demektir ve insanı inşa etmenin yolunun gönüller inşa etmekten geçtiğini görmüş, göstermiş. Bu değişim ve dönüşümü büyük ölçüde eğitim yoluyla gerçekleştirmiştir.
Bir toplumda görünen bazı manevi hastalıklar tek tek fertlerin gönül dünyasını iyilikle inşa ederek selamete ulaşır. Bir cemiyette ‘’merhametsizlik’’ var ise bencilliğin tedavisi ile bu manevi hastalığı tedavi yoluna gidilir. Zulüm ve adaletsizlik mevzubahis ise ‘’kibir ve tamah’’ kavramları ele alınarak nefisleri ıslah ve terbiye metodu tercih edilir. Bütün bunlar cemiyetin manevi gücünü, maneviyatını ve şahsiyetini yükselten temel değerler haline gelir.
Yunus, insanı, şahsiyet, ahlâk ve davranış olarak aynı anda ve merhaleler halinde inşa etmiştir.
İnsanı ‘’nefsi emmare’’den ‘’nefsi kâmile’’ye doğru yücelterek inşa etmek için bir tekemmülat/olgunlaşma metodolojisini insani bir muhteva ile oluşturmuş.
Erdemli bir topluluk meydana getirmenin insanın manevi olgunlaşmaya ermesiyle mümkün olduğunu görmüş. Dönem ruhunu yakalayan büyük bir sosyolojik keşifle gergef gergef, ilmek ilmek insanın/insanların benliğine manevi olgunluğu işlemiş.
Anadolu’da okumuş olsun olmasın tek tek bütün fertlerinin hamurunda temel değerlerimizden sevgi, feragat ve sabır gibi temel insani değerleri gönül hanelerine asırları aşan şekilde mayalamıştır.
Felsefesini ‘’şeriat, tarikat, marifet ve hakikat’’ olarak dört aşamada yükselen basamaklara ayırmış. Bunu dört hakikat kırk kapı diye basamak basamak insanı yükselten bir terbiye ekolü haline dönüştürmüştür.
Tarihin en büyük öğretim metotlarından birini sistem haline getirmiş. Oluşturduğu Kur’an ve Sünnete dayalı felsefesiyle, insanı inşa eden büyük bir eğitim ekolü meydan getirmiş. Bunu yaparken de klasik sistemimizde ‘’anasır-ı erba’’ olarak ifade edilen metodu, insanı dört kısma ayırarak kurmuş: Toprak, su, hava ve ateş. Buna akıl ve imanı da ilave etmiştir. Bu dört unsurdan ilk ikisi insandaki olumlu cepheyi, sonraki ikisi de olumsuz tarafları temsil etmektedir. Yunus Emre kurduğu terbiye okulunda cömertlik, alicenaplık, iyilik gibi insandaki iyi tarafları ön plana çıkarmış. Hırs, tamah, haset gibi olumsuz duyguları da oluşturduğu terbiye ekolü ile toplumda ve insanda ıslah yoluna gitmiştir.
İslam alemi, Türklük alemiyle beraber bütün insanlık alemine, takip edilecek izler bırakmış. Saadet ve kardeşliğin ölmez eskimez ilkelerini insanlık mirası haline getirerek, bütün insanlığa huzur ve kardeşliğe dayalı bir hayat yolunda çığır açmıştır.
Yunus Emre, Türkçe üzerinden başlayıp bilgiyi bilgelikle yoğurarak bütün ilim kollarını Allah’a götüren, Allah’tan aldığını da gönüllere ulaştıran varlık davasının çağındaki temsilcisi olmuştur.
Tabi ki böylesi büyük dahi gönül eri ve düşünce adamını anlamak ve anlamlandırmak da cemiyetimiz için büyük bir manevi mirasın geleceğe aktarımı açısından büyük önem taşımaktadır. Geçmişten gelen bu miras, çok liyakatli ve vukuf sahibi ilim adamları yoluyla bugüne ulaştırılmıştır.
Bu mirası aktarımına talip olanlar; ‘’özgün Yunus Emre yorumcuları ‘’, ‘’mukallitleri’’, ‘’nazirecileri ve etkilenenleri’’ olarak tasnif edilmiş. Her bir ilim adamı Yunus Emre’yi farklı cepheleriyle naklederek günümüze ulaştırmışlardır.
Tek başına şiirleri için bile kitaplar yazılmış olan Yunus’u anlamak mühim ilmi meziyetler, kavrayış, anlayış ve vukuf gerektirmektedir.
Mustafa Özçelik, Türkiye’nin Yunus Emre üzerine engin bilgisi, ciddi çalışma metotlarıyla temayüz etmiş, maarif alanından yetişmiş ilmi ve edebi şahsiyetlerinden birisidir.
Yunus Emre’yi ve davasını anlamak için bilmek bulmak ve olmak gerekiyor. Biz buna ehl-i vukuf diyebiliriz, bilen kişi diyebiliriz, mütehassıs diyebiliriz. Bir başka açıdan anlayış ve idrak sahibi ‘’gönül eri’’ kimse de diyebiliriz.
Mustafa Özçelik, talebeliğinde Abdülbaki Gölpınarlı ile bir programda karşılaşması, Yunus ile yolculuğuna vesile oluşturuyor. Sonrasında Yunus Emre’nin davasına bir ömür harcayarak eser ve tesirlerine nüfuz etmeye devam etmekte. İmbiğinden süzülenleri üslup ile ve muhabbet ile ve aşk ile günümüze taşıma çabasını yazı, konferans ve televizyon programlarıyla sürdürmekte.
Anadolu’nun Manevî Irmağı Yunus Emre adlı eserinde Mustafa Özçelik, latif bir Türkçe tadıyla, gönülden bir seda ve özden gelen sunuşuyla Yunus’u anlatmakta. Anlatırken de adeta size Yunus’u yaşatmakta. Başucu eseri niteliğinde bir kitap.
Biz de söze Yunus Emre’nin sözüyle nihayet verelim.
Yunus ne hoş demişsin bal u şeker yemişsin.
Ballar balını buldum kovanım yağma olsun.
Sağlıcakla kalın.
Memiş OKUYUCU